PKK’nın üstlendiği bu kanlı eylem elbette demokratik rejime yönelmiş bir suikasttır. Ve demokrasiye inanmış tüm güçlerin birbirlerini sakınarak tüm nefretlerini saldırgana odaklamaları gerekir değil mi?
Ama bakıyoruz Başbakan “Biz bu yola kefenimizi giyerek çıktık” diyor ve bu alçakça saldırıdan bir kahraman yaratmaya uğraşıyor.
Seçime giren bütün rakipleri ile demokrasi temelinde birleşme imkânı doğmuşken onları dışlamanın kazancına tamah ediyor.
Aynı fırsatı dün toplanan Demokratik Toplum Kongresi’nde Kürt siyasetçiler de kullanmadılar. DTP Genel Başkan Yardımcısı Aysel Tuğluk, Cumhurbaşkanı Gül’e nazire yaparak “Kötü şeyler olacak” iddiasında bulundu.
Saldırıya hedef olan parti konvoyunda Başbakan’ın bulunmadığını PKK haber almış olmalıdır. Bu en öndeki aracı vurmalarından belli. Ama tabii şu mesajı veriyorlar: “Bu kadarını yapıyorsak, fazlasını da yapabiliriz!.” BDP ve şahsı adına Aysel Tuğluk’un, bu aşağılık tehdide karşı söyleyeceği bir sözü olmalıydı. Ama o “Kürtlerin sabrı bitmiştir. Devletle olmuyorsa halkımız kendi demokrasisini kuracak kadar örgütlüdür. Mısır gibi mi olur, Suriye gibi mi bilinmez” dedi.
Her şey oyun kurucular bakımından ne kadar talihsiz olduğumuzu kanıtlıyor. “Demokratik Anayasal Çözüm” başlığı altında sıralanan hedefler Öcalan’ın hayalleri mi yoksa devlet adına müzakereye oturduğu görevlilerin devlet adına verdikleri sözler mi?
Güngör Mengi / Vatan
+++
‘Lağım cardınları’ gibi
Terörün dini, imanı, milliyeti, cinsi ve cibilliyeti yoktur’. Terörist için de aynı yakıştırmayı yapabiliriz. Peş peşe yaşadığımız şehit cenazeleri konulan tanımın son örnekleri. Konya il sınırları içinde Türk bayrağına sarılan Mehmetçik’in ardından yakılan ağıtlara bakın. Kürtçe hüznün anlamı büyük. Asırlardır bu topraklarda yaşayan insanların ’Millet kavramının acılı da olsa, en güzel dışa vurumu’.
Ilgaz Dağları’ndaki polis eskortuna saldırı ise iki melanet çetesinin ürünü.
Geride kalacakları düşünmeden ateş açanlara insan
denemez. Eş ve çocukların konumu, şerefsizlerin
umurunda değil. Amaçları; Devlet’e saldırmak. Birlik ve beraberliğimizi kemirmek. Tıpkı ’Lağım cardınları’ gibi. Öyle hale geldik ki, ’Bin Laden’i niye öldürdünüz’ diyenlerden ses çıkmıyor.
Çünkü kimlik belgelerindeki ’Kan grubu hanesi’ boş.
Burhan Ayeri / Akşam
+++
Baykal, yasadışı propaganda yapan Erdoğan’a dava açmalı
Başbakan internete düşen özel görüntülerin “özel hayat” olduğunu savunanlara karşı şu çıkışı yapıyor:
 “(Deniz Baykal) beline hâkim olamadı, gitti... Genel başkanlıktan gitti, ama şimdi milletvekili adayı. Peki diğer taraftaki hanım milletvekili ne oldu? Onu aday yapmadılar. Ne oldu, suçlu o muydu? İkisi de suçlu değil miydi? Bu özel değil, bu genel genel. Bu genel bir ahlaksızlıktır.”
Başbakan özel ilişkilerin bir organize suç örgütü tarafından gizlice kasete alınıp kamuya açıklanmasını son derece doğal ve meşru görüyor.
Acaba hukukçular bu konuda ne diyor? İşte avukat Noyan Özkan’ın görüşü:
 “Başbakan yasadışı olarak elde edilen ve internette servisi yapılan Deniz Baykal kaseti üzerinden propaganda yapmaktadır. Erdoğan’ın kaset üzerinden her söylemi, Yargıtay kararlarına göre kişilik haklarına saldırıdır. Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 23.06.2010 günlü bir kararına göre;
” Kişinin özel yaşamının gizliliğine dokunulamaz, kişinin sıfatı ve konumu ne olursa olsun rızası dışında kamuya açıklanamaz... Bir kişinin hukuka aykırı bile olsa konuşmalarının ve görüntülerinin gizlice kayda alınması onun kişilik haklarına ve özel yaşamına saldırı niteliğini taşır. Bu ses ve görüntü kayıtlarının herhangi bir yolla kamuoyuna yansıtılması, kişilik haklarına yapılmış bir saldırı niteliğindedir.
O yüzden Deniz Baykal ve Nesrin Baytok’un Başbakan hakkında tazminat davası açma hakları doğmuştur.
Özetle; Başbakan siyasi komplo aleti olan kaseti çeken ve yayanları araştıracak yerde bu yasadışı malzemeyi siyasi koz olarak kullanıyor. Ne etiğe sığıyor ne hukuk ve demokrasiye...
Melih Aşık / Milliyet
+++
AKP İzmir’de ‘vazodaki terliğe’ benziyor
Ben söylemiştim, İzmir’e yakışmazsın...
Hani vazodaki çiçeklerin arasına terlik sokmuş gibi...

