Tayfun Atay hocanın sözüdür “popüler politiktir” söylemi. Yaşananlar bir kez daha gösterdi ki popüler olan politiktir de. Geçen Cuma akşamı Kanal D’de yayınlanan Beyaz Show’da Diyarbakır’dan telefonla bağlanan Ayşe Çelik isimli öğretmen,(ataması yapılamayan resim öğretmeni) her gün çocukların-kadınların-yaşlıların katledildiği savaşa dikkat çekmek istemiş ve “çocuklar ölmesin” diyerek duyarlılık çağrısında bulunmuştu.
 
     Genel akım medyadaki show dünyasının parlak isimlerinden Beyazıt Öztürk onca kıvraklığına rağmen beyni dumura uğramış olmalı ki telefon bağlantısı bitiminde genç izleyicilerin alkışları arasında onaylayıcı birkaç söz söylemiş, stüdyodakilerden bir kez daha alkış istemiş, konukları da dâhil konuşmacının taleplerini alkışlatmışı  Eee. Ne var bunda? İnsanım diyen vicdanı olan her bireyin vereceği normal tepki bu değil mi? Değilmiş!
 
      Önce siyasi iktidarın organik parçası olan medya kılıcını çekti. Sosyal ağ trolleri devreye girdi, Yeni Şafak ve Sabah gazeteleri aşağılık bir dille Ayşe öğretmene, uzun süredir didiştikleri ve son olarak “yola getirdikleri” Kanal D’ye, program sunucusu Beyazıt Öztürk’e demediklerini bırakmadı. Kışkırtıcı bir dille hem bu organik bütünün parçası olan savcılara görevlerini hatırlattılar hem Ayşe öğretmene hem de Beyazıt Öztürk’e ve yapımcı şirketine soruşturma açtırarak linç güruhlarının önüne hedef tahtası olarak koydular. 
 
       Tüm ana akım medya haberlerinde  “8 Ocak 2016 tarihinde Kanal D isimli televizyon kanalında yayınlanan Beyaz Show isimli programda terör örgütü propagandası yapıldığı iddiasıyla ilgili olarak Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığıca 9 Ocak tarihinde soruşturma başlatılmıştır.” Flaş flaş flaş. Gördünüz mü neler olmuş neler?
 
        Kalemlerini siyasal iktidarın ihtiyacına göre oynatanlar, kendini Göbels sanan bir takım yazar müsveddesi, Kanal D’yi “seni yola getirdiğimizi sanıyorduk ama henüz istediğimiz kıvama gelmemişsin” anlamına gelen sözlerle tehditler savurarak  “görün bakın neler olacak” diye aba altından sopa sallamayı da ihmal etmediler. 
 
       Tüm bu yaşananlar bunlar ceberut yönetim karakterinin bir kez daha kendisini kustuğu bir aynaya dönüştü. Kanal D’nin panikle yaptığı açıklama bunun en somut ifadesi oldu. Ayşe öğretmeni, programa bağlanmasını “provokasyon” olarak tanımladığı o açıklamayla Doğan Grubu, çıkarları neyi gerektiriyorsa onu yapacağını, siyasal iktidara biat etmekten sapmayacağını kanıtlamaya çalıştı.  
 
        Bu arada Beyazıt Öztürk de Kanal D Ana Haber’e çıkarılıp nedamet getirmesi sağlandı. Kişisel tarihinde belki de ilk defa gösterdiği bu anlamlı tutumunu sürdüremeyen Öztürk, “içim dıştan göründüğü gibi değildi”, “ben de polis çocuğuyum”, “boşluğuma geldi” gibisinden gerçekten acınası bir savunmayla paçayı kurtarmaya soyundu. 
 
        Öztürk'ün bu tutumu bizi şaşırtmadı. Zaten şaşırtıcı olan program anında koyduğu tutumdu. Kürtler söz konusu olduğunda en ilerici görünen kimi aydınların bile bir noktadan sonra havlu attıklarını, gerçeği eğip bükmek için kırk takla attıklarını biliyoruz. Beyazıt Öztürk gibi popüler show figürlerinden “dik” duruş beklemek sıradan faşizm uygulamalarına direnmeyi elbette beklemiyoruz. 
 
