Adı belki İslâm denilmesi 1400 yıl olmuştur ama İslâm dininde bahsi geçen şeriat Adem AS zamanından beri her zaman yaşanmış ve yaşanmaktadır.
Ama din öğretisi öyle bir hale gelmiş ki sanki sadece geçerli olan bizim dinimiz,              diğerleri cehennem de. Allah yeryüzünde yaşayan bütün insanlara aynı şeriatı göndermiş ve şeriat ile amel edilsin istiyor. Allah istiyor da insanlar şeriata gericilik olarak bakmaları nedeniyle ne kadar yaşanıyor düşündürüyor.
HAC - 67:Li kulli ummetin cealnâ menseken hum nâsikûhu fe lâ yunâziunneke fîl emri ved’u ilâ rabbik(rabbike), inneke le alâ huden mustekîm(mustekîmin). Ve Biz, bütün ümmetler için mensek (tek bir şeriat) tayin ettik. Onlar, onunla (o şeriatle) amel ederler (etsinler). Öyleyse emrim konusunda seninle niza etmesinler (çekişmesinler). Sen, Rabbine davet et. Muhakkak ki sen, mutlaka mustakîm (Allah'a doğru istikametlenmiş) olan hidayet üzeresin
Allah'ın, bu gün için yaşandığını bildiğimiz üç dini var. HZ Musa’nın, Hz İsa’nın ve Hz Muhammed Mustafa SAV Efendimizin dini. Üç dinin aynı olduğunu Allah söylüyor.
ŞURA - 13 erea lekum mined dîni mâ vassâ bihî nûhan vellezî evhaynâ ileyke ve mâ vassaynâ bihî ibrâhîme ve mûsâ ve îsâ, en ekîmûd dîne ve lâ teteferrekû fîh(fîhi), kebure alel muşrikîne mâ ted’ûhum ileyh(ileyhi), allâhu yectebî ileyhi men yeşâu ve yehdî ileyhi men yunîb(yunîbu) (Allah) dînde, onunla Hz. Nuh'a vasiyet ettiği (farz kıldığı) şeyi (şeriati); "Dîni ikame edin (ayakta, hayatta tutun) ve onda (dînde) fırkalara ayrılmayın." diye Hz. İbrâhîm'e, Hz. Musa'ya ve Hz. İsa'ya vasiyet ettiğimiz şeyi sana da vahyederek, size de şeriat kıldı. Senin onları, kendisine çağırdığın şey (Allah'a ulaşmayı dileme) müşriklere zor geldi. Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır).
Bu ayette; Hz Muhammed Mustafa SAV Efendimize söylediği "SENİN ONLARI, KENDİSİNE ÇAĞIRDIĞIN ŞEY MÜŞRİKLERE ZOR GELDİ" ifadesinin Hz Peygamberimizin kendisine çağırdığı şeyin ne manaya geldiğine bakarsak.Hz Peygamberin insanları Allah'a davet ettiğini ve bu daveti kabul etmeyenlerin müşrik olduğunu söylüyor.
KASAS - 87:Ve lâ yasuddunneke an âyâtillâhi ba’de iz unzılet ileyke ved’u ilâ rabbike ve lâ tekûnenne minel muşrikîn(muşrikîne). Ve Sana indirildikten sonra, Allah'ın âyetlerinden sakın seni alıkoymasınlar. Ve Rabbine davet et (Allah'a ulaşmaya çağır). Ve sakın müşriklerden olma!
Sahabenin Hz Peygamberimize ulaşmadan önceki durumları dalâlette oldukları ve sahabenin özelliği, hepsi davete icabet etmiş.
ZUMER - 17:Vellezînectenebût tâgûte en ya’budûhâ ve enâbû ilâllâhi lehumul buşrâ, fe beşşir ıbâd(ıbâdi). Ve onlar ki; taguta (insan ve cin şeytanlara) kul olmaktan içtinap ettiler (kaçındılar, kendilerini kurtardılar). Çünkü Allah'a yöneldiler (Allah'a ulaşmayı dilediler). Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!
ZUMER - 18:Ellezîne yestemiûnel kavle fe yettebiûne ahseneh(ahsenehu), ulâikellezîne hedâhumullâhu ve ulâike hum ulûl elbâb(elbâbi). Onlar, sözü işitirler, böylece onun ahsen olanına tâbî olurlar. İşte onlar, Allah'ın hidayete erdirdikleridir. Ve işte onlar; onlar ulûl'elbabtır (daimî zikrin sahipleri).
