Cumhuriyet’in kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, sadece savaş kazanmakla bir ülkenin tam bağımsız olamayacağının farkındadır. Gerek cephede gerek de cephe sonrasında hayata geçirmeyi planladığı bir dizi aydınlanma projeleri üzerinde kafa yormaktadır. Bu projelerin yasalaşması için öncelikle halkın egemenliğinin oluşturduğu bir Meclis gerekmektedir.

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) açılır ve “egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait” olduğu dünyaya ilan edilir.

1 Kasım 1922’de iki başlılığa son verilir. Alınan bir karar ile Hilâfet ve Saltanat birbirinden ayrılarak, Saltanat kaldırılır. Padişah’ın, tüm Müslüman milletlere önderlik etme görevine son verilir. Zaten Padişah, fiiliyatta böyle bir görevi hiçbir zaman tam manasıyla uygulama alanı da bulamamıştır.

29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edilir ve 101 pare top atışıyla dünyaya duyurulur. O günden itibaren Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin yönetim şekli Cumhuriyet’tir.

3 Mart 1924 tarihinde üç büyük devrim kanunu yürürlüğe girer. Bunlar; 1. Tevhidi Tedrisat (Öğretim Birliği) Kanunu 2. Hilafetin İlgası (Halifeliğin kaldırılması) 3. Şeriye ve Evkaf Vekâleti (Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı) ile Erkan-ı Harbiye Umumiye Vekâleti’nin (Genelkurmay Bakanlığı) kaldırılmasıdır.

Bu hayatî devrim yasalarıyla, Cumhuriyet’in temel nitelikleri, özellikle laik nitelikleri ortaya çıkmaya başlamıştır. Mahalle mektepleri, medreseler ve din kurallarını esas alan bir eğitim sistemi tarihe karışıyor, bunun yerine akla ve bilime dayalı, çağdaş ve ulusal bir eğitim sistemi getiriliyordu.

10 Nisan 1928 tarihinde laiklik konusunda ciddi bir adım atılır. Anayasa’da yer alan “Türkiye Cumhuriyeti’nin dini İslam’dır” hükmü kaldırılır. Artık milletvekilleri ve cumhurbaşkanı yemin ederken, “Vallahi” yerine “Namusum üzerine söz veririm!” diyeceklerdir.

“Milleti cehaletten kurtarmak için kendi diline uymayan Arap harflerini terk edip Latin esasından Türk harflerini kabul etmekten başka çare yoktur.” diyen Atatürk, uzun zamandır üzerinde çalışılan ve Cumhuriyet’in en büyük devrimlerinden biri olan Harf (Yazı) Devrimi’ni hayata geçirmek için harekete geçer. 20 Mayıs 1928’de TBMM, uluslararası rakamların kabul edilerek kullanılmaya başlanması ile ilgili bir yasa çıkarır. Harf reformu için de bir komisyon kurulur. Atatürk, harf reformu için, “bu ya üç ayda olur ya da hiç olmaz” diyerek zaman kaybedilmemesini ister. Çalışmalar hızlandırılır ve Alfabe kısa zamanda tamamlanır. Atatürk 9 Ağustos 1928’de, Sarayburnu Parkı’nda CHP’nin gerçekleştirdiği bir toplantıda, yeni Türk alfabesini davetlilere tanıtarak, Türk Harf İnkılâbı’nı başlatır. Atatürk’ün, Sarayburnu Parkı’nda yaptığı konuşmanın bazı satırlarını önemi gereği alalım:

“Vatandaşlar, arkadaşlar!

…Çok işler yapılmıştır, amma, bugün yapmaya mecbur olduğumuz son değil, lâkin çok lüzumlu bir iş daha vardır: Yeni Türk harflerini çabuk öğrenmelidir. Vatandaşa, kadına, erkeğe, hamala, sandalcıya öğretiniz. Bunu, vatanperverlik ve milletperverlik vazifesi biliniz. Bu vazifeyi yaparken düşününüz ki, bir milletin, bir heyet-i içtimaiyenin yüzde onu okuma-yazma bilir, yüzde doksanı bilmez nevidendir. Bundan insan olanlar utanmak lâzımdır. Bu millet utanmak için yaratılmış bir millet değildir. İftihar etmek için yaratılmış, tarihini iftiharla doldurmuş bir millettir. Fakat milletin yüzde sekseni okuma-yazma bilmiyorsa, bu hata bizde değildir. Türk’ün seciyesini anlamayarak, kafasını birtakım zincirlerle saranlardadır.

