<p style="margin-bottom:.0001pt"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal">Yaşadığımız salgın birçok şeyi yeniden düşünmemiz ve değerlendirmemiz gerektiğini de ortaya çıkarmıştır. Bu konuda en çok etkilenen alanlardan biri de eğitimdir. Hemen her gün ”uzaktan eğitim”, “yüz yüze eğitim” gibi ifadeleri sıkça duyuyoruz. Bu süreçle ilgili şunlar söylenebilir:</span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal"> Azımsanmayacak sayıda öğrencinin uzaktan eğitimden yararlanamaması ülkemiz adına üzücü ve düşündürücüdür. Maalesef televizyon, bilgisayar, internet gibi araçlardan yoksun olan öğrencilerimiz var. Ayrıca her türlü imkânı olduğu halde canlı derslere katılmayan öğrencilerin varlığı da üzerinde düşünülmesi gereken başka bir durumdur. Umarım yetkililer bunları da değerlendirerek başta zorunlu eğitimin süresi, sınav odaklı eğitimin doğruluğu- yanlışlığı gibi ve diğer konularla da ilgili ülkemizin şartları da göz önünde tutularak daha gerçekçi adımları atarlar.</span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal"> Uzaktan eğitim, öğretim yönünden ve sınavlara hazırlanan öğrenciler için yüz yüze eğitimle kıyaslandığında belki fazla bir fark yoktur. Ancak eğitim yönüyle değerlendirirsek elbette kıyaslanamaz. Çünkü okul, sınıflar, oturulan sıralar, teneffüsler vb. öğrencilerin hem sosyalleşmeleri hem de bilgilenmeleri açısından önemi tabiî ki tartışılamaz. Ayrıca okul kantinleri çalışanları, servisçiler, kitapçı ve kırtasiyeciler vb. kesimlerin de zor durumda olduğunu ve ülke ekonomisini de olumsuz etkilediğinin unutulmaması gerekir.</span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal"> Uzaktan eğitimle ilgili söylenebilecek başka bir şey de velilerin biraz daha eğitimle yüzleşmeleri ve hatta bazı velilerin eğitimin içinde olmalarını sağlamasıdır. Bazı velilerin çocuğuyla birlikte televizyondaki dersleri veya canlı dersleri izlediğini duyuyoruz. Dolaysıyla birçok velinin de bir nevi eğitildiğini söylemek mümkündür.</span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal">Elbette eğitim- öğretimle ilgili söylenmesi gereken çok şey vardır. Bu vesileyle Akpınar dergisinin 66. Sayısında yayımlanan “Eğitimden Beklenen” başlıklı yazımı burada tekrar paylaşmak istiyorum:</span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt; text-align:justify"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal">“Bir insan ve ülke için eğitim ve öğretimin önemini sanırım belirtmeye gerek yok. Ama nasıl bir eğitim ve öğretim sistemi? Bu sorunun cevabını şu ana kadar bulmuş değiliz. Cumhuriyet döneminde birçok Milli Eğitim Bakanı görev yapmış, birçok değişiklikler yapılmış ama eğitimin istenilen kalite ve seviyeye ulaştığı söylenemez. Her geçen gün okullarımızın fiziksel olarak geliştiği teknolojik donanımlarının arttığı da inkâr edilemez bir gerçek.</span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt; text-align:justify"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal">Bizce eğitim sistemimizin en büyük eksiği insanımıza bir kimlik veremeyişi ve geçmiş kültür ve medeniyetimizden kopuk olmasıdır. Geçmişte, toprak damlar altında, ay ışığı ve mum ışığı ile nasıl eğitim-öğretim yapılmış? Gazali, Mevlana vb. yüzlerce değerin yetişme sırrı neydi? Bu sırrı anladığımızda veya en azından anlamaya çalıştığımızda epey yol almış olacağız.</span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt; text-align:justify"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal">Nurettin Topçu’nun eğitim ve öğretim yazılarından oluşan“Türkiye’nin Maarif Davası” adlı bir kitabı var. Bu kitabı başta öğretmenlerimiz olmak üzere bütün eğitim camiasının okuyup inceleyerek çıkarımlar yapmasının gerekli olduğunu düşünüyorum. </span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt; text-align:justify"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal">Yeni başlanan “Aday Öğretmen Uygulaması” nın ve bu uygulama sürecinde aday öğretmenlerimizin okumaları gereken kitaplardan birinin de“Türkiye’nin Maarif Davası” olması sevindirici bir durum.