Zorunlu birkaç ihtiyaç için markete girdim. Sebze reyonuna geçtim. Taze soğan ve sarımsak almak niyetindeydim. Taze soğanın demeti 10,50 TL. Önce, yanlış okudum sandım. Tekrar baktım, hayır, doğru okumuştum. Soğan demetini elime aldım, içleri boş gibiydi. İçimden hem pahalı hem de iyi değil diye söylenerek sarımsağın yanına geldim. Yaşlıca bir bey bana hitaben; “dereotu 10 lira” dedi ve devam etti: “Bunlar bugün mü yetişmiş, nasıl 10 lira oluyor, bu nasıl fiyatlandırma!” dedi. Gösterdiği yere baktım; evet, dereotu 10,50 TL. idi. Adamcağız söylenmeye devam etti ve “Hani bu marketlere müfettiş gönderip denetleyeceklerdi! Belli ki buralara kimse uğramamış. Şu fiyatlara bakın! Ayıptır, ayıp!” dedi. Ben de “Denetlemek çözüm değil, sorun üretimle çözülür.” dedim. O, beni duymamış gibi elindeki poşeti gösterip “Biraz bakla aldım, indirim yapmışlar.” dedi. Poşete baktım, içinde bakladan başka bir şey yoktu. O da yarım kilo ya da daha azdı.

Canım sıkılmıştı. O bir yöne ben başka bir yöne yürüdük. Patatesin bulunduğu yerde yine karşılaştık. Fiyatı 7,90 olan patatese baktık, kaldık. Etikette, “Adana, taze patates” yazıyordu. Elbette doğru değildi. Taze patatesin nasıl olduğunu bilecek yaşlardaydık. Ben, patatesin hem çok pahalı hem de çok kötü olduğunu söyledim. İkimiz de almadık. Adamcağız söylene uzaklaştı. Ben marketten çıkarken başka bir hanıma dert yanıyordu.

Patatese ihtiyacım olduğu için mecburen başka bir markete uğradım. Burada biraz daha iyi durumda olan patatesin kilosu 8,99 TL idi. Almak zorundaydım. Ben patates seçerken gençten bir adam yaklaştı. Patatesin fiyatını görünce, “Bu ne yaaa! 9 liraya patates mi olurmuş!” dedi.

Marketlerde hanımların şikâyetine alışkınımdır da erkeklerin şikâyetiyle ilk kez karşılaşıyordum. Önceki marketteki adam büyük ihtimal emekliydi ama bu, gençti. Acaba işsiz miydi? Ben bunları düşünürken o, “Her geçen gün durum kötüye gidiyor. Ne olacak böyle diye?” sordu. Sohbeti siyasete çevirmemek için, başka bir markette fiyatın 7,90 olduğunu ama buradaki patatesin biraz daha iyi olduğunu söyledim. Bana bakıp, “Acaba filanca  markete mi gitseydim? Belki orada daha ucuzdur.” dedi. “Olabilir!” diye cevapladım ve patatesleri alıp kasaya ilerledim. O ne yaptı görmedim. Belki de daha ucuz patates bulacağını ümit ettiği markete gitmişti.

Evet, insanlar market, market dolaşıp ucuz alışveriş yapmanın peşinde koşuyor. Bu anlattığım sadece benim şahit olduğum iki örnek. Çünkü hem firmalar hem de fiyatlar iyice azgınlaştı; durmuyor… Vatandaş sahipsiz. Ne yapacağını, nasıl geçineceğini bilemiyor. Bir oraya bir buraya koşuyor. Emekli deseniz, o banka senin bu banka benim geziyor; hangi banka daha fazla promosyon veriyorsa maaşını o bankaya taşıyor… Bir tanıdığım anlattı: “Gitmediğim banka kalmadı. En uygunu filanca bankaydı, ona taşıdım maaşımı…”

İnsanlar perişan, insanlar aç… Fırınlardan bayat ya da ıskarta ekmek soruyorlar. Çöplerden yiyecek topluyorlar. Hayatın içinde olan herkes bu gerçeklerle her gün yüz yüze geliyor. Ve tüm bu gerçekler ortadayken gözleri ışıl ışıl parlayan Maliye Bakanı, “Türkiye ekonomisini kurtardık. Dünya, Türkiye Ekonomi Modeli’ ni izlemeye aldı.” şeklinde tuhaf açıklamalar yapabiliyor.

