KESK’e bağlı Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası Eğitim-Sen Niğde Yönetim Kurulu  eğitimin içinde bulunduğu sorunları ve çözüm önerilerini içeren yazılı basın açıklaması yapıldı.
 
Eğitim Sen’den yapılan açıklamada;
 
“Hükümetin eğitim politikalarındaki tercihleri ve tüm itirazlara rağmen dayatmaları eğitim emekçilerinin ve öğrencilerin haklarını ve tercihlerini yok saymaktadır. Siyasi iktidarın kabul edilemez eğitim politikaları ve uygulamaları toplumun geleceğini tehdit eder boyutlara gelmiştir.
 
AKP, eğitim alanına dair yaptığı her düzenleme ile inşa etmeye çalıştığı yeni rejimin temellerini güçlendirmekte, kendi iktidarına sadakatin ve itaatin tesis edilmesi için elinden geleni yapmaktadır. Bu tablo içerisinde eğitim emekçileri ve öğrencilerin payına düşen, hükümetin yarattığı sorunlar yumağının içerisinde haklarına, emeklerine ve geleceklerine sahip çıkmaya çalışmak olmaktadır. Öyle ki bir yılda “darbecilerle mücadele adı altında” yürütülen ihraç politikasıyla sadece eğitim hizmeti alanında 41 bin 5 kişi (MEB+Yükseköğretim) haksız ve hukuksuz biçimde ihraç edilmiş, çeşitli aralıklarla binlerce öğretmen açığa alınmıştır.
 
OHAL Kapsamında çıkarılan 28 KHK ile toplam 113 bin 440 kamu görevlisi hukuksuz bir şekilde ihraç edilmiştir. Kamudan ihraç edilen 113 bin 440 kamu görevlisinin 41 bin 5’i (%36) eğitim kurumlarından, 72.435’i (%64) ise diğer kamu kurumlarındandır. Kamudan ihraç edilen eğitimci sayısının, darbeye karışmak iddiasıyla ihraç edilen asker (8 bin) ve polis (23 bin) sayısının toplamından bile fazla olması, asıl darbenin eğitime ve eğitim emekçilerine yapıldığını açıkça göstermektedir.
 
OHAL KHK’leri ile kamudan ihraç edilen eğitimcilerin sadece 1565’i (%3,81) Eğitim Sen üyesidir. Sendikamız üyesi 1224 öğretmen, 328 akademisyen ve 13 yükseköğretim idari personeli olmak üzere toplam 1565 üyemiz ihraç edilmiştir. Hükümet tüm eğitim emekçilerinin yaşamlarını belirsizliğe ve güvencesizliğe mahkum eden birçok adımı OHAL bahanesiyle yaşama geçirmiş olsa da sendikamız, tüm örgütlü gücüyle ihraç edilen üyelerimizin maddi ve manevi olarak yanında olmuş ve olmaya da devam edecektir.
 
KHK’ler ile ihraç edilen 39.440 kişi (%96,19) ya başka sendikaların üyeleridir ya da sendikasızdır. Hangi sendika üyesi olursa olsun, tamamen idari ve siyasi tasarruflarla yapılan, savunma hakkı tanınmadan gerçekleştirilen ihraçların tamamı hukuksuzdur. Eğitim Sen olarak hükümete çağrımız, OHAL’in derhal kaldırılması, KHK’ler veya Disiplin Kurulları ile haksız ve hukuksuz olarak ihraç edilen tüm kamu emekçilerinin görevlerine iade edilmesidir.
 
 
‘ÖĞRETMEN STRATEJİ BELGESİ’ VE PERFORMANS DEĞERLENDİRME UYGULAMALARI
İŞ GÜVENCEMİZE YÖNELİK AÇIK BİR TEHDİTTİR!
 
OHAL kapsamında çıkarılan KHK’ler ile sözleşmeli öğretmenliğin getirilmesi, 652 sayılı KHK’de yapılan değişiklikler, performans denetimi ve angarya, ihbarcılık kültürü ile “makbul” görülmeyen herkesin cezalandırılması gibi uygulamalar, eğitim emekçilerinin yarına güvenle bakmasını engellemekte ve görevlerine değil “Acaba başıma bir iş gelir mi?” sorusuna odaklanmayı zorunlu kılmaktadır.
 
Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2017-2023 dönemi için hazırladığı “Öğretmen Strateji Belgesi” de bu gidişatı perçinleyecek şekilde hazırlanmıştır. Özellikle belirtmek gerekir ki, MEB’in temel stratejisi esnek ve güvencesiz istihdamın yerleştirilmesine yöneliktir. Örneğin 2018 yılı sonuna kadar tüm öğretmenler için performans denetiminin getirilmesi, öğretmenlerin her dört yılda bir sınava tabi tutulması, sürgün anlamına gelecek yeni bir rotasyon uygulamasının getirilmesi ve öğretmenlik mesleğinin yeniden kariyer basamakları adı altında hiyerarşik bir yapıya büründürülmesinin hedeflendiği görülmektedir.
 
