Önümüzdeki hafta 24 Kasım Perşembe günü yeni bir "Öğretmenler Günü" kutlanacak. Bundan önceki yıllarda olduğu gibi, bu yılda öğretmenlerimiz için sahte övgüler dizilecek, boş vaatler verilip, hamasi nutukları dinleyeceğiz. Öğretmenlerimiz ve tüm eğitim emekçileri, öğretmen günlerinde sahte sevgiler ve övgüler değil, eğitim emekçilerinin sorunlarına sağlıklı ve gerçekçi çözümler üreten önerilerin paylaşıldığı yaklaşımlar beklemeye devam ediyor. 
 
        Bugüne kadar hiçbir öğretmenler gününde, öğretmenlerin gerçek sorunlarının tartışılmamış olması, yüz binlerce eğitim emekçisinin sosyal ve ekonomik sorunları çözmek yönünde herhangi bir adım atılmamış olması düşündürücüdür.(bilen bilir 12 Eylül 1980 öncesi yoktu böyle bir gün!) Yıllardır sadece yılın belli dönemlerinde "öğretmenliğin kutsallığından", "onurlu bir meslek olduğundan" söz edilmektedir. Oysa bir mesleğin "kutsallığı" ve "onurluluğu" büyük ölçüde o mesleğin sosyal konumuna, mesleği icra edenlerin geçimlerini nasıl sağladıkları ile ilgilidir.
 
        Biz eğitim emekçileri 24 Kasım'ı sadece "kutlanan" bir gün olarak değil, sorunlarımızın bilince çıktığı, taleplerimizin gündeme taşındığı bir mücadele günü olarak görmekteyiz.
 
        Eğitim emekçilerinin ana gövdesini oluşturan meslektaşlarım yani öğretmenlerimiz, Türkiye'nin en ücra köşelerinde, her türlü olumsuz şartlarla mücadele ederek görevlerini yerine getirmeye çalışmaktadır.(Van depreminde kaybettiğimiz 60’mışın üzerindeki öğretmenin ölümleri bir an dahi unutulmasın, unutturulmasın)Yaşamın olduğu yerde öğretmenleri görmek mümkündür. Ancak bu ücra köşelerde ekonomik, sosyal ve kültürel gereksinimlerini karşılayacak bir alt yapı bulmak mümkün olmadığını “sağır sultanlar” dâhil herkesler biliyor. Haa! Sosyal ve kültürel zenginliğe sahip bölgelerde ise ekonomik yetersizlik nedeniyle biz öğretmenlerin mesleğimizi rahatça icra ettiği söylenemez.
 
       Biz öğretmenler, yaptığımız işin doğası gereği kendimizi çok yönlü olarak yetiştirmek gibi bir zorunluluğumuz olduğu bilinmelidir. Ancak ülkemizde ne öğretmenlerin, ne de yaptığı iş eğitim-öğretim olanların özellikle ekonomik bakımdan gerekli desteği bulamadıkları ortadadır. Son yıllarda “enflasyonun düşmesi”, “ekonominin büyümesi” ve “milli gelirin artması” ile övünenler, iş büyümeden elde edilenlerin paylaşımına gelince nedense bizleri, eğitim emekçilerini unutmaktadır.
 
        Yüz binlerce öğretmeni, eğitim ve emekçisini yıllardır yoksulluğun kıskacına alan, yaptığı işe ve mesleğine karşı küstüren uygulamalara karşı bilimsel, demokratik, nitelikli bir eğitim yaratmak için taleplerimize yanıt, sorunlarımıza çözüm üretilmesini istemenin en doğal hakkımız olduğunu düşünüyoruz.  
 
        Yıllarca sendikam Eğitim Sen,  “ücretlerin, sosyal ve özlük hakların tek taraflı olarak değil, grev hakkını da içeren  gerçek bir toplu sözleşme düzeni ile belirlenmesini savunmakta ve talep etmektedir.”Evet,  tüm eğitim emekçilerinin ve biz öğretmenlerin insanca yaşayabileceğimiz, kendimizi yenileyip daha nitelikli ve sağlıklı hizmet verebilmemiz isteniyorsa insanca yaşanacak bir ücretin derhal verilmesi gerekiyor. Son KHK (kanun hükmümde kararname) ile “eşit işe eşit ücret” safsatası adı altında yapılan ücret zamlarında iradi olarak unutulan biz öğretmenlerin yazımın başlığında da belirttiğim gibi artık hamasi nutuklara karnımız tok.
 
         Unutmadan tek biz öğretmenlerin değil tüm emekçilerin insan onuruna yakışacak ücretlerle çalışması elbette örgütlü mücadele ile gelecektir. Yılar yılı biz emekçileri kırıntılarla avutanlar kendiliğinden istediğimiz “insanca yaşam” ücretini bize vermez. Bu nedenle dertlerimizin dermanının kendi ellerimizde olduğunu bilelim ve ona göre mücadele edelim.