Düşünsene şu an ölmüşsün ve cenazenin gömülmesini bekliyorsun. Dünyaya dair en son hatırladığın sahne, hastanenin ışıkları son bir kere daha göz kırpıp sönerken içinde büyük bir zelzelenin koptuğudur ve gözlerinin önünde kararan bir dünya başka bir dünyanın kapılarını açmaktadır. Bedenin biçilmiş bir ekin gibi kala kalmıştır.
 
Başucunda duran çiçeğin soluşu ile senin ölüşün birbirini tamamlamıştır. Gözlerinden aşağı dökülen bulutlar bir sağanağa dönüşmüş ruhunun bütün damarları birbirinden kopmuştur. Çok uzaklarda bir türküyü duyar gibisindir. Rahmetli annen ağarmış saçları ile ellerinden tutuyordur. Ve can gemisi beden limanından ayrılmıştır.
 
Şu anda vücudunun yavaş yavaş soğuduğunu hissediyorsun. Ellerin bir taş gibi sertleşiyor. Vücudun artık sana ait değil. Senin için artık zaman bu dakikada donmuş. Gözlerin görmüyor, kulakların duymuyor, dilin lal olmuş ve kıyametin çoktan kopmuş. Kalbinde araf denizlerinin dalgaları, ruhun bir berzah ufkunda mahşeri bekliyor.
 
Bir servis arabası ile seni hastanenin en alt katındaki morga götürüyorlar. Morgun içinde ölülerin konulduğu çekmemelerden birisine koyuyorlar. Burası cesedin kokup şişmesin diye devamlı soğuk tutuluyor. Daha önceleri buradan birçok tanıdığının cansız bedenini yüklenip götürdün fakat bugün sıra sana geldi. Ölümün şaşmaz ve şaşırmaz adaleti artık senin içinde tecelli etti.
 
Cenazen morgdan alınıp yıkanmaya götürülüyor. Metal bir zeminin üstünde vücudun son kez suyla buluşuyor. Ardından kefen bezin bedenini yavaşça sarıyor. Çenen bir tülbentle bağlanmış. Ağlamak istiyorsun ağlayamıyorsun. Gözyaşların sanki buharlaşıp yok olmuş. Tabutunun tahtaları biçildiği ağacı sense doğduğun toprakları düşünüyorsun. Ve artık yalancı dünyanın kalbinde bir cenazeden başka bir şey değilsin.
 
Buradan seni cenaze arabasına bindirip caminin avlusuna götürüyorlar. Önce evinin etrafında son bir kez dolaşıyor araba. Senin cenazenin olduğu gün mahallende bir düğün kurulmuş. Birileri son ses açılmış bir oyun havası eşliğinde gerdan kırıp oynuyor. Dünyanın hali böyle işte, kimi matem içinde ağlarken kimileri sevinç içinde dört dönüyor. Sen ölmüşsün ve kimsenin haberi bile yok.
 
Caminin avlusuna konulmuş mermer musallanın üstündesin. Üstünde “her canlı ölümü tadacaktır” yazan bir yeşil örtü duruyor. Namazdan sonra cenaze namazın kılınacak. Kendi salanın okunuşunu dinliyorsun. Sen yıllarca başkalarının salasını dinledin. Şimdi başkaları senin salanı dinliyor.
 
Cenaze namazın er kişi niyetine alınan tekbirle başlıyor. İki rekâtlık bir saltanattan sonra dört kişinin omzunda kabristana yollanıyorsun. Yeni kazılmış bir mezar yolunu gözlüyor. Üstüne atılan toprakla senin aranda bir fark kalmamış. Üstün iyice kapatılıyor. Artık dünyada başucunda bekleyecek olan bir mezar taşından başka bir şeyin kalmadı.
 
Esasında yıllarca bu anı bekledin. Hayatın bütün köşelerinde, koşuşturmalar içinde ve de en neşeli olduğun anlarda ölüm keskin bir bıçak gibi saplandı sinene. Ve artık hayat denen maceran son buldu. Dünya isimli masalın çoktan bitti.  Şöyle bir düşünsene…