Sahabe Hz Peygamberin davetine icabet etmiş ve Allah'a ait ruhlarını, Allah'a ulaştırmayı dilemişler Allah'a kul olmuşlar ve Allah hidayete erdirmiş. "Allah, dilediğini Kendisine seçer ve O'na yöneleni, Kendisine ulaştırır (ruhunu hayatta iken Kendisine ulaştırır)."
Sahabenin hepsi Allah Resulünün davetine icabet etmiş ve hepsi Allah'a kul olmuş ve hidayete ermişler, dalâletten kurtulmuşlar. Bu neden ile Allah'ın müjdesini almışlar."Onlara müjdeler vardır. Öyleyse kullarımı müjdele!"(ZÜMER-17)
Başlangıçta sahabenin dalâlette olduğunu söylüyor Allah.
BAKARA - 198:Leyse aleykum cunâhun en tebtegû fadlan min rabbikum fe izâ efadtum min arafâtin fezkurûllâhe indel meş’aril harâm(harâmi), vezkurûhu kemâ hedâkum, ve in kuntum min kablihî le mined dâllîn(dâllîne). Rabbinizden fazl istemeniz size günah değildir. Artık Arafat'tan akın akın geldiğiniz zaman Meş'aril Haram'ın yanında Allah'ı zikredin. Ve sizi hidayete erdirdiği şekilde siz de O'nu zikredin. Doğrusu siz ondan önce (hidayetten önce) elbette dalâlette olanlardandınız.
Demek ki insanlar hidayete ermeden önce Dalâlette olduklarını söylüyor. Hani bugün bizler anamız, babamız Müslüman diye bir müktesep hak mı oluyor. Oysaki hidayete ermemiş ve hidayete nasıl erileceğini bilmeyen kimseler insanları hidayete erdiremez.
YASİN - 21 ttebiû men lâ yes’elukum ecren ve hum muhtedûn(muhtedûne). (Tebliğlerine karşılık) sizden ücret istemeyen (bu) kişilere tâbî olun. Ve onlar, mehdilerdir (hidayete ermiş ve hidayete erdirenlerdir).
Onun için ağzı laf yapan insanların yaldızlı sözlerine kanıp da Allah'tan uzaklaşmayın.
EN'AM - 112:Ve kezâlike cealnâ li kulli nebiyyin aduvven şeyâtînel insi vel cinni, yûhî ba’duhum ilâ ba’dın zuhrufel kavli gurûrâ(gurûran), ve lev şâe rabbuke mâ fealûhu fe zerhum ve mâ yefterûn(yefterûne). Ve böylece peygamberlerin hepsine, insan ve cin şeytanları şman kıldık. Onlar, birbirlerine aldatarak güzel (süslü) sözler vahyederler (fısıldarlar). Ve eğer Rabbin dileseydi, onu yapamazlardı. Artık onları ve iftira ettikleri şeyleri terket (bırak).
İşte hidayetin; Allah'a davet edilen kişinin ruhunu kalben Allah'a ulaştırmayı dilemesi sonucu, Allah'ın kendisine ulaştırması olduğunu yazıyor yüce kitabımız. Süslü söz söyleyen, yalanlayanlar ve hidayete yol diyenler insanların Hz Peygamberin arkasından gitmelerini engellediğini görüyoruz.
Onun için önce hidayete ermeli ki başkaların hidayete erdirebilsin. Hz Peygamber de önce dalâlette imiş, Rabbimiz onu hidayete erdirmiştir.
DUHA - 6:E lem yecidke yetîmen fe âvâ. Seni yetim bulmadı mı? Sonra (seni)(himaye edecek bir kimsenin yanında) barındırmadı mı?
DUHA - 7:Ve vecedeke dâllen fe hedâ. Ve seni dalâlette buldu sonra hidayete erdirdi
Hz Peygamber insanları Allah'a davet ettiği gibi insanları Sıratı Mustakîm'e davet etmiştir.
MU'MİNUN - 73:Ve inneke le ted’ûhum ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin). Ve muhakkak ki; sen, mutlaka onları Sıratı Mustakîm'e davet ediyorsun.
