Mücadele edilen olguyu tanımak ve tanımlamak yapılanları anlamanın ilk şartıdır. Yapılan bir analizde olgu başka, analizi yapanların bundan algıladıkları şey daha başka ise, böyle bir analizden gerçeklere uyan bir sonuç elde etmek mümkün olmaz. Türkiye’nin muhatap olduğu bölücü terörü ve kaynaklarını kavramlaştırmakta ülkeyi yönetenler, güdümlü medya ve sözüm ona terörizmi analiz edenler işbirliği içindedir. 
Aracın içindeki kadınları el bombaları ve silahla yaylım ateşine tutarak katleden, düğün basıp damat ve gelin katletmeye çalışan, karnındaki bebeğiyle hamile kadınları öldüren vahşi bir terör söz konusudur. Türkiye’de molotof kokteyli atarak araçları, içindeki kız çocuğuyla birlikte yakan bir insanlık düşmanlığı yaşanıyor. Kuralsız, ahlaksız ve vahşi bir kör şiddet uygulanıyor.
Televizyonlara çıkan malum güruh, milletle alay eder gibi  “devletin soğuk yüzünden”, “tek tipleştirici”  politikalardan,  “Kemalist rejimin kötülüklerinden”  söz ediyor. Ülkede yaşanan terörü uygulanan  “inkâr ve asimilasyon”  politikalarına bağlıyorlar. Bir anlamda terörü, vahşeti ve katliamı değil, devleti tel’in ediyorlar.
PKK pusu kuruyor, saldırıyor onlarca Mehmetçiği ya da sivili şehit ediyor. Buna karşın televizyon müdavimi aydınlar (!) milletin gözlerinin içine baka baka devletin ceberutluğunu dile getiren yorumlar yapıyor! 
Bölücü örgütün kanlı saldırılarını analiz ederek kınayacak, lanetleyecek ve yanlışlığını ifade edecek yerde bu zatlar adeta kanlı eylemlere makul gerekçeler icat etmeye çalışıyor!
Bu bağlamda  “Ergenekon”  ile PKK işbirliğini kurgulayarak, hayallerdeki derin devletin marifetlerini anlatarak, faili meçhulleri (!) ifşa ederek ya da Diyarbakır cezaevinde yaşanan işkenceleri dile getirerek görüşlerini güçlendiriyorlar.
Böylece devlet ve  “Kemalist rejim”  günah keçisi ilan ediliyor! Terör örgütünün işlediği vahşi ve hain cinayetler mecburiyet olarak gösteriliyor! Bölücü terör ve vahşet gözden hem de gündemden kaçırılıyor.
Elbette devleti, rejimi, insanlık dışı uygulamaları sorgulamaya kimsenin itirazı yoktur ve olamaz. İtiraz bölücü saldırıların ardından katliam yapan caniler yerine devleti hedef tahtasına koyan anlayışadır. Bunun da belirli bir amaç için yapılmasınadır. Bütün bunlar bölücü katillerin gerçekleştirdikleri vahşi katliamların gerekçesi yapılıyor. Devletin uyguladığı baskının zorunlu sonucuymuş gibi bir algı yaratılıyor. Bu davranışın bütün sözlüklerdeki karşılığı hıyanettir.
İşlenen vahşi cinayetler, yapılan katliamlar ve terörist saldırılar başka bir şey bu caniliği devlet, Ergenekon gibi kavramların gölgesinde tutmak ise daha başka bir şeydir. Yine dikkatleri devlete, rejime çekmek başka bir şey, bölücü örgütün amaçlarını ve yaptıklarını dikkatten kaçırmak ise daha başka bir şeydir.
Bu konuda bölücülerin, yaygın medyanın ve iktidarın işbirliği içinde hareket ettiği gözleniyor.
AKP iktidarı, ülkede olup biteni bahane ederek tek yanlı, tek sesli ve tek yönlü bir algı yaratmaya çalışıyor. AKP iktidarının izlediği politik stratejiye uygun bir zihinsel ortam oluşturma görevi de medyaya ihale edilmiş durumdadır.  
Bu nedenle iktidarın terör dahil her konuda yaptıklarını kutsayan, öven ve yücelten bir yayın politikası izleniyor. Bu bağlamda bölücü örgüte, onun uzantılarına ve katliamlarına değil, iktidarın da sürekli eleştirdiği devlet yapısı ve sistemini bütün kötülüklerin anası ilan etmek bu türden bir tavırdır.
İktidar yanlısı medyanın devlet algısı ile bölücü örgütün devlet algısı arasında ciddi benzerlikler var. Her iki taraf için de  “devlet”  günah keçisidir. Kardeşliğin, barışın ve demokrasinin yerleşmesinin önündeki en büyük engeldir.
Aslına bakılırsa iktidar, bölücüler ve işbirlikçi medyanın veli nimeti de bu devlettir. Devlet, devlet gibi olsaydı ne bu iktidar ne de bu bölücüler olurdu!