***

İzmir’in trafo direklerine selam ver, alır...
El salla gelip geçen teknelere, faytonlara, otobüslere...
Banktaki senin gibidir, otur yanına...
Aç yüreğini...
Takıl...
Kadın, erkek fark etmez...
Hepsi insandır...
Ama sen, “Oval cisimlere bakmak haramdır” dedin...
O günden bu yanadır; araba çamurluğu, damacana, benzin bidonu, karpuz gördüğümde yüzüm kızarır...
Senin adına...

***

Sanayide olsun, finansta olsun, sermaye babalığında olsun, ticarette olsun, çok gelişmemesinin nedeni, İzmirlinin fazla paragöz, cambaz, cin, cingöz olmayışıdır aslında...
İzmir’in bir palmiye ağacı, bir fabrika bacasından daha değerlidir...
Yeşil parkları ise aynalı gökdelenlerden...
Bu yüzden zaten; kargoya verip de sana İzmir’in “ihalelerdeki kirli rüşvet kayıt defterini” göndermediler...
Yine de çöktün boğazına...

***
İzmir’i sevmiyorsun...
Çünkü İzmir Türkiye’nin yüz akıdır...
Sen ise yüz karası olursun ancak...
Ve kaçınılmazdır...
“Türkiye İzmir olacak...”
Bekir Coşkun / Cumhuriyet
+++
Gazetecilere ölüm
Salı günü Akatlar Kültür Merkezi’nde Gazetecilere Özgürlük Platformu bir konferans gerçekleştirdi. Konferansta; hapishanedeki gazetecilerin yakınlarına da söz hakkı verildi.
Bu bölümde gerçekten de iç burkan anlar yaşandı. Barış Pehlivan’ın anası; titreyen sesiyle, ’Oğlumla gurur duyuyorum!’ dedi.
Deniz Yıldırım’ın emekli öğretmen olan anası ise, ’Kendi sesinden korkan başbakan, Tayyip Erdoğan hesap verecek!’diye haykırdı.
Oda TV Yazarı Seyit Çakır’ın Almanya’dan gelen ablası; ağlamaktan doğru düzgün konuşamadı. 
Sadece; ’Onu 22 yaşında Ergenekon sanığı yaptılar!’
diyebildi. 
Nedim Şener’in eşi Vecide Şener; kendi günlüklerinin hatta çocuğunun resim defterlerinin bile polis tarafından kayıt altına alındığını dile getirdi.
Ve çok ilginç bir iddiada bulundu: ’Ergenekon Savcısı Öz, Nedim’e ’Eski savcı Ali Çakır, yırttı ama şimdi sen elimdesin!’ demiş. 
Savcı Ali Çakır eski Bakırköy basın savcısıdır ve benim ağabeyimdir.’
Hapisten mektuplar
Hapishane’de bulunan gazetecilerin mektupları da okundu. Bunlardan Soner Yalçın’ın yakınması dikkat çekiciydi:
’Biz yandaş medyanın ne yaptığını biliyoruz. İyi de Vatan’a, Akşam’a, Haber Türk’e ne oluyor?’
Konferansta; bizim de arasında bulunduğumuz yargılanan gazeteciler de konuştular.
Türkiye, demokratik görüntülü sivil sıkıyönetime alındı.
İktidar; ’Yandaş olmayan gazetecilere ölüm!’diye karar almış. Bunu anlamayanlar basının 2003’ten sonra ne hale getirildiğine baksın yeter...
Rıza Zelyut / Güneş
+++
Yüce Türk basınını temsilen etek giysem yeridir
AKP’nin hapishanesine gittim.
Silivri’ye.
Nedim’e.

