Figürleri, ritüelleri, anıları, sembolleri ve simgeleri hırpalanıyor. Yunan askerlerini Polatlı önlerinden İzmir’e kadar kovalayarak orada denize döken komutanların yaptıkları küçümseniyor. Doğu Anadolu’da kan yiyen, kan içen ve kan döken Ermeni çetelerini Anadolu’dan söküp Kafkasya’nın arkasına atan kahramanların hatıraları kirletiliyor. Anadolu’yu Düvel-i Muazzama’nın elinden çekip alan Kuvâ-yı milliye iradesi aşağılanıyor. 

“Eskidi”  deniliyor Cumhuriyet için. Kimisi (CIA masa şefi) Fuller gibi yerine “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” , kimisi (terörist) Öcalan gibi  “Demokratik Cumhuriyet”  öneriyor, kimisi de (eski Marksist yeni neoliberal ekip)  “ikinci cumhuriyet” ten dem vuruyor. 

Bağımsızlık ve özgürlüğü karakter olarak tanımlamış, egemenliğin (daha 1923’lerde) kayıtsız şartsız millete ait olduğunun altını çizmiş, milletin iradesinin üstündeki yerli ve yabancı hegemonyayı kırmış olan kurucu lider, doğrudan ve dolaylı tartışmaların odağına yerleştirilmiş bulunuyor.

Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ve Türk milletinin kurtuluşunu en büyük  “yanlış”  olarak görenlerin medyayı istila ettiği bir dönem yaşanıyor.

Cumhuriyeti, kurucularını, değerlerini ve mücadelelerini aşağılama tarihçiliğin gerekleri arasında sayılıyor. Devleti  “katil” ve günah keçisi ilan etmek ise neredeyse demokrasinin olmazsa olmaz şartı olarak nitelenir olmuştur.

İşin daha da vahimi bölücülüğün ve Kürtçülüğün nedenini,  “Ne Mutlu Türküm Diyene” kavramına bağlayan aklıevvellerin bu ülkeden çıkmış olmasıdır. Bu zevatın Anayasadaki “Türk”  kavramını hedef almaları ise ayrı bir handikaptır. Bu zevat  anayasada Türk kavramı olmazsa anayasanın etnisiteden soyutlanıp demokratik olacağını iddia etmektedir.

29 Ekim, 19 Mayıs, hatta 23 Nisan gibi millî bayramlar “tek tipleştirme, toplum üzerinde tahakküm kurma” ve  “kendi ayrıcalığını kalıcı kılma faaliyeti”  olarak gösterilmektedir. Millî bayramlar dolayısıyla stadyumlarda yapılan törenleri  “stadyumlarda faşist tapınma ritüelleri”  olarak nitelendirenler ise devletlüler katında büyük itibar görmektedir.

Devlet yöneticileri adeta 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nın sönük geçmesi için fırsat arıyor. 19 Mayıs’ı yahut kutlamalarını şu veya bu gerekçe ile tartışmaya açıyor. Okullardaki Milli Güvenlik derslerinin kaldırılmasını eğitimde  “askeri vesayetin sonu” olarak ilan ediyorlar.

Türkiye’nin kurucuları Almanların  “ari” /ırkçı, İtalyanların  “latin” /ırkçı, SSCB’nin  “komünist” /ideolojik, İspanya’nın  “faşist” /ideolojik olmayanları yurttaştan saymadığı bir zaman diliminde vatandaşlığın ölçüsünü  “Ne Mutlu Türk’üm Diyene”  söylemi gibi bir aidiyet hissine bağlamıştı. 

Bugün bu malum zevat, Cumhuriyetin  “Ne Mutlu Türküm Diyene”  gibi kavrayıcı, kapsayıcı ve içselleştirici ilkesini mahkûm etmeye çalışmaktadır. 
Dahası da var: Sıra çocukların ilkokullarda okudukları “Andımız” a gelmiştir. Bunun devamında da  “ırk”  kavramı içinde geçiyor diye İstiklal Marşı’na yönelik eleştiriler yavaş yavaş gündeme sokulacaktır.

Türkiye’de 1919’ların yeni şartları oluşmuştur. Kurtuluş Savaşı öncesindeki bütün yıkıcı aktörler birer birer asıllarına rücu etmişlerdir: İngiliz Muhipleri Cemiyetinin mandacı üyeleri yatmış, Amerikan ve AB muhiplerinin mensubu olarak yeniden uyanmıştır. O günün mütareke gazetecileri bugünün 2. Cumhuriyetçi gazetecileriyle yer değiştirmiş gibidir. Dünün Damat Ferit zihniyeti bugünün “özür dileme korosu” olarak zuhur etmiştir. Sevr’in zorunlu müdafileri bugünün zorunlu federasyoncu/eyalet savunucuları olarak zuhur etmiştir. İşgal güçlerinin İstanbul’a girişini sevinçle karşılayan güruh, bugün  “Hepimiz Ermeniyiz!” sloganı ile sokaklara çıkmıştır. 

Hürriyet ve İtilaf, İslam Teali, Hınçak ve Taşnak ile Kürdistan Teali Cemiyetinin manevi evlatlarıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin manevi hatıraları arasında kıyasıyla bir mücadele sürmektedir. Güçlenmiş bölücü ve yıkıcı zevat, ritüel, sembol, simge üzerinden Cumhuriyet ve devlet yıkıcılığı yapmaktadır. Mücadelenin kaderini, dün olduğu gibi bugün de millî iradeyi arkasına alanlar tayin edecektir.