Çok çarpıcı bir ironi sahnesiydi. Lakin birçoklarının gözünden kaçtı. Düşürülen Rus uçağı bilgisini  Cumhurbaşkanımızın ağzından “öğretmenler günü” dolayısıyla Ankara ya davet edilen bir gurup “seçkin öğretmen” kitlesine yönelik yaptığı konuşma esnasında öğrenmiş, salondaki “seçkin öğretmen” topluluğu ise bu haberi duyduktan sonra coşkuyla alkışlayarak  ülkemizin dış politika diskuru olan “yurtta sulh cihanda sulh” reteoriğinin ayaklar altına alındığını el aleme gösterilirmiş oldu.
 
       Oldu da ne oldu? Bir kez daha dış politikada duvara toslanmış oldu. Bu sefer Rus-İran- Irak hatta Çin den oluşan bir ittifak duvarına. Rusya 1 Ocak tarihi verirken İran kendi ihtiyacından kaynaklı doğalgazı %50 oranında kestiğini, Rus savaş gemileri boğazlarımızdan gövde gösterisi yaparcasına geçişleri, Rus denizaltılarının Kıbrıs açıklarından füzelerle Rakka yı vurduğunu açıklaması, BM Güvenlik Konseyinin olağan üstü toplanarak Irak topraklarında “eğit donat” maksatlı bulunduğu iddia edilen Türkiye askerlerinin, tanklarının 48 saat içerisinde topraklarını terk etmesi talebini görüşmesi hatta Irak’ın NATO yu göreve çağırması
Ülkemiz siyasi iktidarının dış politikada saldırgan bir rol oynuyormuş görüntüsü vererek “başkanlık seçimlerine” yatırım olur saikıyla hareket etmesi içeride Kürt sorunu dâhil diğer tüm sorunlarda dayatmacı politikalarını tırmandırarak ya bendensiniz yâda düşman mantığıyla hareket etmesi tosladığı duvar sayısını hızla artırmakta.
 
      Bugün bölgedeki gelişmeler de çok açık bir şekilde ortaya koymuştur ki, Kürt sorunu sadece bir iç politika sorunu değil, aynı zamanda bir bölge ve uluslararası sorun haline gelmiştir. O nedenle örneğin Rojava’da yaşananlara yönelik bir kabul ve komşuluk geliştiremeden, Suriye konusunda da ilerletici bir mesafe almak mümkün değildir.
 
      Bölgedeki uluslararası durum, dünya çapındaki “hegemonya ve pazar kavgalarının” Irak ve Suriye topraklarında yoğunlaşan yeni aşamasıyla karakterize oluyor. Rusya’nın aktif olarak müdahale etmeye başlamasını yavaşlatmak ve Türkiye’nin, NATO güçleriyle Rusya’yı karşı karşıya getirmek amacıyla bir Rusya savaş uçağını vurmasından sonra, savaşın karakteri büyük bir hızla değişme sinyalleri verdiğini tüylerimiz ürpererek izliyoruz.
      Küresel ve bölgesel emperyal hayal kurmaktan öte bunu gerçekleştirecek güçte olan devletler Irak’ı, Suriye’yi ve tüm Ortadoğu’yu bölüp parçalarken, ülkemiz siyasi iktidarı kendi ikballeri için Türkiye toplumunu geleceksizliğe doğru sürüklemekte. Özellikle son 2.5 yıldır sürdürülen yayılımcı şiddet politikalarını devreye sokan AK parti iktidarı bir bütün olarak Ortadoğu politikalarında olsun spesifik olarak Suriye politikasın da olsun barışa hizmet etmiyor. Siyasi iktidar, Rojava Kantonlarına ve PYD’ye yönelik taciz ve saldırılarla güney sınırımızda çatışma siyaseti izliyor.
 
      IŞİD, El Nusra gibi El Kaide türevi selefi yapılarla işbirliği konusundaki ibretlik ısrarını halen devam ettiren bir iktidar, bugüne değin Türkiye'nin dostu olduğunu sadece sözle değil pratikte de ortaya koymuş olan PYD’ye ve Rojava Kantonlarına yönelik düşmanlık siyasetini terk etmek bir yana “kolktey terör” örgütü söylemine uygun bir şekilde  “ PKK keyle, DHKP Ceyle, PYDeyle IŞİDle mücadelemiz kesintisiz devam edecek”. Minvalinde açıklamaları inatla yaparak bilinç bulanıklığı yaratmaya devam etmeyi politikaymış zannediyor.
 
      Kobanê'nin IŞİD çetelerinden korunmasının Türkiye halklarının güvenliğine çok büyük bir katkı yaptığı canlı bombalı Suruç ve Ankara Katliamlarıyla gözler önüne serilmişken, Süleyman Şah Türbesi'nin IŞİD tehdidinden uzak bir alana (Eşme'ye) taşınmasında PYD'nin katkısını Mısırın sağır sultanları bile duymuş iken PYD yi düşman, cihatçı selefi grupları dost bellemek hangi akla hizmettir pek anlaşılır değildir.
 
      Hâlbuki yapılması gereken çok basit ve kolaydır. Suriye halklarına eşit mesafede ve demokratik bir yaklaşım geliştirilerek, Kanton Yönetimlerinin statüsü tanımak sorunların çözümü yolunda ileri adım atmakla eş anlamlıdır. Bu aynı zamanda demokratik bir Suriye yönetiminin geliştirilmesi, Suriye’de yaşayan farklı halkların ve inanç gruplarının eşit ve demokratik ortaklığını oluşturma politikasını da destekleyen bir tutumdur.
 
         Suriye ve Irak'ta kalıcı bir barışın sağlanması için Türkiye resmi gayri resmi silahlı güçlerinin uluslar arası hukuk normlarına göre hareket etmesi ve her şeyden önce ülkemiz yönetim erginin emperyal hayallerle değil, komşularıyla barış içerisinde demokratik bir yaşam tarzını hayal etmesinden geçmekte olduğunu idrak etmesinden geçmektedir. Bu idrake ulaşmadığı sürece içeride ve dışarıda duvarları toslama hali devam edecektir.