Allah'a davet eder, Allah Resulü Sıratı Mustakîm'e davet etmesinin sebebi, tabi ki Allah emrettiği içinde. Nedenini tefekkür edersek. Allah'a ulaşabilmek için Allah'ın insanın ruhunu Sıratı Mustakîm üzerine, kendine ulaştırmak için çıkardığını görürüz.
NİSA - 175:Fe emmellezîne âmenû billâhi va’tesamû bihî fe se yudhıluhum fî rahmetin minhu ve fadlın ve yehdîhim ileyhi sırâtan mustekîmâ (mustekîmen). Allah'a âmenû olanları ve O'na sarılanları (sarılmayıdileyenleri), Allah kendinden bir rahmetin ve fazlın içine koyacak ve onları, Kendisine ulaştıran Sıratı Mustakîm'e (Allah'a ulaştıran yola) hidayet edecektir, ulaştıracaktır.
Nedeni Allah'ın kendisinin Sıratı Mustakîm üzerinde olduğunu söylüyor. Yani Sıratı Mustakîm bitiyor ve Rabbimize ulaşılıyor.
HUD - 56nnî tevekkeltu alâllâhi rabbî ve rabbikum, mâ min dâbbetin illâ huve âhızun bi nâsıyetihâ, inne rabbî alâ sırâtın mustekîm(mustekîmin). Muhakkak ki ben, benim ve sizin Rabbiniz olan Allah'a tevekkül ettim. Yürüyen hiçbir canlı mahlûk (dabbe) yoktur ki; O (Allahû Tealâ), onun perçeminden tutmuş (O'nun kontrolü altında) olmasın. Muhakkak ki benim Rabbim, Sıratı Mustakîm üzeredir (Sıratı Mustakîm'in kontrolü Allah'tadır).
Allah sahabeyi bize örnek kılmış ama imanlarımızın aynı olmadığı takdirde sahabe gibi olamayacağımızı, bu neden ile hidayete eremeyeceklerini ayet ile açıklıyor.
BAKARA - 137:Fe in âmenû bi misli mâ âmentum bihî fe kadihtedev ve in tevellev fe innemâ hum fî şikâk(şikâkın) fe se yekfîke humullâh(humullâhu), ve huves semîul alîm (alîmu).Eğer onlar da sizin O'na (Allah'a) îmân ettiğiniz gibi îmân etselerdi, muhakkak ki hidayete ererlerdi. Ve eğer (yüz çevirirlerse) dönerlerse, mutlaka bir ayrılık içindedirler (Allah'ın yolundan ayrılmışlardır). Allah, (onlara karşı) sana kâfi (yeterli)dir. O, (herşeyi işiten ve bilen) Semîul Alîm'dir.
Aslında inanmaya iman denir ama Kur’an-ı Kerimde imanın kalbe yazıldığını görüyoruz ki bugüne kadar imanı Allah'ın kalbe yazdığı bilmedikleri için anlatılmamaktadır.
MUCADELE - 22:Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn(muflihûne). Allah'a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah'a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razı oldular. İşte onlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah'ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?
İşte bu kalbe yazılan imanın sahibi kişiyi Allah imanından dolayı hidayete erdiriyor ve cennet ile müjdeliyor.
YUNUS - 9nnellezîne âmenû ve amilûs sâlihâti yehdîhim rabbuhum bi îmânihim, tecrî min tahtihimul enhâru fî cennâtin naîm(naîmi). Muhakkak ki âmenû olanlar ve amilüssalihat (nefs tezkiyesi) yapanlar, îmânlarından dolayı Rab'leri, onları hidayete erdirir. Onlar, altlarından ırmaklar akan naîm cennetlerindedirler.
Eğer insanların hidayete ermesi söz konusu ise mutlaka takva sahibi olurdunuz.
ZUMER - 57:Ev tekûle lev ennallâhe hedânî le kuntu minel muttekîn(muttekîne). Veya: "Muhakkak ki eğer Allah beni hidayete erdirseydi, ben mutlaka takva sahiplerinden olurdum." diyenlerden (olmayın).
İşte sahabe Hz Peygamberin Allah'a davetine icabet etmişler ve hepsi Allah Resulüne tabi olmuşlar (elini öperek tövbe etmişler).
