“12 Eylül’ü yapanlar” ın Türk siyasetini yeniden yapılandırmak istediklerini ileri süren Bahçeli, “Biz
darbenin hormonlu kurumlarının desteği olmadan, bugüne tırnaklarımızla geldik ve ayakta kalmayı başardık” diyerek, Gülen cemaatine dönük uyarıları üzerinden polemik yaratmak isteyenlere “MHP oyunu bozar” mesajı verdi.

MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin gerek kürsü konuşmalarında, gerek sohbetlerinde tek bir sorunun yanıtı arandı Afyon gezisi boyunca. “Bahçeli, Gülen cemaatine “aslında” ne demek istedi?”
İki gün zarfında, ondan bu konuya dair bir cümle duyabildik sadece: “Sayın Fethullah Gülen’in bugünkü Zaman gazetesini görmesini isterim...”
“O günkü Zaman gazetesi”nde, hayatının bir döneminde “ülkücü hareket” içerisinde bulunmuş kimi isimlerin -üstelik de  “ülkücülükleri” referans gösterilerek- taarruzu vardı MHP’ye.  “Hücum bot”a dönüşmüştü sayfalar; köşeler “dalga” işlevi görecek birer “kürek”! Nitekim gezi dönüşünde gazetecilerle yaptığı sohbette  “Zaman gazetesinin, bir takım kişilerin görüşlerini alırken bu kişilerin şu an için Milliyetçi Hareket Partisi dairesi içinde nerede bulunduklarını da sorgulaması lazım” diyerek tepkisini gösterdi.

Kontrolden çıkmışsa durdursun
“Bizim cemaatle bir polemik içinde olmamız mümkün değil. Biz kendi düşüncelerimizi kamuoyuyla paylaştık. Takdir kendilerinindir” diyen MHP liderine göre yaptığı değerlendirmenin iki önemli püf noktası vardı.
İlki zamanlaması... Gülen’e  “uyarı”sının  “Özellikle yedi İlahiyat Fakültesi öğretim üyesinin evlerinin aranması ve  bir takım eserlerine el konulması olayı üzerine”  olduğuna dikkat çekiyordu Bahçeli.
İkinci olarak, “Pensilvanya ile İstanbul arasındaki olası iletişim, organizasyon, denetim eksikliği”ydi gözardı edilmemesi gereken... Bahçeli tam da bu noktada  “Fethullah Gülen Bey yurt dışında olduğu için Türkiye’deki taraftarları ve cemaatin mensupları fikirlerini farklı bir şekilde mi ortaya koyuyorlar?” sorusunu yöneltiyor ve devam ediyordu:“Yoksa cemaat men-supları birilerinin kontrolünde mi? Farklı bir şey mi var? Biz cemaat bir töhmet, zan altında bırakılmaması gerektiği için tedbirde bulunmalarını istedik. Açıklamamız çok samimi, dürüst bir açıklamadır. “Böyle bir şey eğer kontrolden çıkmışsa bunu dondurun, askıya alın” anlamındadır. Eğer Fethullah Gülen Hoca Zaman gazetesinde okuduklarını tasvip ediyorsa farklı anlam çıkar. Ama orada bizim sözlerimizi teyid eden bir olayla karşılaşıyorsa da düşünmesi lazım. Biz onu ifadeye çalışıyoruz.”



Yeniden tanzim edemeyecekler
İzlenimim o ki, bu sözleri bir tek günün etkisiyle söylemiyordu Bahçeli. 12 Eylül 2010 günü,  “yargı darbesi”ni meşrulaştırmak üzere yapılan referandum öncesinde ülkücü şehitlerin mektupları kullanılarak yürüttülen duygu sömürüsü, yaratılan “bağımsız ülkücü” kavramı ve “muhafazakar taban kayıyor” yaygarasının yarattığı birikim de vardı konuşmasının alt metninde... Nitekim  “Ana faaliyet olarak MHP’siz bir meclis oluşturmaya, etkinliği zayıflatılmış bir MHP yaratmaya dönük yoğun çalışma yürütenleri hayal kırıklığına uğratacaklarından” bahsediyordu laf arasında.
Madem birileri siyaseti yeniden tanzim etmeye girişti, o zaman “geçmiş tecrübeler”  ışığında MHP’nin kendi saflarını “yeniden tanzim edilemeyecek”, mesela taşları yerinden oynatılamayacak “yekpare”  karakterde inşa etme meyli sezdim Bahçeli cep-hesinde. “Oyunu gördüm”  diyordu... Yok yok;  “Biz bu oyunu çok gördük” tü halinin, tavrının tercümesi...
Ki çok sürmedi, eline kalemi kağıdı aldı, Mersin gezisinde, dertleşme havasında gelişen sohbetimizde çizdiğine benzer bir matriksle çiziverdi  “oyun”un sathını:
Bir yanda 12 Eylül darbesinden önce yapılmış son seçimde, 1977’de sandıktan çıkmayı başarabilen dört parti: Adalet Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Milliyetçi Hareket Partisi, Milli Selamet Partisi Diğer yanda 12 Eylül’den sonra bu dört partiyi ve ideolojilerini meclis dışında bırakmayı sağlayacak seçim sistemi alternatifleri...
“12 Eylül’ü yapanlar da siyaseti şekillendirirken tıpkı bugün Burhan Kuzu’nun dediği gibi “Çok parti olsun ama öyle bir mevzuat düzenlemesi yapılsın ki merkez sağ ve merkez soldaki partiler büyük çoğunlukla temsil imkanı bulsun ve bunların dönüşümlü görev aldığı bir parlamenter sistem içerisinde istikrar sağlansın!” diyordu. 1983 seçimlerinde, oluşturulan “yasal zemin” kullanılarak MHP ve MSP meclis dışında bırakıldı...”  dedikten sonra savını özetliyordu Bahçeli: “İki partili sistem 12 Eylül felsefesinin ürünüydü!..”
Şimdi  “hafıza testi”nin tam da yeri:
12 Eylül’ü yapanlar kimlerdi peki?