Artık mazinin hatalarını kökünden temizlemek zamanındayız. Hataların tashih olunmasında bütün vatandaşların faaliyetini isterim. En nihayet bir sene, iki sene içinde bütün Türk heyet-i içtimaiyesi yeni harfleri öğreneceklerdir. Milletimiz, yazısı ile kafası ile bütün âlem-i medeniyetin yanında olduğunu gösterecektir.”

Daha sonra da milletvekillerine, üniversite öğretim üyeleri ve edebiyatçılara yeni alfabe tanıtılır. Ağustos ve Eylül aylarında da Atatürk farklı illere giderek yeni alfabeyi halka anlatır.

1 Kasım 1928 günü Meclis yeni Türk Harfleri Kanunu’nu kabul eder ve 3 Kasım 1928 günü, bu kanun, Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girer. Sırada Türk milletinin yeni Alfabe ile tanışması vardır.

Basının da desteği ile ülkede yeni Alfabe’nin benimsenmesi, öğrenilmesi ve yaygınlaştırılması amacıyla coşkulu bir çaba başlatılır. Halkın, Latin harflerini kabul edip, hızla okuma yazma öğrenmeye başlamasının başlıca nedeni, Osmanlı’daki okur-yazar oranının hayli düşük olmasıdır. O dönemin kaynakları incelendiğinde, okur-yazar oranının; örneğin, 1918 yılında yüzde 5’i geçmediği görülür.

Osmanlı’da 16. yüzyıldan itibaren yazı dili Arapça ve Farsçanın istilâsına uğramış ve Türkçe konuşma dilinden de uzaklaşılmıştır. Medreselerin resmi dili Arapçadır. Bilim ve edebiyat dili Arapça ve Farsçadır. Türkçe sadece halk arasında yaşamaya devam etmiştir. Yazar Feyza Hepçilingirler, “Türkçe, hiç az buz zaman değil, 600 yıl boyunca bilim ve kültür dili olmaktan uzak tutulmuş, yazılı edebiyatın dili olmamış; edebiyat dili o kadar başkalaşmış ki Osmanlıca diye ayrı bir adı almış… Demek ki Türkçe o kadar sağlam bir dil ki, 600 yıl boyunca konuşma dili olarak kullanılmasına karşın yaşadı…” demektedir.

1927 yılına gelindiğinde ise okur-yazar oranı yüzde 10’un biraz üzerinde görülmektedir. Arap harfleriyle yazılan Türkçenin az sayıda okuma-yazma bilenler açısından bile hayli zorlanıldığı gerçeğinden hareket edilecek olursa, okur-yazar oranının bu ölçülere düşmesini normal karşılamak gerekir. Okur-yazar olmayan halkın âdeta sıfırdan başlayarak eğitilmesi, okur-yazarlığın beklenmeyen bir hızla yükselmesine sebep olmuştur.

1 Aralık 1928 tarihinden itibaren gazete, dergi ve benzeri yayınlar, 1 Ocak 1929’dan itibaren de tüm kitaplar yeni harflerle basılacaktır. Bir büyük devrim daha başarıyla gerçekleştirilmiştir.

1928’de Millet Mektepleri açılır. 1929’da yeni harflerle basılan ilk posta pulları piyasaya çıkar. 1930’da Halk okuma odaları, 1932’de Halkevleri açılır.

1932’de Türkçeyi geliştirmek için Türk Dil Kurumu kurulur. Türkçenin her yönüyle ele alındığı ve tartışıldığı Türk Dil Kurultayları düzenlenir. 1936’da Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi kurulur. Türk Tarih Tezi’nin yanı sıra Türk Dil Tezi (Güneş Dil Teorisi) geliştirilir. Güneş Dil Teorisi’nden daha sonra vazgeçilecektir.