FETİH - 10nnellezîne yubâyiûneke innemâ yubâyiûnallâh(yubâyiûnallâhe), yedullâhi fevka eydîhim, fe men nekese fe innemâ yenkusu alâ nefsih(nefsihî), ve men evfâ bi mâ âhede aleyhullâhe fe se yu’tîhi ecren azîmâ(azîmen). Muhakkak ki onlar, sana tâbî oldukları zaman Allah'a tâbî olurlar. Onların ellerinin üzerinde (Allah senin bütün vücudunda tecelli ettiği için ellerinde de tecelli etmiş olduğundan) Allah'ın eli vardır. Bundan sonra kim (ahdini) bozarsa, o taktirde sadece kendi nefsi aleyhine bozar (Allah'a verdiği yeminleri, ahdleri yerine getirmediği için derecesini nakısa düşürür). Ve kim de Allah'a olan ahdlerine vefa ederse (yeminini, misakini ve ahdini yerine getirirse), o zaman ona en büyük mükâfat (ecir) verilecektir (cennet saadetine ve dünya saadetine erdirilecektir).
Allah Resulünün üzerine nuru ile tecelli eden Rabbimizin nurunu öpmüşler ve tövbe etmişler Allah'ta onları mağfiret etmiş.
NİSA - 64:Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi), ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfere lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen). Biz, resûlleri ancak Allah'ın izniyle, kendilerine itaat edilsin diye göndeririz. Onlar, nefslerine zulmettikleri zaman eğer sana gelselerdi (tâbî olsalardı) ve Allah'tan mağfiret dileselerdi, Resûl de onlar için mağfiret dileseydi; Mutlaka Allah'ı tövbeleri (her iki tarafın mağfiretini, tövbesini) kabul eden ve rahmet gönderici olarak bulurlardı.
İşte sahabe Allah'ın ümmi nebi Resulüne ulaşıp tövbe etmişler. Hepsi felaha (kurtuluşa) ulaşmışlar.
A'RAF - 157:Ellezîne yettebiûner resûlen nebiyyel ummiyyellezî yecidûnehu mektûben indehum fît tevrâti vel incîli ye’muruhum bil ma’rûfi ve yenhâhum anil munkeri ve yuhıllu lehumut tayyibâti ve yuharrimu aleyhimul habâise ve yedau anhum ısrahum vel aglâlelletî kânet aleyhim, fellezîne âmenû bihî ve azzerûhu ve nasarûhu vettebeûn nûrellezî unzile meahu ulâike humul muflihûn(muflihûne). Onlar ki, yanlarındaki Tevrat'ta ve İncil'de yazılı buldukları ümmî, nebî, resûle tâbî olurlar. Onlara ma'ruf ile (irfanla) emreder, onları münkerden nehyeder ve onlara tayyib olanları (temiz ve güzel olan şeyleri), helâl kılar. Habis olanları (kötü ve pis şeyleri), onlara haram kılar. Ve onların, ağırlıklarını (günahlarını sevaba çevirip, günahlarının ağırlığını) kaldırır. Ve üzerlerindeki zincirleri, (ruhu vücuda bağlayan bağ ve fetih kapısının üzerindeki 7 baklalı altın zincir) kaldırır. Artık onlar, O'na îmân ettiler ve O'na saygı gösterdiler ve O'na yardım ettiler ve O'nunla beraber indirilen Nur'a (Kur'ân-ı Kerim'e) tâbî oldular. İşte onlar, onlar felâha (kurtuluşa, cennet mutluluğuna ve dünya mutluluğuna) erenlerdir.
İşte bu tövbe öyle bir tövbe ki, kişi hem mümin oluyor, hem de iman sahibi oluyor. Yetmez bütün günahlar sevaba çevriliyor ve doğduğunuz günden çok daha temiz oluyorsunuz. Eğer imanınızı satmazsanız.
FURKAN - 70llâ men tâbe ve âmene ve amile amelen sâlihan fe ulâike yubeddilullâhu seyyiâtihim hasenât(hasenâtin), ve kânallâhu gafûren rahîmâ(rahîmen). Ancak kim (mürşidi önünde) tövbe eder (böylece kalbine îmân yazılıp, îmânı artan) mü'min olur ve salih amel (nefs tezkiyesi) yaparsa, o taktirde işte onların, Allah seyyiatlerini (günahlarını) hasenata (sevaba) çevirir. Ve Allah, Gafur'dur (günahları sevaba çevirendir), Rahîm'dir (rahmet gönderendir).
