Tüm dünyada ve elbette zengin kıta Avrupa da, 20 gündür gündemin birinci sırası futbol. Genel medya Avrupa Futbol Şampiyonası ile yatıp kalkıyor. Şampiyonaya ev sahipliği yapan Polonya ve Ukrayna’nın, özellikle maçların oynandığı kentleri her gün dünyanın ve Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden gelen on binlerce futbol fanatiği ile dolup taşıyor. Yüz binlerce insan hemen her gün Polonya ve Ukrayna’daki stadyumlara koşuyor. Statların tıklım, tıklım olduğunu canlı yayınlardan görüyoruz.. Futbol fanatikleri, holiganlar futbol afyonu ile sersemlemiş olarak bağırıyorlar, tuttukları takımın lehine sloganlar atıyorlar, şarkılar söylüyorlar. Geceleri ise, futbol afyonu yerini “alkole” terk edildiğini gazetelerden okuyoruz.
 
      Şampiyonayı yerinde izlemek üzere Polonya ve Ukrayna’ya gidemeyen milyonlar ise her gün ve aynı saatlerde TV ekranlarının başında toplandığını biliyoruz. Benzer bir alışkanlılık ve bağımlılık içinde emekçi kitleler maçları izliyorlar. Tuttukları takım için avaz, avaz bağırıyor, hop oturup hop kalkıyor,(Milliyet Gazetesi yazarı Hasan Cemal gol sevincini hoplayarak yaşadığını anlatıyor) takımları gol attıkça kendilerinden geçiyorlar. Ardından, içkili barlara koşuyor, sabahlara dek eğleniyorlar.
 
     Futbol fanatiklerinin-holiganların bugünlerdeki yegâne sloganı, “her şey futbol için”dir. Ve bugünlerde sadece ve sadece futbol ilgilendiriyor onları.
 
      Ne var ki ve ne yazık ki, söz konusu olan sadece onlar değil, milyonlarca emekçi de bu afyonu soluyor, bilinçli bilinçsiz maçları izliyor, taraf oluyor, takım tutuyor. Evde, okulda, sokakta, birahane, kahve ve nihayet fabrika ve işyerinde futbolu konuşuyor, bir önceki gün oynanan maçların kritiğini yapıyorlar. Eşleri ve çocukları da sürükleniyor peşlerinden.
 
     Avrupa dünyanın en zengin kıtalarından biri olduğu bilinen bir gerçekliktir. Ancak son kriz bu zengin kıtanın da zorlandığının göstergesi oldu. Krizin faturası ise her zaman olduğu gibi yine işçiye ve emekçiye ödetilmeye çalışılıyor. Kriz derinleşiyor, her gün biraz daha ağırlaşıyor ve emekçiler için her gün biraz daha yıkıcı hale geliyor.
 
      Sömürü katmer, katmer, işsizlik kâbus gibi, ücretler sefalet ücreti, yoksulluk ve sefalet diz boyu ve açlar ordusu ha bire büyüyor. Bitmedi, dahası var. Kriz önlenemiyor, tüm çabalara rağmen aşılamıyor. İlk elden bankalar batmıştı. Bunu şirketlerin iflası izlemişti. Şimdi ise ülkeler batıyor. Birçok ülkenin ve en çok da daha düne kadar refahın kalesi olarak sunulan Avrupa Birliği üyesi kimi ülkelerin ekonomileri iflasın eşiğine gelmiş bulunuyor. Bu ülkelere hükümet de dayanmıyor. Ya peş peşe istifa ediyorlar. Yada seçim üstüne seçim tazeliyorlar.
 
     Avrupa’nın doymak bilmez sermaye tekelleri tam zamanıdır deyip, bu ülkeleri her bakımdan sömürmek ve yağmalamak üzere harekete geçmişlerdir. Bu ülkelere, ama esasta da bu ülkelerin emekçilerine ağır ve onur kırıcı kölelik koşulları dayatıyorlar. Sözde kurtarma paketleri ile bu ülkeleri ha bire borçlandırıyorlar. Karşılığındaysa, kayıtsız koşulsuz itaat istiyorlar. 
 