        AK Parti etrafında organize olan ülkemiz egemen zenginler bloğunun bugünlere gelmesinde büyük emeğe sahip olan sözüm ona liberal aydınların bir kısmının bugün de faşist zorbalaşmanın teorisini yaptıklarını, onun meşrulaşmasının yumuşak gücü misyonuyla hareket ettiklerini biliyoruz. Beyazıt Öztürk gibi genel akım medya dünyasının parlak showmenlerinin bir an vicdanlarının seslerini dinlemelerinin ömrüyse gördüğümüz gibi hiç de uzun olmuyor.
 
        Hâlbuki popüler show dünyası yaşam alanını özgürlüklerde bulur. Baskı, zor, zulüm altında muhafazakâr dinsel bir yaşam içerisinde popüler eğlence figürleri yok olur. Tayfun Atay Hocanın “popüler politiktir” söyleminin dayanağı bu sosyolojik temeldir.
 
        Faşist saldırganlık her şeyi kaba ve fütursuzca toplumsal algıları korkuyla zapturapt etmenin aracı kılıyor. Bu ablukaya karşı burjuvazinin herhangi bir kanadından, kliğinden, eğiliminden tutum geliştirmesini beklemek nafile! Hepsi için mesele devletin bekası, sermayenin akışı ve karların güvenceye alınmasıdır. Gerisi teferruattır.
 
 
Beyazıt Öztürk’ün programından sonra olup bitenler bir kez daha gösterdi ki burjuvazi için zamanın ruhu ahlaksızlığın yüceltildiği, evrensel değerlerin bu ahlaksızlıkla ezilmeye çalışıldığı bir kıvamla şekilleniyor, her zamankinden daha kirli biçimiyle karşımızda duruyor. Kız evladını babaya helal gösteren, ensesti pornografik bir dille soğukkanlıca meşrulaştıran Diyanet, bunun nasıl bir ruh olduğunun son ifadesidir!
 
Bu ruhla nasıl bir toplumsal çürümenin yaratılmak istendiğinin, aslında nasıl bir toplum tahayyülü içinde oldukları açık değil mi? 
 
Bu çürümeye hayır diyen en küçük bir direnişin ya da Beyazıt Öztürk’ün deyimiyle aslında nasıl olduğunun bile farkında olunmayan duyarlılık görüntüsünün hızla yok edilmeye çalışılacağının bir kez daha ilan edilmesi dışında bir anlamı yoktur olup bitenlerin.
 
Belediye başkanı ve milletvekilinin bile kayyumunu üretecek kadar kapsamlı bir siyasal zorbalık, toplumsal çürüme, sokaklarda günlerce bekletilen cansız bedenler… Fakat biliyoruz ki tüm bunlar gücün değil güçsüzlüğün, yeninin değil çürümenin ifadesidir. Burjuvazi açısından çıkışsızlık ve karanlığın…
 
Bugünlerden geriye ise direnenler ve direnenler adına türkü söyleyenler kalacak! Tüm direniş dinamikleri bu kokuşmuşluk karşısında bu özgüven ve cesaretle bir araya geldiklerinde; zamanın kızıl ruhu, onun en küçük bir gölgesine bile izin vermeyecektir! 
 
 
Af diledi. Yıkıldı. Ezildi. İşine devam etmek istediğini dile getirdi.
Bir sürü cümle kurdu. Özeti şuydu:
"İstemeden vicdanlı ve duyarlı davrandığım için özür dilerim."
Cuma günü canlı yayında kadının "çocuklar ölmesin" konuşmasını saygıyla dinleyen, hatta alkışlatan Beyaz gitmiş, yerine "devletine ve iktidarına sımsıkı bağlı olduğunu" ne pahasına olursa olsun anlatmaya girişmiş bir Siyah gelmişti sanki ekranlara. Bir anda kararıvermişti adamcağız. Belki de "Beyaz'ın AK'laşması" sürecini izliyorduk bu sefer canlı yayında.
Tarihsel gericilik birikiminin güncel temsilciliğini yapan burjuva siyasal iktidar, Hitler ve Mussolinitipinde faşizmlerden devşirdiği deneyimlerle tüm bir toplumu alıklaştırmaya, olup biteni sorgusuz sualsiz kabul etmeye zorluyor. Onun organik parçası haline gelen “aydınlar”, medya, iletişim araçları bu kapsamlı operasyonun ön safta yer alan askerleri gibi kılıç sallıyorlar. Tüm güçlerini birleştirerek; istedikleri gibi kılıç sallamayan ya da sallayamayanların tepesine biniyorlar. Hiçbir ayrıntıyı, hiçbir sızıntıyı kaçırmamacasına…