Niğde kalesinde kül renkli bulutları seyrediyorum. Kalenin taşlarına yüzlerce yıldır orada olmanın verdiği bir vakar sinmiş. Kalenin dış surları zamanla yok olmuş. Şu an ayakta kalan iç burçları. Burası, Selçukluların Anadolu’nun bağrına attıkları bir imza gibi durmakta.
Alâeddin cami’nden ezan sesi geliyor. Havada titreşen ve insanın içine işleyen manevi bir atmosfer var. Hatıroğlu çeşmesinden bir avuç su içiyorum. Eski evlerin pencerelerinde saksı çiçekleri duruyor.
 
Kale Niğde’nin en güzel yeri. Ağaçların kolları dünü bugünü ve yarını kucaklıyor. Ramazanda iftar saatinde atılmasını beklediğimiz top orda öylece duruyor. Buradan şanlı bayrağımızın dalgalanışını seyrediyorum. Saat kulesinin üstünden bir kuş geçiyor. Vakit zamansız bir ikindinin imbiğinden damıtılıyor. Çerçevesiz bir fotoğrafta siyah beyaz zamanlardan renkli zamanlara geçişin hüznü yansıyor.
 
Stadyum, tren istasyonu ve Kırbağları eski hatıralar ülkesinin küllerini savurarak geçiyor gözümün önünden. Torbalı camisinin tarihi minaresi Bekir Ballı yokuşuna manevi bir hava katıyor. Eski zahire pazarında artık at arabası kalmamış. Eskiden burası at arabaları ile doluydu. Hanım camisi restorasyondan sonra daha güzel olmuş. Bu cami İstanbul’un fethinden bir yıl önce yapılmış. Hala taptaze bir ruh ve dipdiri taşlarla ruhumuzun kıblesini göstermeye devam ediyor.
 
Dumlupınar ilkokulunun tarih kokan atmosferinden Sungurbey Camii ve Bedestene doğru yürüyorum. Sungurbey camisinin ahşap işlemeleri sanatın en ince ve doruk noktasında duruyor. Taşların kalbine işlenen desenler bu camiyi eşi bulunmaz bir yer kılıyor. Bedesten ise belediye tarafından güzel bir çay ve okuma salonuna çevrilmiş. Bu tarihi atmosferde oturup sohbet etmek gerçekten çok güzel.
 
Perşembe pazarından Kığılı camine doğru ilerliyorum. Kığılı caminin duvarlarında kuş evleri dikkat çekiyor. Gerçekten atarımız kuşların bile yuvasını düşünecek kadar ince ruhlu insanlarmış. Buradan Cullaz sokağa yönümü çeviriyorum. Cullaz sokak bizim şu an kaybettiğimiz mahalle kültürünün yaşatıldığı bir yer, hem küçük bir mescit hem mahalle çeşmesi ve de içinde hayatı olan eski konaklarla eski bir zamanda yaşıyormuşuz hissi veriyor.
 
Buradan Akmedrese’ye geçiyorum. Akmedrese taş işçiliğinin zirveyi yakaladığı bir mekân. Karamanoğulları döneminde yapılmış olan bu medresenin mimari olarak başka bir yerde eşi benzeri yok. Gerçekten gezilip görülmesi gereken bir yer. Yıllarca müze olarak kullanılmış hatta bir zaman kutsal emanetler Topkapı sarayından getirilerek burada muhafaza edilmiş.
 
Şimdi yönümüz Dışarı camine düşüyor. Burası Niğde’nin en merkezi camilerinden birisi olmuş durumda. Vakit namazlarında bile cami doluyor. Eskiden cenazeler buradan kaldırırken şimdi başka bir camiden kaldırılıyor. Dışarı cami artık şehrin dışında değil tam kalbinde duruyor.
 
Bor caddesinden sel gibi akan insan kalabalığına karışarak yürümeye devam ediyorum. Sağlı sollu dükkânlar ile cadde uzadıkça uzuyor. Bir tarafta hayat hızla akarken diğer tarafta artık ebedi bir suskunluğa bürünenlerin mekânına geliyorum. Derbent mezarlığında ölmüşlerimiz için Fatihalar okuyorum. Ve bir Niğde temaşasını böylece tamamlıyorum.