FURKAN - 71:Ve men tâbe ve amile sâlihan fe innehu yetûbu ilallâhi metâbâ(metâben). Ve kim (mürşidi önünde) tövbe eder ve salih amel (nefs tezkiyesi) işlerse, o taktirde muhakkak ki o, tövbesi kabul edilmiş olarak Allah'a ulaşır (hayattayken ruhu Allah'a ulaşır).
İşte bu tövbenin kabul olan tövbe olduğun Allah söylüyor ve bu tövbe nefsin ıslahını sağlıyor.
Sahabeye bu yetmemiş ve Allah Resulü ile bir üst teslimiyete giderek fizik bedenleri de Allah'a teslim etmişler. Ama bugün bunlardan hiç bahsedilmiyor.
AL-İ İMRAN - 20:Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi). Eğer seninle tartışmaya kalkarlarsa, o zaman de ki: "Ben ve bana tâbî olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik." O kitap verilenlere ve ÜMMÎ'lere de ki: "Siz de (fizik vücudunuzu Allah'a) teslim ettiniz mi?" Eğer teslim ettilerse o zaman (onlar) andolsun ki; hidayete ermişlerdir. Eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen (görev) ancak tebliğdir. Allah kullarını BASÎR'dir (görendir).
Allah'ın her emrini fizik bedenleri ile yapan bu kişilere yani muhsin kişilere;
NİSA - 125:Ve men ahsenu dînen mimmen esleme vechehu lillâhi ve huve muhsinun vettebea millete ibrâhîme hanîfâ(hanîfen), vettehazallâhu ibrâhîme halîlâ(halîlen). O kişiden, vechi (fizik vücudu) dînde daha ahsen kim vardır? O kişi ki; vechini (fizik vücudunu) Allah'a teslim etmiş ve muhsinlerden olmuştur ve hanif olarak Hz. İbrâhîm'in dînine tâbî olmuştur. Ve Allah, Hz. İbrâhîm'i dost ittihaz etmiştir.
Bu teslimiyetten sonra Sahabede insanları Allah'a davet etmeye başlamıştır.
FUSSİLET - 33:Ve men ahsenu kavlen mimmen deâ ilâllâhi ve amile sâlihan ve kâle innenî minel muslimîn(muslimîne). Allah'a davet eden ve salih amel (nefs tasviyesi) yapan ve: "Muhakkak ki ben teslim olanlardanım." diyenden DAHAGÜZELSÖZLÜ kim vardır?
Bu güzel sözlü insanlar herkesin dünya ve ahiret saadeti için Allah yolunda cihat etmişler.
Bir süre sonra bu veçhlerini Allah'a teslim etmiş güzel insanlar Daimi zikre ulaşmışlar ve nefslerini de Allah'ın emirlerini yerine getirdikleri için nefsleride Allah'a teslim olmuş.
İBRÂHÎM - 44:Ve enzirin nâse yevme ye’tîhimul azâbu fe yekûlullezîne zalemû rabbenâ ahhırnâ ilâ ecelin karîbin nucib da’veteke ve nettebiır rusul(rusule), e ve lem tekûnû aksemtum min kablu mâ lekum min zevâl(zevâlin). Azabın onlara geleceği gün ile insanları uyar. O zaman zalimler şöyle diyecek: "Rabbimiz, bizi yakın bir süreye kadar tehir et (bize zaman ver). Senin davetine icabet edelim ve resûllere tâbî olalım." Daha önce "sizin için bir zeval olmadığına" yemin eden siz değil misiniz?
AL-İ İMRAN - 190nne fî halkıs semâvâti vel ardı vahtilâfil leyli ven nehâri le âyâtin li ulîl elbâb(ulîl elbâbı). Hiç şüphesiz; göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, elbette ulûl'elbab için nice deliller vardır.
AL-İ İMRAN - 191:Ellezîne yezkurûnallâhe kıyâmen ve kuûden ve alâ cunûbihim ve yetefekkerûne fî halkıs semâvâti vel ard(ardı), rabbenâ mâ halakte hâzâ bâtılâ(bâtılan), subhâneke fekınâ azâben nâr(nârı). O (Ulûl'elbab) ki; (lübblerin, Allah'ın sır hazinelerinin sahipleri), onlar ayakta iken, otururken ve yan üstü yatarken (hep) Allah'ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında tefekkür ederler. (Ve derler ki): "Ey Rabbimiz! Sen, bunları bâtıl olarak (boşuna) yaratmadın. Seni tesbih (tenzih) ederiz. Bizi, ateşin azabından koru."