</span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt; text-align:justify"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal"> “Türkiye’nin Maarif Davası” Nurettin Topçu’nun eğitim-öğretimle ilgili çeşitli dergilerde yazdığı yazılardan ve yaptığı konuşmalardan oluşuyor. İlk baskısı 1960’ da yapılmış olmasına rağmen bugün de “el kitabı” niteliğinde. Kitap 3 bölümden ve 20 yazıdan oluşuyor. Kitapta bizim maarif davamız ve zaman zaman da eğitim sistemindeki eksiklikler dile getirilmiş.</span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt; text-align:justify"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal">Yazarın “Millet Maarifi” adlı yazısında milletin eğitime ne kadar ihtiyaç duyduğu ve milli kimliğin en çok tarihin bizi eğitmesiyle oluşacağı vurgusu yapılır. Millet mekteplerinin eskilerin aksine diploma dağıtma kurumlarına döndüğünden bahsedilir. Yazarın anlatımından kısa bir bölüm: “Millet ruhunu yapan maariftir. Maarifin düşmesi millet ruhunu yerlere serer. Maarife değer vermeyiş millet ruhunun yıkılışını hazırlar. Maarif hangi yönde yürürse millet ruhu da onun arkasından gider. Şu halde millet, maarifi demektir. Fertte olduğu gibi millet vücudunda da iki unsur birleşmiş bulunur. Biri verasetle ecdattan getirdiği, öbürü maarifle getirdiği eğitimdir. Ecdadın veraseti tarih şuuru içinde saklıdır. Eğitim ise maarifin hizmetidir…”</span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt; text-align:justify"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal">Bir zamanlar Rusya’da Raçinski adlı bir eğitimci zamanla kendini geliştirip profesörlük unvanını kısa sürede alır. Ancak zirveye ulaşınca yaşayıp büyüdüğü “Tatevo” adlı köye tayinini ister. Raçinski’nin bu düşüncesine arkadaşları çok şaşırır ve uygun görmez. Çünkü bu kadar zirveye ulaşmışken, görevini bırakması onlara anlamsız gelir. Raçinski köye gider ve on yıllık görevinin sonunda iki sınıf mezun verir. Mezun verdiklerinden Bognadof Bielski gibi dünyaca ünlü ressamlar, Zabolotni gibi meşhur kimyagerler çıkar. Anlar ki başarı çocukların içinde. O başarıyı da gerçeğe dönüştüren Raçinski, onları eğitimsizlikten kurtaran bir kişi olur.</span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt; text-align:justify"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal">Nurettin Topçu’nun “Muallim” adlı yazısı bu hikâyeyi anımsattı. Yazar bu yazısında gerçek eğitimcilerin asıl köy okullarına lazım olduğunu, Anadolu çocuklarına kim olduklarını, niçin yaşadıklarını anlatmasını bilen eğitimcilere ihtiyaç olduğunu belirtir. Bu ihtiyacı görevi okuma yazma öğretmek olan köy öğretmeni karşılayamaz. </span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt; text-align:justify"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal">Gerçekten de durum böyledir. Her gün doğan güneş herkesindir. Belki köy evlerinin penceresi şehirdeki villaların penceresinden daha küçüktür. Ama içindeki insanların güneşe duyduğu ihtiyaç aynıdır. Bundan dolayıdır ki şehre de köye de akıl ve gönül penceresi büyük eğitimciler lazımdır.</span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt; text-align:justify"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal">Kimi zaman beyindeki düşünceler deniz, kalpteki can da okyanus gibi olur. Düşünceler beyinde büyüdükçe bir çatlak bulup dışa sızar. Ancak zaman zaman kalp bu düşünceleri onaylamayabilir. Beyni belli bir sınava zorlar. O sınav vicdandır. Kimi zaman vicdanına esir olur insan. O coğrafyada kaybeder kendini. Oysa düşüncelerinin onayını en son beyinden beklese vicdana gerek duymazdı belki de. Bizim maarif davamızda da bu durum söz konusu işte. Öğrenciye önce okul sevgisi, sonra ders öğretimi verilmelidir. </span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt; text-align:justify"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal">Nurettin Topçu bir öğrenci salonunda verdiği konferansında (aynı zamanda kitapta da geçen) “Maarif Davamız” adlı yazısında bunun gibi birçok konuyu dile getirir. Yaptığı benzetmelerle eğitimin metotlarını açıklayarak bugünün neslinin idealsiz olduğunu, genellikle gülmek ve eğlenmekle vakit geçirdiğini söyler. Bu idealsiz oluşu da Japonlara başlayan hayranlıktan, Amerikan ruhuna dönen deneyimlere bağlar. Çünkü yeni nesil okumayı pek sevmiyor, zekâ enerjisini