     Kapitalist barbarlar bu borçların geri dönmediğini gördükçe ya da geri dönmeyeceği tehlikesi belirdikçe hırçınlaşmaya başladıklarını yapılan toplantılarda kıran kırana geçen pazarlıklar azda olsa medyada yer buluyor. Almanya başta olmak üzere kimi siyasiler ve zenginlerin sözcüsü gazeteler diğer ülke emekçilerini aşağılamaya başladılar. Almanya’nın en popüler ve en çok satan gazetelerinden biri olan Bild gazetesinin, Yunanistan’daki seçimlerden bir gün önce yayınladığı, Yunan emekçilerini “asalaklık, tembellik ve hırsızlıkla” itham eden onur kırıcı yazısı, bu aşağılama çabasının ibret verici bir örneğidir bence.
 
      Daha çok şey söylenebilir, fakat bilinçsiz ve örgütsüz yığınlar bugünlerde tüm bunları unutmuş bulunuyor. Sebep ise, futbol afyonudur. Futbol uyuşturucu işlevi görüyor. Bilinçsiz yığınlar bugünlerde yoğun biçimde bu afyonu soluyor. Uyuşmuş ve uyuşturulmuş bulunuyor. Sistemin efendileri, bilinçsiz, yoksul, umutsuz ve de çaresiz milyonları uyutmak için, bu kez Avrupa Futbol Şampiyonasına dört elle sarılmış ve fakat ne yalan söyleyeyim başarılıda oldukları yadsınamaz bir gerçeklilik olarak karşımızda duruyor.
 
      Sistemin efendileri emekçileri sadece pasif ve uyuşturulmuş bir kitle yapmakla yetinmemekte, ırkçı-şoven emellerinin aracı olarak da kullanmaktadır. Düne kadar demokrasinin mabedi olarak propaganda edilen Avrupa’nın günümüzde ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının kol gezdiği bir toprak haline geldiği tartışmasız bir gerçektir. Faşist partiler Avrupa’nın pek çok ülkesinde seçimlerde oy patlaması yapıyorlar. Avrupa Futbol Şampiyonası vesilesiyle ırkçılık futbol sahalarına da sokulduğunu ibretle izliyorum. Kimi ülkeleri aşağılayıcı pankartlar statlarda açılmakta, sürekli bir biçimde ırkçı sloganlar atılmaktadır.
 
      Avrupa zenginleri krizi unutturmak için aşağılık bir biçimde şoven söylemi körüklemede hiçbir sakınca görmüyor. Avrupa zenginleri büyük bir sermaye birikiminin üzerinde oturuyor. Bu zenginlik paylaşılsa tüm insanlığa yeter de artar bile.  Nedir ki, milyonların açlığı, yoksulluğu ve sefaleti onu zerre kadar ilgilendirmiyor. Tam tersine o bu durumun devam etmesinden yana oldukları emekçiler tarafından bilince çıkartılamıyor. Zira sermayedarlar bugünkü zenginliğini milyonlarca işçi ve emekçinin sefaletine borçludur.
 
      Bu durumun devamı için Avrupa sermayedarları diğer şeylerin yanı sıra, futbol ve fiesta gibi pasifleştiricileri maharetle kullanmakta ünlüdür. Faşist Franko 40 yıl boyunca milyonlarca İspanyol emekçi insanını boğa güreşleri ve Fiesta ile uyuşturmuştu. Avrupa zenginlerinin kriz anları için devreye soktuğu Hitler, Franko, Salazar ve Musolini türünden yetiştirdikleri evlatları ellerinin her daim altında olduğu görülmelidir.
 
      İşçi ve emekçileri kendi gündemlerinde uzaklaştıran futbol gibi çeldiricilere karşı da uyarmak, kriz, sömürü, işsizlik, açlık ve yoksulluk, ırkçılık ve yabancı düşmanlığı, emperyalist saldırganlık ve savaşın kaynağı kapitalizme karşı mücadele çağrısı yapmak, günün en önemli görevlerinden biri olduğu akıllarımızdan hiç çıkmamalıdır.