Referandum yol ayrımı oldu
Benim anladığım, MHP sürüklendiği yol ayrımında bir tercih yaptı 12 Eylül 2010’da. “Evet” diyerek, Bahçeli’nin “etkisi zayıflatılmış MHP” dediği, “iliştirilmiş kuklası” olmak yerine yeni oyunun,  “hayır”da direnip “Meclis’in halkın iradesiyle oluşturulabilmesi için mücadele” kararı verdi. Bu hani şimdi “detoks” diyorlar ya;  “arınma”yı gerektiriyordu... Etrafını saran, nefes almasını engelleyen bütün yüklerinden, kuşatmadan kurtulmayı...
Bu nedenle de rotasını diğer “iktidar adayları” gibi Brüksel yahut Washington’a değil de Anadolu’ya çevirdi...
Yine bu nedenle, “sözünü” medyaya emanet etmek, gazete ve televizyonları “kitleyle iletişim için aracı” kılmak yerine, en ücra köye kadar gidip insanlarının gözüne baka baka anlatmayı tercih etti derdini...
Böylece “katışıksız”, “arı”, “duru”  bir bağ kuruluyordu milletle, sanki ona ait olan doğal bir güdü değilmiş gibi içinden söküp atması istenen “milliyetçilik” duygusu arasında... Yapılan “toplumsal bir şuur inşaası”ydı; ve devşirilmeye karşı setler yükseltiyordu Anadolu’nun dört bir yanında.
Bugüne kadar devşirilenler mi?
Cemaat üzerinden içine çekilmek istendiği polemik onların kendiliğinden su yüzüne çıkmalarını sağlayacak belli ki. Kimin ne olduğu, hangi dili konuştuğu ortaya çıkacak;  jargonları ele verecek “ülkücülüklerinin”  bir maskeden ibaret olduğunu kimilerinin.
Bu anlamda ilk bakışta seçim öncesi elini zayıflatıyor gibi gözüken bu tartışma ortamını, hiç müdahil olmadan izlemek bile, katalizör etkisi yaratacağa benziyor MHP’de. Deyim yerindeyse, su akıp yatağını bulacak bu süreçte... Fikri ile zikri ahenkli, nerde durduğu, ne dediği, neyi hedeflediği konusunda zihni bulanıklık yaşamayan, özüne dönmeş yahut özünü hiç bozmamış  “surlarında gediğe mahal vermeyecek”  bir kadro hareketinin tesisine imkan tanıyan bu ortamda, arkasına baktığında kimseyi göremeyecek olmak belki de en büyük kazanç bir siyasi parti genel başkanına... Hele de, milletin  “istiklali”nin, birilerinin kuyruğuna takılarak değil de, yanyana, omuz omuza yol yürüyerek kazanıldığına dair bir inanç birliği oluşmuşsa etrafında.
“Anı”dan yani Selçuklu Türkleri’nin Anadolu’ya girdiği noktadan ve bir cuma günü alnını secdeye koyarak girmeyi denemek yeniden milletin kalbine... Toroslar’ın havasını solumak, güç depolamak Anadolu içlerine girmeden önce... Seçim beyannamesini Misak-ı Milli’nin kabul yıldönümünde, “Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararlılığı kurtaracaktır” edasıyla açıklamak seçmene... “Dönüşme”den, milliyetçiliğin “emperyalizmin sevimli maskesi” değil de milliyetçilik, milliyetçinin de “kapitalizmin  maskeli bekçisi” değil de milliyetçi kalacağı bir dönemin işaret fişekleri oldu bu dönemde. “Manda” ve “himaye” kabul edilemezdi özetle!
Velhasıl iyidir kimi zaman  “arkandan sıvazlayanının” olmaması, “el” bu belli mi olur bugün okşar, yarın?..
Ve manidar bir sınır çizdi Bahçeli bu eşikte: “Bir MHP’li şahsımla problem yaşayabilir ama Türk Milliyetçiliğiyle asla!..”  “Türk”le asla... “Milli” olanla asla... “Millet”le asla... Haliyle MHP’yi, “millet”in adını söylemekten aciz olanların “himayesi”nde karalayıp “manda”laşanlar, bu “yol ayrımı”nda anlaşıldı ki,12 Eylül’ü yapanların yeniden şekillendirdiği “sistem”in çocuklarıydı. Onlar gitti geride “milletin çocukları” kaldı! Katalizör; özün iktidarına meydan verdi.