Dikkat edilirse bu hedeflerin her biri, 2023 yılına kadar değil, 2018 yılı sonuna kadar tamamlanmak istenmektedir. Şüphesiz ki MEB, 2019 Başkanlık seçimlerini ve dolayısıyla AKP’nin siyasi çıkar hesaplarını gözeterek bu planlamayı yapmaktadır. Açıkça MEB tarafından gözetilen eğitim emekçileri ve öğrencilerin hakları, dolayısıyla nitelikli eğitim yaratma hedefi değil siyasi çıkar hesapları olmaktadır.
 
EĞİTİM BÜTÇESİ ZORUNLU HARCAMALARA GİTMEKTE,
EĞİTİM YATIRIMLARINA AYRILAN PAY AZALMAKTADIR!
 
Söz konusu siyasi çıkar hesaplarını daha yakından görmek için MEB bütçesinin nasıl planlandığına bakmak oldukça önemlidir. 2017 yılında 85 milyar 49 milyon TL olan MEB bütçesi, 2018 yılı için 92 milyar 529 milyon TL olarak belirlenmiştir. Bütçe rakamları içinde en kapsamlı ve en yaygın kamu hizmetleri içinde yer alan eğitime ayrılan pay, hükümetin eğitim hedeflerini gerçekleştirmek bir tarafa, mevcut ihtiyaçları bile karşılayabilecek seviyede değildir. MEB bütçesinin toplamda yüzde 80’i, personel giderleri (%69) ve sosyal güvenlik devlet primi giderlerine (%11) gitmektedir. 2018 MEB bütçesi içinde mal ve hizmet alım giderlerinin payı % 9,5; cari transferler %3, diğer giderler ise %7,5’dur. 2018 yılında da halkın vergileri eğitime değil, önemli ölçüde savunma ve güvenlik harcamalarına, savaş politikalarına aktarılmaktadır. 2018 yılında MEB bütçesi sadece %8,8 artarken, Milli Savunma Bakanlığı bütçesinde %41 gibi olağanüstü bir artış olması, toplamda savunma ve güvenlik harcamalarının 92 milyar TL ile son 15 yılın en yüksek rakamına ulaşması ve oranına (%12) ulaşması normal değildir.
 
Her bütçe döneminde eğitime en çok payı ayırmakla övünen siyasi iktidar, son yıllarda “okulöncesi eğitimin zorunlu olacağı” ve 2019 yılına kadar tüm okullarda “Tam gün eğitime geçileceğini” iddia etmiştir. Bütün bu iddiaların gerçekleşebilmesi için 2018 MEB bütçesinde önceki yıllara kıyasla ciddi bir artış yapılması gerektiği açıktır. Ancak bu artış olmadığı gibi MEB bütçesindeki eğitim yatırımlarına ayrılan pay azalmaktadır.
 
MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay 2002 yılında yüzde 17,18 iken, eğitim hizmetlerinin sunumu açısından çok önemli olan bu rakam 2009’da yüzde 4,57’ye kadar gerilemiştir. 4+4+4 sonrasında zorunlu olarak kısmen de olsa artışa geçen eğitim yatırımlarına ayrılan bütçe oranı, 2014 sonrasında yeniden azalmaya başlamıştır. 2018 yılı itibariyle Milli Eğitim Bakanlığı bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay sadece ve sadece yüzde 8,36’dır.
 
MEB bütçesinin rakamsal büyüklüğünün temel nedeni, hükümetin eğitime verdiği önemden değil, büyük ölçüde personel harcamalarından kaynaklanmaktadır. Bu durumun farkında olan MEB, eğitim emekçilerini esnek, kuralsız ve güvencesiz çalıştırmak için gece gündüz çalışmakta, sözleşmeli öğretmenlik uygulamasını temel alıp eğitimde güvencesizliği yaygınlaştırmaktadır. Şu anda MEB bünyesinde 40 bin 198 sözleşmeli personel ve 13 bin 500 4/c’li personel istihdam edilmesi, eğitimde güvencesiz istihdamın giderek artacağı izlenimi vermektedir.
 
MEB kamu kaynaklarını özel okullara aktarmak yerine devlet okullarına ihtiyacı kadar kaynak ayırmalıdır. MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay mutlak anlamda arttırılmalı, eğitimi ticarileştirmeyi hedefleyen özel sektör, dini vakıf ve cemaatlerle yapılan ya da yapılacak olan her türlü ortak proje ve protokoller iptal edilmelidir. Öğretmenler sadece kadrolu istihdam edilmeli, eğitimde her türlü güvencesiz istihdam uygulamalarına derhal son verilmelidir.
 