Anadolu’da halk ağızlarından Türkçe sözcükler derlenir. Çok sayıda derleme ve derleme sözlüğü ve bunların yanı sıra Osmanlıcadan Türkçeye ve Türkçeden Osmanlıcaya cep kılavuzu çıkarılır. Bu derleme ve tarama çalışmaları sonunda unutulmaya yüz tutmuş çok sayıda Türkçe sözcük dile kazandırılır. Atatürk’ün de çok sayıda Türkçe sözcük ürettiğini ekleyelim. Bunlar arasında “genel, esenlik, erdem, konuk, varsayım, gerekçe ve kurmay” gibi çok sayıda sözcük vardır. Atatürk ayrıca anlaşılmaz geometri terimlerini de; “kare, boyut, uzay, yüzey, çap, teğet, açıortay, dikey, çember, konum” ve benzeri gibi çok sayıda Türkçe sözcüğe çevirmiş ve Geometri adında bir de kitap yazmıştır.

1936’da Halk Odaları, Köy Eğitmenleri, 1937’de Köy Enstitüleri projeleri hayata geçirilir. Hedef, Atatürk’ün de işaret ettiği gibi halkın tamamının okuma ve yazma öğrenmesidir.

Ne yazık ki hedeflenen okuma yazma oranı Mustafa Kemal Atatürk’ün hayata erken veda etmesiyle sekteye uğrar. Türk eğitim sistemi 1945’li yıllardan itibaren iktidara gelenler tarafından zayıflatılır.

27 Aralık 1949 tarihinde imzalan “Türkiye ve ABD Hükümetleri Arasında Eğitim Komisyonu Kurulması Hakkındaki Anlaşma” ile Türk Millî Eğitim Sistemi’nin temeline âdeta dinamit konur. Türk millî eğitim sistemi, işte bu anlaşma ile 1950 yılından itibaren bütünüyle Amerikan çıkarları doğrultusunda şekillenecektir ve öyle de olur. Köy Enstitüsü uygulaması ve onun bir parçası olan Köy Okulu Seferberliği, 1955’te okulsuz ve öğretmensiz köy bırakmamayı hedeflemişti. Bu plan 1946’da duraksatılır ve 1950’de kaldırılır. Millet Mektepleri, Halk Odaları, Halkevleri, Köy Eğitmenleri ve son olarak da Köy Enstitüleri, türlü dalaverelerle kapatılır.

Günümüzde de eğitim sistemi âdeta bir yap-boz tahtasına dönüştürülmüştür. Laik eğitim sistemi yara almış; MEB, cemaatlerin ve Diyanet’in güdümüne sokulmuştur. Arapça dil dayatması, ülkeye sokulan milyonlarca Arap mültecinin de etkisiyle üst düzey yetkililerce “Türkçe öldü” denilecek boyutlara çıkarılmıştır.

Tüm bu olumsuzluklara rağmen, 600 yıllık Osmanlı boyunduruğuna dayanan Türk dili ve aydınlanma devrimleri yaralarını saracak ve sonsuza kadar yaşayacak güce sahiptir.

Cumhuriyet’in devrim yasaları, Cumhuriyet’in kurucuları tarafından yıkılamaz bir temel üzerine inşa edilmiştir. Cumhuriyet yaşadıkça ayakta kalmaya devam edecektir. Bundan hiç kimsenin şüphesi olmasın.

1 Kasım 1922, Saltanat’ın kaldırılmasının 100. yılı ve 1 Kasım 1928, Harf Devrimi yani Türk Alfabesi’nin kabul edilmesinin 94. yılı kutlu olsun.

Tülay Hergünlü – SMMM

Tülay Hergünlü

İstanbul, 1 Kasım 2022

Yararlanılan Kaynaklar:
Sinan Meydan; Mezar Taşı Okuma Kulübü” başlıklı yazı. Sözcü gazetesi, 25 Ocak 2021
Tülay Hergünlü; İngiliz Sicimi’nden Amerikan Bezi’ne -Türkiye’nin Hafızası- 1914-1980, Klaros Yay. 2022