Basit Sokrates mantığı
Bahçeli’yle sohbetimizin tamamı semiotik bir deneyimdi Afyon dönüşünde. “Usta-çırak” kavgası sorulduğunda, “Erdoğan bu ara  İbrahim Tatlıses’in Ustam şarkısını çok dinliyor olmalı” dedi. Cumhurbaşkanlığı süresi sorulduğunda “Tartışmak lüzumsuz..” dedi. Başbakan’ın Köşk sevdası hatırlatıldığında “Cumhurbaşkanı olabilmek için aranan şartlar değişti mi?..” dedi. Zekeriya Öz sorulduğunda, “Savcı dışında değişen bir şey yok”  dedi. Kiminde şakayla, kiminde lafı gediğine oturtarak, kimini de  “geç canım geç bunlar boş şeyler” kavlinden, ama en nihayetinde soruların büyük bölümünü “çaktırmadan” geçiştirdi Bahçeli... Onun gündemi  “yakın siyasi tarihi analizin gerekliliği”ydi. Ve bunun için işaretleri okuyabilmek önemliydi. 
Sohbeti Kocayayla’da çok eleştirilen  “erken seçim kararı”nı açıklarken kullandığı ifadeyi tekrarlayarak sonlandırması tesadüf değildi: “Siyasi iktidarın belirleyicisi iç ve dış odaklar olmamalıdır. Belirleyici tek unsur millet iradesi olmalıdır!”
Düşünmeye sevk etmeyi seven bir lider tipi olarak, bir de basit Sokrates mantığı ile bakmayı önerdi resmin bütününe: “A B ise, B de C ise, o zaman A C’dir!”
Ne dersiniz; Emperyalizmin tahtı ABD ise, ABD aynı zamanda  “muhafazakar maskeyle dolaşıp MHP’ye saldıranların bahtının da açıldığı yer” ise, o zaman emperyalizm aslında  “muhafazakar görünümlü devşirmeler” in taşeronu olduğu fikir değil midir Türkiye’de?!
Dalgalandı da duruldu mu?
Sistemin yeniden yapılandırılmasına karşı bilimsel yönden değerlendirme yapacak olursanız başarı plaketlerini ayakta kalanlara vermelisiniz. Sistemin hormonloşmuş kurumlarıyla başarı sağlayanlara itibar edilmemesi lazım. 12 Eylül’ün hormonlaşmış siyasetiyle şekillenen partiler 20-25 sene memleketi yönetmeye kalktı. Başkalarının yönlendirmesiyle sonuç alanlar muteber
insan oluyor kendi tırnağıyla halkla beraber gelmeye çalışanlar ise sıradışı parti oluyor...”
+++
Toplumsal rehabilitasyona ihtiyaç var
Mola yerimiz olan Cumhuriyet Tesisleri’ne girdiğimizde, sekiz yerinden bıçaklanan hamile kadından haber veriyordu televizyon kanalları. “İleri demokrasi” uğruna toplantılar düzenleyen, imzalar toplayanların bu toplumsal olay karşısında “çok sessiz” kalmasına anlam veremeyen Bahçeli, televizyonların yayın politikasını da “tahrik edici” buluyordu:
“Bana göre en büyük yanlış medyanın bu olayları çok ayrıntılı bir şekilde aktarmasında. Mutlaka bir haber niteliği var ama aynı haberi 14 defa tekrarlamanın ne manası var? Garipoğlu hadisesini, medya sayesinde bir cinayet filmi izler gibi izledik. Bu aynı psikolojiyi yaşayanlar için büyük tahrik.
Bir işyerinde doktor bulundurma mecburiyeti koyuyorsun ama televizyonda haberleri verirken danışman bir psikolog yok, sosyolog yok, kültür antropoloğu yok, nasıl bir yayın anlayışı bu!”
“Milletin morale de ihtiyacı var.” diyen Bahçeli, hemen her sohbette olduğu gibi yine bir tür “memleketimden insan manzaraları” anekdotuyla bağlıyor meseleyi:
“Bizim Çukurova’da saat altı, altı buçuk sıralarında radyo açılır, tarlaya giderken radyoda çalan şarkılar, türküler dinlenirdi. Aralarında bozlak yoktu, gazel yoktu, ağıt yoktu.. İnsanlara yüksek heyecan verecek tarzında eserlerdi. Ben şimdiki yayınların toplum üzerindeki etkisini gördüğümde “iletişim fakültelerinde ne yapılıyor” diye merak ediyorum.”
MHP, ‘üzerinde çok düşünülen’ yeni bir stratejinin eşiğinde
MHP lideri Devlet Bahçeli’nin, Fethullah Gülen’e yaptığı, üzerindeki tartışma ve kuşkuları bitirmesi amacıyla cemaatin faaliyetlerini durdurma/askıya alma çağrısını seçime doğru en önemli gelişmelerden biri görülmeli. Bahçeli, açıklamayı, yöneltilmiş bir soru üzerine veya irticalen yapmadı, “Üzerinde çok düşünüldü” mesajı veren bir yazılı metinle gerçekleştirdi.  Bunun da ötesine geçerek rahatlıkla söylemeli ki, açıklamanın arkasında, Bahçeli’nin kurmaylarının tam desteği, teşviki ve ortak fikri de bulunuyor. Yani ortada, “MHP’nin tek hâkiminin görüşü”  diye bakılamayacak bir açıklama var ve mesajlardan bir geri dönüş de beklememeli; aksine, cemaat yeni bir tutum almazsa daha ileri söylem ve adımlar gelebileceğini öngörmeli.  Bahçeli’nin, yaklaşık iki yıl önce, cemaati temsil ettiğini düşündüğü iki akademisyene benzer sayılabilecek mesajlar verdiğini de ayrıca anımsatmalı.