MÜFREDAT VE SINAV SİSTEMLERİ DEĞİŞTİ!
DEĞİŞMEYEN TEK ŞEY AKP’NİN TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ!
 
Bütçe planlamasından, eğitim emekçilerinin esnek ve güvencesiz istihdamına dair yürütülen uygulamalara; 4+4+4 sisteminden, özel okul sayısındaki muazzam artışa kadar AKP her adımıyla eğitim hizmetini içinden çıkılmaz bir sorunlar yumağına çevirmiştir.
 
Yapboz tahtasına çevrilen eğitimde, değişmeyen tek şey AKP’nin yürüttüğü toplum mühendisliğidir. Bu nedenledir ki eğitim politikalarının belirlenmesinde hiçbir etkili demokratik katılım mekanizması işletilmemekte, tüm politikalar bir dayatmayla hayata geçirilmektedir.
 
Hatırlanacak olursa MEB, müfredat değişikliği için 185 bin kurum ve kişiden görüş alındığını belirtmiş, ancak bu görüşlerin akıbetine dair en küçük bir bilgi örüş alıyor gibi yaparak bu görüşlerin kaybolup gittiği bir karanlık yaratmaktadır. AKP ve MEB uyguladığı bu “karadelik” yöntemiyle, toplumun farklı kesimlerinden eleştiri ve görüş alıyor gibi yaparak bu görüşlerin kaybolup gittiği bir karanlık yaratmaktadır. Hazırlanan öğretim programları bilimsel değildir, tekçidir, cinsiyetçidir ve sermaye yanlısıdır. Eğitim Sen olarak MEB’e çağrımız, yeni müfredatın uygulanmasının derhal durdurulması, bilimsel yöntemlerle yeni bir müfredat oluşturulmasıdır. 
 
Müfredat değişikliklerine paralel olarak sınav sistemlerinde ‘yukarıdan talimatla’ yapılan değişikliklere bakıldığında, AKP’nin ve MEB’in daha nitelikli bir eğitim sistemi yaratmak gibi bir derdinin olmadığı görülmektedir. Nitekim müfredat değişiklikleri, müfredatı öğrencilere aktaracak olan öğretmenlerin üzerindeki siyasi basınç ve sınav sistemlerindeki değişiklik birlikte değerlendirildiğinde tablo daha net karşımıza çıkmaktadır.
 
Hükümetin temel hedefi dinselleştirilmiş ve ticarileştirilmiş bir eğitim, öğrencilerin yaratıcılığını ve yeteneklerini geliştirmek yerine AKP’nin toplum mühendisliğine itaat eden bir öğretmen ve son olarak öğrencilerin yaşamdaki değil sınavlardaki başarısına odaklanan, eğitimin içeriğini sorgulamak yerine sınav sistemlerini merkeze koyan bir toplum yaratmaktır.
 
Nitekim TEOG ve üniversite sınavı tartışmalarının seyri de bu durumu tüm şeffaflığıyla sunmaktadır. Her iki sınav sistemindeki değişikliğin tartışılma biçimi ders içeriklerinin bilimsel yeterliliğini ve derslerin birbirine katkısını değil, derslerin sınav başarısındaki payını konu edinmektedir.
 
Eğitim sistemimiz, geleneksel erkek egemen kültür içinde, muhafazakâr ve piyasacı müdahalelerle, eğitimde var olan cinsiyet eşitsizliğini ve cins ayrımcı uygulamaları arttırmakta, çocuk evliliği gibi uygulamaların önüne geçilmeyerek kız çocukları okullardan uzaklaştırılmaktadır. Müfredatın eril mantıkla hazırlanması, bazı okullarda karma eğitim uygulamalarına son verilmekte, karma sosyallik alanları kadın bedeni hedef alınarak düzenlenmektedir.  
 
