1) Fethullah Gülen’in bedduası sehven (yanlışlıkla) Sarıgül’e gitti. O beddua videosuna baktım, o bedduanın açı ayarı yanlıştı, havaya doğru üfürdü, biz de bu toprağın çocuğuyuz bolca üfürükçü gördük, hepsi cemaatin baş surat ayarına göre üfürüyordu. Cemaatten eskiden tanıdığım yazar arkadaşlar var, telefonla aradım, bak kardeşim, bu bedduanın açı ayarları yanlış, gerçi siz topçuları Balyoz’da içeri tıktınız ama, gidin onlardan ders alın, çünkü, topçular iyi bilir, ancak topçular da kısa mesafede çalışır, Pensilvalya’dan salladığına göre, beddua uzun menzilli kıtalararası, FBI’dan destek almalıydı. Çünkü bu kıtalararası füzelerde ciddi sorun vardır, bir küçük hesap hatası füzeyi yörüngeye oturtabilir, ve artık kimin başına gelirse.
Fethullah Gülen’in beddua videosuna iyi bakın, havaya salladı, benim de kanaatim odur, beddua yörüngeye oturdu ve sonra felaketi gördünüz, Sarıgül’ün başına indi.
Ülkemizde bir ‘kehanet’ artık beden buldu, kehanet: cemaat kime dokunduysa o yanıyor, bu kural değişmedi ve Bermuda Şeytan Üçgeni efsanesi gibi zihinlerimize kazıldı, şimdi CHP ve başkanının tek işi, eline yüzünü bulaşmış gözlerini yakmış bu zehirli balıktan nasıl kurtulacağını nasıl açıklayacağını neler uyduracağını kara kara düşünmek.
CHP cemaat ilişkisi öyle böyle manyakça bir ittifak değil resmen insan aklına düzenlenmiş bir gerilla baskını.
Bu seçimlerin hiç mi iyi sonucu yok, olmaz olur mu, halkımız Cumhuriyet’in en köklü partisini cemaat belasından korudu işte, bundan büyük ‘hayır mı’ olur.
Asıl şunu merak ediyorum, şu İstanbul gazetecilerini Sarıgülcü yapan sebepler nelerdir? Biri bunu açıklasın. Hırsızlıkların bu kadar aşikar olduğu bir ortamda, AKP’nin yüzde on-onbeş oranında dahi oy alamaması lazımdı. Siz hala oyumu yüzde on artırdım diyorsunuz.
BUNLAR ANCAK SOPALAŞMIŞ KELİMELERDEN ANLAR
Bir Gezici gençliğin neşeli coşkun suratına bakın bir de Sarıgül ve Ayaydın’ın suratına, bunlar yan yana gelir mi kardeşim, kim getirdi, bu ucube sosyal düzeni pardon dümeni kim kurdu.
Kardeşlerim, aşırı iletişim çağında yaşıyoruz, Anadolu’da hayat akşam altıda biter ve aile fertleri TV karşısına dizilir.
Reklamcılar iyi bilir halkın kullandığı ve alıştığı ‘malın’ aynısını benzerini satmak imkansızdır. Bu insanların beyinleri sünger gibi Tayyip’i emmiş, yeterince yalanla dolmuş, beyinlerinden salya sümük yalan taşıyor.
Şimdi siz bu beyne girebilmek için ‘aynı malı’ satamazsınız, aynı yalan, aynı şaibe, aynı ‘bozukluk’ bu piyasada çuvallar.
Zihin bir şeye karar vermişse onu değiştirmek imkansızdır, işte reklamcılar bu imkansızı aşmak için şunu söyler, o sünger beyni bambaşka fikirlerle yeniden boşaltacaksın.
Sayın CHP yüksek iradesi, pardon gizli iradesi, şimdi yazdığım bu cümlenin değeri için sizden bir milyon dolar talep etmiyorum, kıyağım olsun, reklam stratejisine buradan başlayacaksın, zihni boşaltmak için, bambaşka bir ‘ürün’le piyasaya girecektiniz, bu pekala Gezi’de ortaya çıkan bir neşeli coşkun ve bambaşka bir umudun resmi olabilirdi.
Siz ise halkın beyninin sünger gibi emip taştığı Tayyip fotoğrafı yerine aynısından tıpkısından benzer bir fotoğraf yerleştirmeye çalıştınız.
