Başlıktaki sorumuzun yanıtını hemen vereyim.  OLMAZ. Çünkü “ulusal” denilenin ulusal olmadığı emperyalist kapitalist sömürü sisteminde kavramlar ve iz düşümlerinde yaratılan muğlâklıklar kitlelerin ilizyonun da maniple edilmesinde başat aktördür.
       “Ulusal İstihdam Stratejisi” programatiğinin adında her ne kadar ulusallık vurgusu olsa da bu strateji esasta emperyalist kapitalizmin neoliberal politik isterleri doğrultusunda gündeme getirildi. Emperyalist kapitalist sisteme entegrasyonunu neredeyse tamamlamış ülkemiz sermayesi ve ekonomisinin, uluslararası sitemin ihtiyaçlarıyla kopmaz bir bağ içinde olduğunu belirtmeye gerek yok. Her ne kadar AK Partisi hükümeti uluslararası kapitalist sistem ve kurumlara tepkisel çıkışlar da bulunsa da bunlar politik gözbağcılığından öte şeyler değiller. Kitleleri yanıltma, dikkat dağıtma amacıyla söylenmiş sözlerdir. Şu ”faiz lobisi”, kredi kartları meselesi gibi. Ancak, ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz.
          Çalışma yaşamımıza dayatılan Stratejinin 6 temel ilke de düzenlendiğini görüyoruz.
Bu ilkelerin cilalarını biraz kazıyıp altındaki gerçekliklere bakarsak:
1- Bütüncül yaklaşım (genel değerlendirmeler olarak okunmalı!)
2- Fırsat eşitliği (sömürüde, sömürülmede eşitlik olarak okunmalı!)
3- İşi değil insanı korumak (yeteneklerini arttır ki sermayenin karını arttırasın olarak okunmalı!)
4- İşverenler üzerine ek yük getirilmemesi (kıdem tazminatı vb.nin kaldırılması olarak okunmalı!)
5- Sosyal diyalogun esas alınması (sarı sendikalar üzerinden itirazları bastırmak olarak okunmalı!)
6- Özendirici yaklaşım (teşvikler vs. olarak okunmalı!)
        Bu 6 temel ilke –başlık- kendi içinde ayrıntılandırılarak stratejinin hayata nasıl geçirileceğine dair yol, yöntem ve araçları belirliyor. Stratejinin özü ise bazı başlıklar altına sıkıştırılmıştır. Özellikle  “işi değil insanı korumak”” maddesi ilk anda çok insancıl bir bakış gibi görünse de işi koruyamadığı için aslında işçiyi-insanı da koruyamamaktadır.   
        Patronun satışları azalınca işçilerini atabilmesi serbest olacak, yani iş korunmayacak. İşçinin işten atılmasına izin verecek strateji. Ama işçinin vasıflarını geliştirerek istihdam edilebilirliğini arttıracak. Ne kadar vasıflı da olsa işçinin hiç bir güvencesi olmayacak. Burada keyfiyet sermayeye, ödevler işçiye yüklenmiştir. İnsanın korunması diyerek bir işçinin istihdam edilebilir olması için yeteneklerini geliştirmesi, eğitimli-nitelikli bir işçi haline gelmesi ve iş piyasasında sınıf kardeşleriyle iç rekabetini geliştirmesi isteniyor. Hem işçi sınıfını iş rekabetiyle parçalamak hem de sermayeye her anlamıyla sömürü cenneti yaratmak hedefleniyor.
          Bununla da yetinilmiyor. “işverenler üzerine ek yük getirilmemesi” içinde onun üzerindeki ekonomik ve sosyal katılıkların kısıtlanacağı ifade ediliyor. Bu katılıklar nelermiş peki? Onlarca yıllık sınıf mücadelesi içinde kazanılmış sosyal ve ekonomik haklar! Kıdem tazminatı bunlardan sadece bir tanesidir. Son günlerde sıkça konuşulan sermaye üzerindeki bu “maliyeti” ortadan kaldırmaya dönük bir girişimdir.
           İşçinin işsizlik karşısında bir süre sosyo-ekonomik olarak ayakta kalmasını, patronun keyfi olarak işten çıkartmaları önlemesi için mücadeleyle kazanılmış bir haktır kıdem tazminatı. Bu stratejinin temel hedeflerinden biri kıdem gibi şeylerde (mesela kısmi süreli part-time çalışma marjinal olmaktan çıkacak, üretimin temeline yerleşecek. Kısmi süreli çalışmanın karşılığı kısmi ücret ve sosyal hakların olmaması anlamına gelecektir. Dolayısıyla sigortalı işçinin prim miktarı düşecek, gerekli primi hiç bir zaman yatıramayacağından dolayı da emekli olamayacaktır!
           Pasifikte kanat çırpan bir kelebeğin Atlas okyanusunda fırtına çıkarması gibidir. Küçük bir sorun gibi görünen bir şey bir süre sonra devasalaşmakta, işçiyi tamamen geleceksiz güvencesiz bir hale getirmektedir. Sermayeyi koruyup, onun kar oranlarını yükseltmektir asıl strateji.
        Ulusal istihdam stratejisi hayata geçerse taşeron sistemi artık çalışma yaşamının tüm alanlarına yayılmış olacaktır. Kuralsız, güvencesiz, korumasız, örgütsüz bir iş yaşamı ortaya çıkacaktır. Yarın ne olacağını bilmeden yaşamımız üzerindeki tüm denetimi sermaye sınıfına teslim etmek olan stratejiye dur demek her işçinin birincil görevi olmalıdır.
        İşçi sınıfının tamamen bastırıldığı bu türden stratejilerin uygulandığı koşullarda, demokratik hak ve özgürlükleri konuşabilmemizde pek mümkün olmayacaktır. İşçi sınıfının sermaye karşısında mücadele yürütemez durumda olması tüm alan ve sorunları kesecektir çünkü. Sermaye sınıfına karşı işçi sınıfının uzlaşmaz karşıtlığını pratikleştirmek, kölelik stratejilerinden de diğer kölece dayatmalardan da kurtuluşumuzu hızlandırmak için olmazsa olmaz olan reçetedir.