kullanmıyor. Tüm bunları düzeltmek de maarif davamızı anlamaktan geçiyor. Maarif davamızı anlamak için de eğitimin basamaklarını açıklar: Eğitimin ilk basamağı ilköğretim, önce okul sevgisinin ve kalp terbiyesinin kazandırılacağı yer. İkinci basamak aklın terbiyesinin ve okul bilincinin kazandırıldığı yer olan ortaöğretimdir. Kalpten sonra akıl gelerek bilinçlendirme aşılanabilir. Son basamak da yüksek öğretimdir. Yüksek öğretimin temelini de ihtisaslar oluşturur. Son olarak Nurettin Topçu’nun bugünün nesline verdiği bir mesaj var: “Siz büyük adamlarsınız halka karışmak size yakışmaz. Siz halkın önünden yürüyeceksiniz.”</span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt; text-align:justify"></p> <p style="margin-bottom:.0001pt; text-align:justify"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal">“Bugün ağla çocuğum, yarın ağlayamazsın!</span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt; text-align:justify"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal">Şimdi anladığını, sonra anlayamazsın!</span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt; text-align:justify"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal">İnsanlık zincirinin ebediyet halkası;</span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt; text-align:justify"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal">Çocukların kalbinde işler zaman rakkası.”</span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt; text-align:justify"></p> <p style="margin-bottom:.0001pt; text-align:justify"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal">Necip Fazıl Kısakürek’in “Çocuk” adlı şiirinden bu bölüm geldi hatırıma yazarın “ilköğretim” adlı yazısı ile. Hayat, dümeni bizde olan bir gemi yolculuğu aslında. Dümen bizdeyken sorunsuzca ilerliyoruz. Ancak dümen el değiştirince geminin rotası da değişiyor. Çocukken bizim ilk rotamız Allah sevgisi, insan sevgisi ve tarihteki kahramanların sevgisi oldu. Zaman denen şiiri içimizde yaşattık çocukken. Farklı öyküler ve masallar bizi huzura götürdü. Bununla birlikte güneşin dünyaya biraz daha yakın olduğunda sıcağa dayanılamayacağını ilk güneşe çıkınca fark ettik. İlk üzüntüyü ilk oyuncağımız kırılınca yaşadık belki de. Ne öğrendiysek hayattan öğrendik. Yaşadıklarımızı kendimiz resmettik.</span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt; text-align:justify"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal">Nurettin Topçu’nun “İlköğretim” adlı yazısında ilkokul çocuğuna toprak sevgisinin, tarih sevgisinin ve tarihin acılarının duyurulması gerektiği vurgulanır. İlkokulların bir Avrupa tekniği içinde olduğu, tabiat için canlı varlık yetiştirme gayesinde olduğu söylenir. Temel hayat bilgilerinin çocuğa ilkokulda verildiğinden, insanlık dersinin sevgi ve merhamet ile verilebileceğinden bahsedilir. Çocuğa hayatı öğretmenin meyvelerin ve oyuncakların adını, şehirlerle kıtaların adını öğretmekle mümkün olmadığı belirtilir. Çocuk hayatı ancak gerçeklerle görebilir. </span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt; text-align:justify"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal">Yazarın “Üniversite” başlıklı yazısında da üniversitelerin eski Darül-fünun’a göre gerilediğinden, ilim hayatına yeni görüşler katamadığından bahsedilir. Çoğu zaman fakültesine uğramadığı halde maaşlarını alan profesörlerin gençliğe örnek olamayacağı vurgulanır.</span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt; text-align:justify"><span style="font-family:Verdana,Geneva,sans-serif;"><span style="font-size:18px;"><span style="line-height:normal"> “Okulda Ahlak” adlı bir başka yazısında da okulda ahlakın işleyişinden, bu konuda en önemli örneğin öğretici olduğundan bahsedilir. Gencin vicdanının yapıcısı bugüne kadar hep aile olmuştur, sonra bu görevi öğreticiler almıştır. Verilen eğitimde de merhamet önemli olmuştur. Merhamet yerine korku verilen çocuktan ileride iyi biri olması beklenemez. Ancak merhamet ve sevgi ile ileride irade terbiyesi tam bir nesil ortaya çıkacaktır.” (Nizamettin Yıldız, Akpınar dergisi, Aralık 2016, sayı: 66)</span></span></span></p> <p style="margin-bottom:.0001pt; text-align:justify"></p>