Eğitim sistemi, toplumsal eşitsizliklerden etkilenen ve bu eşitsizliklerin yeniden üretilmesine katkı sunan bir alandır. Dolayısıyla “sınav başarısı” konusunda bölgesel, sınıfsal eşitsizliklerin yanı sıra cinsiyet farklılıkları gibi çok fazla faktör etkide bulunmaktadır. Hal böyleyken TEOG yerine getirilecek sistem önerilerinde MEB’in temel derdi öğrencilere daha nitelikli bir eğitim hizmeti sunmak değil, eğitim politikalarından anlamayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ikna etmek olmuştur.
TEOG yerine getirilecek sistemle ilgili her gün yeni bir modelin kamuoyuna sunulması, başta öğrenciler olmak üzere toplumda ciddi kafa karışıklıklarına yol açmakta, sorun üzerine etraflıca tartışmayı engellemektedir. Örneğin son olarak MEB’in hazırladığı iddia edilen sistemde, her İl Milli Eğitim Müdürlüğü’nün oluşturulacak havuzdan soru çekerek kendi sınavını yapacağı iddia edilmektedir. Her ilde yapılacak ayrı sınavın çok farklı düzeylerde yaratacağı sorunlar olacağına şüphe yoktur. Böylesi bir uygulamaya gidilmeden önce konunun uzmanları, sendikalar, akademisyenler tarafından etraflıca tartışılma yürütülmesi gerektiği ortadadır. Ancak belli ki AKP bu konuda da “Ben yaptım oldu” tavrını sürdürecektir. Belirtilen nedenlerle MEB ve YÖK’e bu öğretim yılı bu sınavların uygulanmamasını ve konunun tüm paydaşlarla bir araya gelerek yeniden değerlendirilmesini öneriyoruz.
 
OKUL ÖNCESİNDE ‘DİNİ EĞİTİM’ ÇOCUKLARIMIZA BÜYÜK ZARARLAR VERECEKTİR!
 
Uygulan gerici eğitim uygulamaları çocuklarımızı olumsuz etkilemeye devam etmektedir. MEB’in resmi verilerinde “toplum temelli kurumlar” adını verdiği ve aslında 4-6 yaş arasındaki çocuklara “Kur’an Kursu” olarak hizmet sunan 1.552 sıbyan mektebi bulunmakta, burada 51 bin 327 çocuğa kurs verilmektedir. Belirtmek isteriz ki soyut kavramları idrak etme yeteneği gelişmemiş bu çocuklara MEB ve Diyanet İşleri Başkanlığı arasında yapılan protokolle verilen bu kurslar, çocuk haklarını yok saymakta ve çocukları AKP’nin ideolojik seferberliğinin nesnesi haline getirmektedir.
 
Okul öncesinde “dini eğitim” çocukların sağlıklı zihinsel gelişimi ve pedagojik açıdan son derece sakıncalı bir durumdur. Somut ve soyut düşünce evresini tamamlamamış çocuklara, hangi gerekçeyle olursa olsun, dini eğitim verilmesi, çocukların yaşamının sonraki evrelerini olumsuz etkileyecektir. Soyut kavramları idrak etme yeteneği gelişmemiş bu çocuklara MEB ve Diyanet İşleri Başkanlığı arasında yapılan protokolle verilen bu kurslar çocukların yararına değildir ve çocuk hakları sözleşmesine açıkça aykırıdır.
SÜREKLİ YAZ SAATİ UYGULAMASINDAN DERHAL VAZGEÇİLMELİDİR!
 
İktidarın toplumsal yaşam ve eğitim alanındaki dayatmacı tavrının öğrenciler ve toplumun sağlığı üzerinde olumsuz etki eden son örneği ise kış saati uygulamasıdır. Türk Tabipler Birliği’nin kamuoyuyla paylaştığı açıklamada da ayrıntılı biçimde ifade edildiği üzere biyolojik saatimizi alt üst eden ve toplum sağlığını olumsuz etkileyen bu uygulamanın, yargı kararıyla hukuksuzluğu tespit edilmesine rağmen sürdürülmesi kabul edilemez. Eğitim Sen olarak siyasi iktidarı sürekli yaz saati uygulamasından vazgeçmeye çağırıyoruz.
 
Sonuç
 
AKP, 15 yıllık iktidarı boyunca eğitim politikaları konusunda her dönem başarısız olmuş ve her başarısız olduğunda sistem değişikliği yaparak, kendi başarısızlığının üzerini örtmeye çalışmıştır. Ancak yapılan her sistem değişikliği, öğrenci ve velilerde büyük endişe yaratmaktan başka bir sonuç ortaya çıkarmamaktadır. AKP’ye oy verenler dahil, ülke nüfusunun çok büyük bölümünü genel olarak eğitimde yaşanan olumsuzluklardan ve sürekli sistem değiştirilmesinden son derece rahatsızdır. 
 
Eğitim sistemi neresinden tutsak elimizde kalan bir hale dönüştürülmüştür. Böylesi bir durumda alelacele yapılan her değişiklik sorunun içinden çıkılmasını güçleştirmekte, sonuçların daha ağır olmasına neden olmaktadır. Yapılması gereken hâlihazırdaki toplum mühendisliği mantığının ortadan kaldırılması, demokratik, eşitlikçi, özgürlükçü bir yönetim aklıyla sorunların ele alınması ve köklü çözümler üretilmesidir” denildi.
 
 
 
Editör: TE Bilişim