Bunca kitap yazdık, milyonlarca okuyucu oluşturduk, bu kurtlar sofrasında bu şöhreti nasıl yaptık sanıyorsunuz, okuyarak, çalışarak, öğrenerek, ama yüzümüze bakan olmadı. Siz bildiğimiz bildik, dediniz.
Sizden bu fikirler için bir milyon dolar talep etseydik, doğru akıllı adam olurduk, adayınız bu yüzden yanlıştı, aynı ürünü piyasaya sürdünüz, oysa halkın beyni sünger gibi aynı ürünle zaten dolmuş, çuvallamanızın sebebi budur, hadi, size bir milyon dolarlık bir kıyağım daha olsun…
Marksistlerin canını sıkan bir soru vardır, işçiler niçin acımasız kapitalist düzene baş kaldırmıyor diye, cevabını şuna benzer gerekçelendirdiler, iş ritmi insanı aptallaştırır. Ritm, uyutur. Darbuka ritmi gibi iş bandı. Araba fabrikasında hergün aynı lastiğin aynı vidasını tekrar tekrar aynı zaman aralığında aynı, tekrar. İşçilerin isyan etmemesinde bu iş ritminin uyutan aptallaştıran bir tarafı var.
Reklamcılar buradan şu sonucu çıkartır, aynı surat uyutur, aynı konuşma düzeni uyutur, aynı kelimeler uyutur… Siz onlarca yıldır aynı Sarıgül suratında ısrar ettiniz. Hiçbir yenilik yok, hiçbir değişiklik renk yok, herkesin ezbere bildiği. Şaşırtıcı büyüleyici çarpıcı şok’e edici zeka delici hiçbir tarafı yok. İnsan Sarıgül suratını bir kere görünce ikinci kez o suratı gördüğünde ilgilenmez, çünkü, önceki konuşmanın aynısı, önceki duruşun bakışın aynısı.
İşte bu özellikleriyle Sarıgül, seçmeni uyuttu ve aptallaştırdı.
Hadi ordan cahil cühela adamlar, Hüsamettin Özkan, Ayaydın zekasıyla kalkmışlar parti dizayn ediyorlar.
İletişimden reklamdan gerçekten hayattan zırnık nasibini almamış dümenci tezgah adamlar. Bizim Sarıgül’le iyi kötü ne derdimiz olsun, bu iletişim tanıtım reklam çağında, stratejiniz tümüyle yanlış, dedik, işte yukarda iki başlık altında niçin yanlış olduğunu anlattık, milyon dolarlarınızı dağıttığınız anketçileriniz reklamcılarınız kalksın yukarıda niçin yanlış olduğunu açıkladığım bu iki sorunun cevabını versin.
AKP ve cemaatle onurunu kaybetmiş ve rezil olmuş bu insanlara, köklerine dönmek için bir fırsat verecektiniz, hırsızlık ve tezgahtan değil bölüşmekten zevk alan, yalanları savunmaktan değil dürüstlükten zevk alan, bir lider takdim edeceksiniz.Sarıgül’ün suratını gören AKP’li seçmen ‘bundan bizde çok var’ dedi.
İnsanla şempanze arasında gen yapısı yüzde 96 aynı. Ancak küçük farklılıklar bizi insan yapar.
Sarıgül’ü Tayyip’den farklılaştıran neydi, bu sorunun cevabı var mı?
Daha durun daha durun çok uğraşacağım bunlarla, kılıçları çektim eski Nihat Genç kimdir hepsine öğreteceğim, bunlar onlar ancak sopalaşmış kelimelerden anlar.
SEÇİM SONRASINI DÜŞÜNMEYİN BUGÜNÜ YAŞAYIN
2) Seçim öncesi Samanyolu TV’yi izliyorum, CHP’nin seçim başarısı için hem çırpınıyor hem ne çok seviniyor…
Aklıma bir Bektaşi fıkrası geldi, Bektaşi’nin çok sevdiği yanından hiç ayrılmasına gönlü razı olmadığı karısı varmış. Birgün hanımının babası hastalanmış gitmiş.