Çok yüksekten aşağılara bakarsanız, yerdekileri ufacık görürsünüz. Bizi yönetenler oturdukları yüksek koltuklardan bakınca ekonomik sıkıntılar onlara çok önemsiz geliyor demek ki… Ya da dünya, “Türkiye Ekonomi Modeli” ni izlemeye aldı derken, Bakan beyimiz, beyninin arka planında neler yaşıyordu, bilemiyoruz. Gözlerden fışkıran ışığı görebilsek de beynin içinde gezinen aklın nasıl çalıştığını göremiyoruz ne yazık ki… Ancak, dünyanın bizi “bu insanlar hâlâ nasıl ayakta duruyor” diye merakından izlediğini tahmin edebiliyoruz. Türk insanının bu derece ağır ekonomik şartlara nasıl dayandığı konusu psikolojinin ya da ne bileyim sosyolojinin konusu olabilir. Bilimsel bir vakayız anlaşılan…

Öte tarafta, günlerdir bir Çanakkale köprüsüdür gidiyor. Tüm yandaş kanallarda günlerdir köprünün açılışı ile ilgili programlar yapılıyor. Muhalif kanallar ise köprünün fiyatına takmış durumda. Nasıl takmasınlar, hazret çıkmış köprü geçiş ücreti için “200 liracık, pahalı mı?” diye soruyor. Hiç pahalı olur mu? Şunun şurasında 200 liracık ne ki! *

“Okul, kızımdan mezuniyet fotoğrafı için yüz lira istemiş. Yok ki! Nereden vereyim…” diye kıvranan, “İnanın size mesaj atmaktan utanıyorum, sizleri rahatsız etmek istemiyorum ama maddi sıkıntılarımız hiç iyi değil, biliyorum hepimiz kötü bir süreçteyiz. Diyorum bir yardım eli uzatan olursa, bizi de unutmayın.” diye utana sıkıla mesaj atan annelere sormak gerek bu “200 liracık, pahalı mı?” sorusunu ya da “Günaydın ablam, soğukta hasta oldular çocuklar. 4-5 torba kömür yardımı yapan yok mu acaba?” diye yakınmak zorunda kalan gururlu babaya ya da ucuz patates bulmak için market market dolaşan adama…

İnsanlar aç, insanlar perişan, insanlar işsiz. Anneler tencere kaynatma derdinde… Babalar ise evlerini geçindirme…

Yirmi yıldır yatırım olarak duyduğumuz, “Köprü yaptık, yol yaptık…” Hiç, fabrika yaptık, şu kadar insana istihdam sağladık, gençlerimize çalışacak ortamlar yarattık, dediklerini duyduk mu?

Atatürk, o savaş ve yokluk ortamında tam 47 fabrika yaptı. Hepsi alanında birer abideydi. Bunlar yirmi yıldır iktidardalar, Atatürk’ün bir fabrikasının benzerini olsun yapabildiler mi? Anca yol yapsınlar, köprü yapsınlar. Ha bir de ihtişamlı camiler ve saraylar yaptılar. Halkın, bunların hangisine ihtiyacı var? Hangisi karnımızı doyuruyor, çocuklarımıza iş imkânı sağlıyor?

Bırakın fabrika yapmayı, Cumhuriyet’in tüm birikimlerini sattılar. Çiftçiyi bitirdiler, esnafı bitirdiler… Ülkeyi Rusya buğdayına mahkûm ettiler. Buğday ambarı Türkiye’de, buğday bırakmadılar.

Gerçek enflasyon %100’ü çoktan geçti. Tüketici faizleri yıllık %56’ya dayandı. Kredi kartı faizleri %1,80-2,10 arasında. Bunlara göre “Nass” lar sadece politika faizi için geçerli demek ki… Benzin 25 liraya yaklaştı. Dünyada petrol fiyatları düşse bile bizde tam tersi oluyor; akaryakıt fiyatları yükseliyor. İnsanlar özelleştirilmiş elektrik kartellerinin eline düşürüldü. Fahiş faturalar hem cep yakıyor hem de can…

Her şey el yakıyor… İnsanlar zorunlu ihtiyaçlarından bile vazgeçmek zorunda kalıyorlar. “Peynirin kilosu 100 lirayı geçmiş. Artık peynir yemekten vazgeçeceğiz” diyen, etin yüzünü unutan insanlar var, bu ülkede…

Bu gidiş nereye kadar?

Bu ülkenin insanlarını yoksullaştırdınız, dilenci durumuna düşürdünüz. Bir kuru soğana muhtaç hale getirdiniz ve hâlâ ekranlara çıkıp, enflasyonu şöyle düşüreceğiz, ekonomiyi böyle kurtardık diye konuşuyorsunuz. Dövizi önce 18 liraya fırlatıp, birilerini zengin ettiniz, ardından da 14 liraya düşürüp, bunu başarı olarak anlattınız.

Ayıptır, günahtır…

O koltuklarda daha ne kadar oturacağınızın hesabını yapadurun, bu millet her şeyin farkında… İktidarınızı, market market gezen vatandaş sandığa gömecek, bilesiniz…

Çünkü bu millet bir kuru soğana muhtaç olmayı hak etmiyor…

Bu, geçmişi, şanla, zaferlerle bezenmiş Türk milleti insanca yaşamayı hak ediyor…

Tülay Hergünlü

İstanbul, 22 Mart 2022

* Aslında 15 Euro+KDV yani yaklaşık 290 lira. Gidiş dönüş, 580 lira.