Güvenliği ile övündüğümüz ve huzurlu olmasının dinginliğinde cadde ve sokaklarını arşınladığımız Niğde’miz de bile insanlar birbirinin gözünün içine, acaba canlı bomba olabilir mi şüphesiyle bakmaya başlıyorsa, hiç de küçümsenmeyecek sorunlar yumağıyla karşı karşıyayız demektir.

Siyasal, dinsel tabii ki de ekonomik hedeflere ulaşma amacıyla sivil, resmi, yerel ve genel yönetimlere yönelik baskı ve yıldırma taktiklerini içeren yolları kullanan terör; öncelikli hedefi olarak ülkemizi ön sıraya alırken, içinde barındırdığı amacın çok yönlülüğünü tartışmayı, bu yazıya sığdırmanın imkansızlığında biliyorum.

Lakin ilimizde duvar kenarında unutulan poşet, çöpteki eski valiz, bomba olma ihtimaliyle patlatılıyorsa, güvenlik güçlerimizin hassasiyetini ve olayın ciddiyetini göz ardı etmemek lazım.

Devlet olayları kontrol edemiyor ve güvenlik zaafı varmış zannıyla devlet kurumları ve vatandaşı karşı karşıya getirip güvensizlik ortamında ki karmaşayı körükleyenler, elbet çalışmaya devam edecekler.

Bu kanlı coğrafya da ayakta kalabilen ülkemizi etnik ve dini ayrışmaların kucağına itip hedeflenen böl – parçala – yönet politikalarına alet etmek isteyenlerin tüm çabalarını hüsrana uğratacak  genetik haritamız, moral motivasyonumuzu kaybetmeden, birlik ve dirlik içerisinde bu meşakkatli ve engebeli yolu da aşacaktır.

Kürt politikasında ki; inkar, asimilasyon ve ret etme anlayışının tamamen ortadan kalktığı günümüzde, PKK’nın bu kadar tam teşekküllü saldırması, elbette ki kendi iradesi değil, onu bu yönde kullanan üst akılın ürünü.

Stratejik planlama da Akdeniz havzasını bölüşen ve bence her daim anlaşmalı olarak dünyayı iki kutuplu yöneten Amerika – Rusya gizli ortakları yine başrolde.

Ortadoğu da İsrail’e kardeş kukla bir yapay Kürt devleti çabaları, gizlenemeyen bir realite.

Irak’ta ölen 2,5 milyon, Suriye de ölen 400 bin insanın esemesi dahi okunmazken, bir karabatak figürü ve kimyasal silah hikayesiyle doksanlı yılların başında ortaya konan planlamayla, gasp edilen Müslüman coğrafyası.

 Ve şimdilerde ki versiyonda tüm olanların, yerinden yurdundan edilen, her tür gayri insani tecavüzle karşı karşıya kalmış, sadece göçmen statüsünde perişan haldeki insanların sorgulanması.

 Kendi yaratıp ortaya çıkararak kullandıkları, saçma sapan İslami terör örgütleri adı altında, Müslümanlığın itibarsızlaştırılmaya çalışılması.

Tüm bunlara rağmen dik duran ve perişan mağdurları kucaklayan Yunus’un, Mevlana’nın binlerce yıllık geleneği ve toprakları.

Bazen içimden oyunu kuralına göre oynayıp onların gözüyle “ne halleri varsa görsünler“ hatta ”oh olsun” mantığıyla bakıp içimden geçirmek istiyorum.

Kime mi?

Para verdiği dilencinin üzerine işeyen, yere attığı paraları toplatmak için şınav çektirerek insan onurunu hiçe sayan, patlama anında can çekişenlere yardım etmeyip olay yerinde dudak dudağa öpüşen; Belçikalıya, Hollandalıya…

Suriye de sadece sivilleri bombalayıp demografik yapıyı kendi emellerine göre şekillendirmeye çalışan Rusyalıya…

Ülkemin başkentinde; gerek Merasim sokakta gerekse de Kızılay’ında tonlarca bomba patlatıp Türk – Kürt ayırt etmeden öldürdüğü ispatlı PKK terör örgütünün çadırını, Avrupa’nın başkentinde kurduran Avrupalıya…

Brüksel de ölenlere yas için bayrağını yarıya indiren oysa bu ülkedeki onca terör eylemi ve örgütünü göstermelik kınamalarla, bire bir destekleyen Amerikalıya…

Ama diyemiyorum…

Mustafa Kemal’in, Yunus’un, Şeyh Edebali’nin, Mevlana’nın  gören iç sesiyle diyemiyorum…

Bir Ohh olsun size bile diyemezken…

“Çadırımın Üstüne Şıp Dedi Damladı” adlı şarkımızı mırıldanıyorum…

Çadırınızın  üstüne boomm diye patlayan bombaların, bir gün size döneceğinin hesabını da yapın diyerekten…