Bektaşi yalnızlıktan hasretten çıldırıyor, nihayetinde hanımından bir telgraf gelmiş, babam iyileşti, dönüyorum, beni karşıla…
Bektaşi atlamış eşeğine karşılamaya gidiyor, ancak, eşeği, mıymıy uyuz tembel bir eşekmiş, ama o gün karşılamaya gittiği gün ne olduysa, eşek coşmuş anırıyor dört nala koşuyor…
Bektaşi, eşeğine: Hayrola köftehor, sana da mı telgraf geldi.
3) Bunu da seçim öncesi hem Ulusal TV’de hem de Halk TV’yle seçim yayınına gittiğim yerlerde anlattım, kayıtlardadır.
Seçimler ne olacak, biz de mutlu olabilecek miyiz, biz de sevinecek miyiz, diye soruyordu halkımız. Onlara şöyle dedim, biz, bugün çok mutluyuz, hayatımızın en güzel günlerini yaşıyoruz, seçim sonrasını düşünmeyin, bugünü yaşayın…
Birgün hoca, köy mezarlığından geçer, mezar taşlarında şöyle yazıyor,‘onbeş gün yaşadı’, ‘on gün yaşadı’. Hoca, şaşırmış, ne demek on gün yaşadı. Köylü, hocam, biz, ne kadar mutlu yaşamışsa, mezar gününe o kadar yaşadı diyoruz.
Derken bir mezar taşına ‘birgün yaşadı’ yazıyormuş.
Hoca, o mutlu yaşanan bir gün’ü merak etmiş.
Köylü, hocam, valla bu aslında hiç mutlu yaşamadı, ancak onu bir gün çok gülerken gördük, köyün delisiyle eşeğini uygunsuz görmüş, başlamış gülmeye, işte biz de bunu görünce çok mutlu oldu deyip o günü mutluluktan saydık.
Seçim öncesi, ne dedim size, AKP’yle cemaat arasındaki teyp kaset yayınları, ne çok uygunsuz yakalandılar, biz de bu hayatta birkaç gün mutlu olduk, hepsi o kadardı.
4) Türkiye’de bir siyasi döngü var, bu sağcı-solcu değil, bir kedi-fare oyunu.
Fareler kedileri sevmez, kediler de fareleri, bu siyasi tartışmayı da fazla uzatmayın, bu kadar.
Bu kedi-fare oyununa sağ-sol adını vererek yanılan yanıltan bizleriz.
Fareler doğuştan hırsızdır, çalacak çırpacak kaçıracak, Kurban olduğum Allah farelerin içgüdüleri fıtratları kemik yapıları beyinleri dişleri her şeyleri ‘çalmaya’ göre sıvışmaya kaçmaya yürütmeye göre yaratmış. Bu yüzden farelerin kedilere karşı olağanüstü bir üstünlüğü vardır, fareler evrim geçirmedi hala fare, ama zamanla kediler şehirleşti konforlu evlerde oturmaya başladı ve evrimleşti.
Tarihin ilk gününden beri süregelen kedi-fare oyununda, hep fareler kazanır.
Nedeni basit, kediler artık konforlu evlerde oturuyor. Hayatında hiç fare görmemiş kediler bile var. Ne demek bu, kediler evrim geçirdi ve bellek kaybına uğradı.
Fareler ise bellek kaybına uğramaz, çünkü onlar yaşamak için çalmak aşırmak zorunda.
Kediler karınları doyduğunda fareleri unutur.
Bu kedi-fare oyununda galip gelmek istiyorsanız, önce belleğinizi unutmayacaksınız, sonra, dar alandaki konforunuza kanmayacaksınız, üç, konfor içinde yaşayan medyacıdan partiliden siyasi bir umudunuz olmayacak, yani özünüze döneceksiniz, pars gibi leopar gibi sayınız azalsa da en temel güdülerinizden vazgeçmeyeceksiniz…
Bektaşi çilingir sofrasını kurmuş tam demleniyor, fare gelmiş peyniri kapıp kaçmış, kovalamış, yine oturmuş tam demleniyor fare gelmiş mezeyi kapmış… Bir iki, isyan etmiş kendine, bir fareyi yakalayamıyorum diye.
Tam o sırada bir arkadaşı uzaktan seslenmiş, hayrola babaerenler!
Bektaşi, ne eren’i, eren olacağımıza keşke kedi olup şu fareyi yakalayabilseydim.