Ehli zikir olan Sahabe bir süre sonra İHLAS'A ulaşmışlar ve halis muhlis katışıksız olmuşlar.
BEYYİNE - 5:Ve mâ umirû illâ li ya’budûllâhe muhlisîne lehud dîne hunefâe ve yukîmûs salâte ve yu’tûz zekâte ve zâlike dînul kayyimeh(kayyimeti). Ve onlar, Allah için hanifler olarak dînde halis kullar olmaktan (nefslerini halis kılmaktan) ve namazı ikame etmekten ve zekâtı vermekten başka bir şeyle emrolunmadılar. İşte kayyum dîn (kıyâmete kadar devam edecek dîn) budur.
İşte kimsenin işine karışmayan ve kırmayan bu güzel insanlar. Sadece insanları Allah’a davet etmişlerdir.
BAKARA - 139 :Kul e tuhâccûnenâ fîllâhi ve huve rabbunâ ve rabbukum, ve lenâ â’mâlunâ ve lekum a’mâlukum ve nahnu lehu muhlisûn(muhlisûne). De ki: "Allah hakkında bizimle mücâdele mi ediyorsunuz? O, bizim de Rabbimizdir sizin de Rabbinizdir. Bizim amellerimiz bize, sizin amelleriniz de size aittir. Ve biz, onun için ihlâs sahibi (muhlis) (kul)larız."
Bu güzel insanlar daha sonra Allah'ın huzurunda Nasuh tövbesi yaparak başlarının üzerine bir nur verilerek SALİH kullardan olmuşlar.
TAHRİM - 8:Yâ eyyuhellezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ(nasûhan), asâ rabbukum en yukeffire ankum seyyiâtikum ve yudhilekum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru, yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meah(meahu), nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vagfir lenâ, inneke alâ kulli şey'in kadîr(kadîrun). Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Allah'a Nasuh Tövbesi ile tövbe edin! Umulur ki Rabbiniz, sizin günahlarınızı örter ve sizi altından nehirler akan cennetlere koyar. O gün Allah, nebîleri ve O'nunla beraber olanları mahzun etmez. Onların nurları, önlerinde ve sağlarında koşar. "Rabbimiz, bizim nurumuzu tamamla ve bize mağfiret et (günahlarımızı sevaba çevir). Muhakkak ki Sen, herşeye kaadirsin." derler.
İşte artık kemalâtta en son noktaya ulaşarak hepsi İRŞADA ulaştılar.
HUCURAT - 7:Va’lemû enne fîkum resûlallâh(resûlallâhi), lev yutîukum fî kesîrin minel emri le anittum ve lâkinnallâhe habbebe ileykumul îmâne ve zeyyenehu fî kulûbikum, ve kerrehe ileykumul kufre vel fusûka vel isyân(isyâne), ulâike humur râşidûn(râşidûne). Ve aranızda Allah'ın Resûlü olduğunu biliniz. Eğer işlerin çoğunda size itaat etseydi, mutlaka sıkıntıya düşerdiniz. Fakat Allah, size îmânı sevdirdi ve onu kalplerinizde müzeyyen kıldı. Küfrü, fıskı ve isyanı size kerih gösterdi. İşte onlar, onlar irşad olanlardır.
Sahabe artık gökteki yıldızlar gibi olmuşlar ve Allah'ın Resulü varken, bunlarda insanlara irşat görevi ile görevli olmuşlar. Sahabeye de tabi olan insanlar olmuş bunlara “TABİİN” denmiş. Tabiine tabi olarak irşad olanlara da “TEBE TABİİN” denmiştir.
