I. Dünya Savaşı'na, Osmanlı İmparatorluğu 1914 yılının sonbaharında, Almanya'nın yanında katılmış ve boğazlar konusu gündeme gelmiştir. Bu nedenle cephenin açılmasının özeti:
ALMANLAR; Baltık-Bosfor-Bosra paralelinde kuracakları bir sistemle, Akdeniz ve Hint Okyanusuna çıkmayı ve buradan dünyaya açılmayı ve Osmanlıyı da köprü olarak kullanmayı amaçlamaktadır.
RUSLAR; Osmanlı İmparatorluğunun sahip olduğu Boğazları ele geçirip, Doğu Anadolu’dan, İskenderun’a inmeyi amaçlamaktadır.
İNGİLİZLER; Kuzeyden ve Batıdan gelebilecek tehlikeleri önlemek için, boğazları elde etmeyi, böylelikle Basra Körfezi’nin, Hint yoluyla Süveyş Kanalı’nın güvenliğini sağlayarak Filistin’e sahip çıkmayı amaçlamaktadır.
FRANSIZLAR da; İngilizlerle birlikte hareket edip, Suriye ve Güney Anadolu’ya hakim olma niyetiyle bu savaşlara katılmışlardır.
İşte bu gerekçelerle, Türkiye'nin Süveyş Kanalı ve Hint Deniz yolu üzerindeki baskılarına son vermek, İstanbul'u zapt ederek Müslüman dünyasını etki altına almak, Almanların, 1915 yılının baharında yapacağı büyük taarruz hesaplarını ertelemek ve dikkatini bu cepheye çekmek olacaktı[1].
Osmanlı ordusunun sıkıntılı ve yorgun olduğu bir dönemde, hükümet görevini yürütenlerin şahsi çıkarlar uğruna yanlış kararlar alması neticesi, “Geliyorum” diyen tehlikelere karşı çanak tutulmuştur. Eğer halkın duyarlılığı olmasa idi, bu cennet vatan çoktan elden çıkacaktı. Sultanın yardım çağrılarına, Anadolu insanı fedakarca yaklaşıp, yokluk içinde iken bile, yardımda yarış yapmıştır. Bu durum aşağıdaki resim ve resim altı yazılarında daha net anlaşılacaktır.
Osmanlı yönetimi; “Düşman ülkeler kapımıza dayandı, Uçaklarımız, gemilerimiz yok” diyordu. Bunun üzerine vatanperver Türk halkı, kollarındaki bileziklerini, parmaklarındaki alyanslarını, boyunlarındaki altın kolyelerini, yastık altında kara gün için sakladıkları akçelerini verdiler. Gelinlik kızlar çeyizlerini satıp, Yavuz, Reşadiye, Sultan Osman gemilerini, uçaklarımızı böyle aldılar.
İngilizler, parası ödendiği halde iki gemimizi teslim etmedi. Buna rağmen satın alınıp sahile yaklaşan gemilerimiz, halkımız tarafından böyle alkışlarla karşılandı. “Allah’ım ordumuzu Muzaffer eyle” diye dua ettiler, sevinç çığlıkları attılar.
Belki de dünya devletleri, Türk Milletinin “Zoru başaran hayat tazı olduğunu, vatanı, milleti, devleti, bayrağı, inancı uğruna hayatını bile hiçe sayabildiğinin farkında değildiler. Başarının sır perdesi, bu duygularda yatmaktadır.


[1] Bulut Ayşe Yazan Nihal, Kahya Rahmi, Türkün Şeref Destanı, Çanakkale Savaşları, İstanbul 1986.