***

Ne diim ki?
Hepinize selam söyledi.

***

AKP yaptı bu hapishaneyi...
Malum, millete hizmet esas.
Ne kadar gurur duysalar, az.

***
Nedim’den çıkıp...
Yandaki spor salonuna geçtim.
Sanırsın maç var.
Tribünlerde kadınlar.
Tanıştırdılar...
- Şu amiral, eşim olur.
- Ordaki general, ağabeyim.
- Şurdaki albay, oğlum.
Bi minik el yakalıyor elimden.
6-7 yaşlarında taş çatlasa.
Annesi işaret ederek gösteriyor bana...
- El sallayan var ya, baba.

***

Hasret taşmış...
Basın tribünü bomboş.
H  H  H
***
Soruyorum...
- Hep böyle mi?
- Hep böyle.

***

28 senedir bu işi yapıyorum, 28 senedir utanılacak iş yapmadığımı sanıyordum.

***

Güya onlar içerde.
Halbuki, bizim ruhumuz
tutsak.

***

Gelmişken, yüce Türk basınını temsilen etek giysem yeridir... Ponpon kız olarak.
Yılmaz Özdil/Hürriyet
+++
Abdullah Gül söyler, yen içinde kalır
USAME Bin Ladin’in öldürüldüğüne dair haberlerin hemen ardından en dikkat çekici açıklamayı CumhurbaşkanıAbdullah Gül yaptı.
Şöyle dedi Gül:
 “Terör örgütlerinin başlarının sonu, eninde sonunda canlı veya cansız bir şekilde ele geçirilmektir. Dünyanın en tehlikeli ve sofistike terör örgütünün başının da bu şekilde ele geçirilmiş olması, herkese ibret vesilesi olmalı.Büyük memnuniyetle karşılıyorum.”

***

Soruyorum:
Şu cümlelerin sadece birini bile Ahmet Necdet Sezer söyleseydi, mesela Akit’inden Bugün’üne, Yeni Şafak’ından Star’ına “sağ muhafazakâr” gazeteler ne tür başlıklar atardı?
Ya da...
Kemal Kılıçdaroğlu, Usame’nin öldürülüşünün ardından sadece “memnun olduk” diye bir açıklama yapsaydı,mesela Ahmet Taşgetiren’inden Abdurrahman Dilipak’ına, Ali Bulaç’ından Hasan Karakaya’sına neler yazarlardı?

***

Çok görmeyelim: “Kol kırılır, yen içinde kalır” yaklaşımı, gettocunun mottosudur.
Ahmet Hakan / Hürriyet
+++
GÜNÜN SORUSU
Sorum; ailelerine yönelik
en küçük eleştiride aslan kesilenlere:
İyi de siz başkalarının ailelerine hangi hakla dil uzatabiliyorsunuz?
Mustafa Mutlu / Vatan