TEVBE - 100:Ves sâbikûnel evvelûne minel muhâcirîne vel ensâri vellezînettebeûhum bi ıhsânin radıyallâhu anhum ve radû anhu ve eadde lehum cennâtin tecrî tahtehel enhâru hâlidîne fîhâ ebedâ(ebeden), zâlikel fevzul azîm(azîmu). O sabikûn-el evvelîn (evvelki hayırlarda yarışanlardan salâh makamında iradesini Allah'a teslim ederek irşada memur ve mezun kılınanlar): Onların bir kısmı muhacirînden (Mekke'den Medine'ye göç edenlerden) bir kısmı ensardan (Medine'deki yardımcılardan) ve bir kısmı da onlara (ensar ve muhacirîne) ihsanla tâbî olanlardandı. (Sahâbe irşad makamına sahip oldukları için onlara tâbî olundu). Allah, onlardan razı ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razıdır. Onlara Allah, altlarından ırmaklar akan cennetler hazırladı ve orada ebediyyen kalacaklardır. İşte bu, en büyük (azîm) mükâfattır.
Artık kemalatın son noktasına ulaşan bu güzel insanlar Allah'ın Resulü ile beraber. Kalp gözleri ile Allah'ı görmüşler ve insanları Allah'a ulaştıran yola, Allah'a ruhlarını ulaştırmaları için, dünya ve ahiret saadeti için davet etmişler
YUSUF - 108:Kul hâzihî sebîlî ed’û ilallâhi alâ basîretin ene ve menittebeanî, ve subhânallâhi ve mâ ene minel muşrikîn(muşrikîne). De ki: "Benim ve bana tâbî olanların, basiret üzere (kalp gözüyle basar ederek, Allah'ı görerek) Allah'a davet ettiğimiz yol, işte bu yoldur. Allah'ı tenzih ederim. Ve ben, müşriklerden değilim."
İNŞALLAH SİZLER BU YAZILARI BİLİYORSUNUZDUR DA BEN BU YAZIYI GEREKSİZ YAZMIŞIMDIR. AMA SİZİ BU SEVİYEYE ULAŞTIRACAK BİR HZ PEYGAMBER VARİSİ BİR VELİ RESUL TANIYOR MUSUNUZ? BİLİYORUM SAHABE GİBİ YOK DİYECEKSİNİZ. ZATEN VAR DERSENİZ ALLAHA KARŞI YALANCI KONUMUNA DÜŞMÜŞ OLURSUNUZ DEĞİL Mİ?
PEKİ, NEDEN ALLAH'A HACET NAMAZI İLE SORMUYORSUNUZ? ALLAH’IN SİZE BİR DOSTUNU GÖSTERMİYECEĞİNİ Mİ DÜŞÜNÜYORSUNUZ? SAMİMİ İSENİZ ALLAH'IN SİZE BİR DOSTUNU GÖSTERMİYECEĞİNİ SANMIYORUM.
Hacet namazının kılınışı:
Hacet namazını perşembeyi cumaya bağlayan gecelerde veya kandil gecelerinde kılınması asildir. Ama bütün gecelerde kılınabilir. Önce boy abdesti alınır. Sonra hacet namazına niyet edilir.
Namazda aşağıdaki âyetler okunur:
1. Rekâtta: Subhaneke + Fatiha + 3 Âyetel Kürsî
2. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
2. Rekâtın sonunda : Ettehiyyâtü
3. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
4. Rekâtta: Fatiha + Ihlâs + Felâk + Nas.
Namaz tamamlandıktan sonra Allah’tan hacet neyse o istenir. Allah’tan mürşid istemek için bu namaz kılındıysa mürsid istenir.
Bu namazdan sonra hiç konuşmadan yatmak gerekir. Yatarken kıbleyi sağa alacak şekilde yatak kurulur. Vücudun ön cephesi kıbleye çevrilerek yan üstü yatılır, 3 Âyetel Kürsî okunur ve Allah’tan mürşid istenir. Eğer kişinin haceti mürşid değil de başka bir hedefe ulaşmaksa (zahirî veya Batıni bir hedef olabilir) o hedefe ulaşmak istenir. Sessiz zikir (hafî zikir) bu istekten sonra baslar. Yanüstü yatıldığı için sağ kulak yastığa gelecektir. Bas biraz sağa, sola oynatılarak kulakta kalbin atışlarının, basınç sebebiyle rahatça duyulacağı pozisyona gelinir. Ve kalbin her çift atışında “Allah, Allah” diyerek kişi Allah’ı zikr-i hafî ile (yani sessiz olarak) içinden zikredecektir.
Eğer ilk namazdan sonra yatıldığında birşey görülmez ise tekrar tekrar, her perşembeyi cumaya bağlayan gece namaza devam edilmelidir. Her gece de kılınabilir.