‘Hocaefendi’ hitabı
Bahçeli’nin nazik bir üslup kullandığı; ’Hocaefendi’ hitabını seçtiği; cemaatle ilgili olumsuz tartışmaları Gülen’e mal etmediği, onun kontrolünde görmediği; aksine bunların Gülen’e zarar verdiği vurgusu yaptığı ortak kanı. 
 “Samimiyet ve dostane” diye nitelediği önerilerinin dikkate alınıp alınmaması konusunu da ’Gülen’in takdirine’  bırakan Bahçeli, açıklamayı Gülen’in,  “Biz de kendi üslup ve usulümüze bakalım” mesajı ardından; ama Ergenekon soruşturmasının aralarında partili arkadaşı Abdurrahman Küçük’ün de bulunduğu ilahiyat hocalarına uzandığı bir sırada yaptı. 
Dün MHP kurmaylarından, “Seçim öncesi açıklama size zarar vermez mi, Bahçeli bunu düşünmedi mi?” sorusuna yanıt aramaya çalıştım.  Bahçeli’nin, hiç bu hesaplar içinde olmadığı, her taşın altında cemaatin aranır olmasının Türkiye’ye zarar verdiği inancıyla muhatabına, “Siz dini, yardım ve eğitim amaçlı bir organizasyon musunuz, devleti yönetmeye çalışan bir hareket misiniz?” sorusu yönelttiğinin altı ısrarla çizildi.

Yeni çıkışlar gelebilir
Bundan sonrasında ise Bahçeli’nin açıklaması şu başlıklarda yorumlanabilir:
-  “Haklısınız” deniyorsa; Gülen, yurtdışında kontrolü tam sağlayamadığından bazı çürük elmalar olmuş veya yaşanan olaylarla bağlantılı birileri (dış odak ihtimali de yüksek) cemaatini kullanıyor olabilir. Bu ihtimal karşısında çizgiyi aşanların temizlenmesi cemaatin ve Gülen’in adı için zorunluluktur. 
-  “Haksızsınız” deniyorsa; cemaatin daha fazla zarar görmemesi için inisiyatif alınmalı, durumun netlikle ortaya çıkması için açıklama yapılmalı.
- Takdir Gülen’in kendisinin; ama artık akıl dışı noktalara geliniyor.
Bahçeli’nin açıklamasında, referandum sürecinde partisine yönelik cemaatle birlikte görülen bazı yayın organlarında yapılan, “Haksız, yıkıcı, kindar” diye nitelenen eleştirilerin izlerinin olduğu da açık bir durum.
Bu tartışma/çatışma nereye varır, izleyip göreceğiz; ancak MHP kanadında, cemaate yakın unsurların bu partiye yönelik tutumunu aynen sürdürmesi halinde Gülen’le tartışmanın yeni bir zemine kaydırılması, Bahçeli’nin yeni bir strateji çizmesi doğal bir süreç olacak gibi.