Alper GÖNCÜ yazdı... Dr. Cengiz KAYACILAR fotoğrafladı... Su-Meru.com dan alıntıladık...


Çocukluğumdan beri Çamardı’nın taşına toprağına sayısız anılar bırakmama rağmen her defasında Aladağlarla kucaklaştığımda buralara ilk kez geliyormuş hissine kapılır, ecdadımın yurt tuttuğu yaylalara kavuşmaya can atarım. Kış boyunca Cengiz hocamla buluşup dağlara gitmeyi konuşmuş, planlar yapmıştık. Nihayet fani dünya işlerimizden eş zamanlı bir aralık bularak kendimizi dağa atmanın fırsatını bulabildik. İşte gün bu gündü ve zirveler tüm haşmetiyle karşımızdaydı…


Memleketin yoğun gündeminden bir nebze olsun sıyrılıp Aladağlar’ın dinginliğine ve sükûnetine teslim olduğumuzda, gün akşama kavuşmak üzereydi.

Niğde’den sökün eyleyip Üç Kapılı dağ yolu üzerinden Çamardı’ya inmiş, Çukurbağ- Martı Mahallesi derken kendimizi Sarı Memedin Yurdu’nda yerli-yabancı doğa sporcularının ana kampları arasında çadırımızı kurarken bulmuştuk.  Olanca kızıllığı ile karşımıza dikilen doruklar, günün her saati farklı tona bürünen yaylalar, değişen iklim koşullarına ve insanoğluna direnen relikt Emli ormanının özgün bitki örtüsü, dağın dört bir tarafına doğru başlayan rotalar burayı Aladağların en müstesna köşelerinden biri kılıyordu.

DSC00172

Milli Park hudutlarına dâhil olan Emli bölgesinde, son yıllarda artan denetimler sayesinde kaçak avcılık ve bilinçsiz ağaç kesimi önlenmiş, daha da önemlisi,  Çukurovalı yaylacıların istilasına mahal verilmemişti. Zira Çamardı bölgesinde yüzlerce yıldır boş duran kıraç araziler ve çorak tepeler, yaylacıların herhangi bir estetik kaygı ve doğaya saygı gözetmeksizin gelişigüzel inşa ettikleri betonarme evlerle dolmuştu. Adana’nın bunaltıcı sıcağından kaçan yaylacıların serinlemesine olanak sağlayan bu gayrı nizami yapılar, pastoral dokuyu ve panoramayı bozmakla kalmıyor, çevre kirliliğine de davetiye çıkarıyordu. Yetkililer, bölgeyi, ayrık otu gibi saran kontrolsüz yapılaşmaya bir sınırlama getirmeyi artık düşünmelidirler.  

 Geyiğin peşine rehbersiz düşmek seni ancak çalılığa götürür” der Sun Tzu, “Savaş Sanatı” adlı kitabında… Bu düsturdan yola çıkarak sırtımı Cengiz hocaya dayamıştım nasıl olsa… Kendini bu coğrafyaya adayan kadim dağ dostum, tam teşekküllü bir dağ programı hazırlamış, “Tibet Öküzü” lakaplı emektar arabasını bol alternatifli malzeme ve iaşe ile yüklemişti… Aladağları gönül gözüyle gören, tabiatın düzenine farklı zaviyeden bakan, arazinin piri, gözümün nuru Cengiz Kayacılar, Niğde’li olmayıp, memleketime herkesten çok sahip çıkan, dağları tepeleri yol eylemiş, Ecemiş’in suyuyla çeliklenmiş, kayalardaki fosillerle konuşan post-modern bir bilimci olarak bana rehberlik değil dostluk edecekti elbette…

Çadırımızı kurduktan sonra, çaylarımızı yudumlarken hava iyice kararmıştı. Çay keyfi sırasında ertesi günün rotasını belirlemek üzere bir değerlendirme yaptık. Hedefimiz, daha önce kararlaştırdığımız Eznevit Yaylası idi, ancak küçük de olsa bir zirve keyfi yapalım düşüncesiyle, Sarı Memedin Yurdu’na hakim Kaletepe’ye çıkmaya karar verdik. Emli Vadisi ile B. Mangırcı Vadisi’nin çatağında yükselen Kaletepe,orman üst sınırının hemen üzerinde oldukça mütevazı ve iddiasız bir zirveydi ama daha önce buraya herhangi bir tırmanış yapmadığımdan, cazibesine kapılmıştım. Evet, Kaletepe adeta bizi çağırıyordu…

Aladağlar’ın kızıllığı, yerini zifiri karanlığa bıraktığında, kafamızı kaldırıp Samanyolu ve yıldızların seyrine daldık. Metafizik ve Ezoterik bir sohbete dalarak, evrenin sonsuzluğundan, varoluşun amacından konuştuk.  Ara sıra gökyüzünde seyreden ve bazen flaş ışığı gibi çakan hareketli cisimlere dikkatle baktık ve bunların peyk (uydu) olduğunu anladık. Sohbetimiz koyu, çayımız demliydi. Laf lafı açmış, saat gece yarısını çoktan geçmişti.  Uzak kayalara tünemiş puhuların ötüşü, Sobek kampındaki gençlerin şamatasına karışırken serinleyen havanın verdiği bir ürpertiyle çadırımıza çekildik ve derin bir uykuya daldık.

DSC00044

DSC00051

Sabahın seherinde keklik sesleriyle uyanıp helva- ekmek takviyeli sağlam bir kahvaltının ardından ana kamptan hareket ettik. B. Mangırcı Vadisi boyunca orman içi patikada, etrafımızda oynaşan dağ tavşanları eşliğinde (uzun yıllardır avcılık yasak olduğundan insana iyice alışmışlar) yavaşça yükselmeye başladık. Ökse otu ve bir tür ağaç kurdu yüzünden yer yer kuruyan Göknar ağaçlarının etrafında genç fidanların bol miktarda sürgün vermesi sevindiriciydi. Rastladığımız endemik dağ çiçeklerinin fotoğraflarını çeke çeke belli bir tempoda yükselmeye devam ettik. Orman sınırının üzerine çıktığımızda, Ortaburun-Alaca ve Kaletepe rotalarının ayrıldığı kavşak noktasındaki kaya seddinin üzerine serilerek ilk molamızı verdik. Fırsattan istifade; Yaban Keçisi görürüm umuduyla karşımıza dikilen tepeleri dürbünle taradım ama Dağ Kargası,  Kaya Güvercini ve birkaç Orman Serçesi dışında herhangi bir mahlûkata rast gelemedim.

DSC00062

DSC00053

Saat 11.30 ‘da zirve sırtına çıktık ve aksi istikametteki muhteşem Emli Vadisi manzarasıyla karşılaştık. Cengiz hocam, önümüzde duran zirve külahında çoban korunağı sandığım yığma taşların, muhtemelenKilikya Krallığı döneminden kalan kale kalıntıları olduğunu söylediğinde buraya Kaletepe denmesinin ardında yatan gerçeği öğrenmiş oldum. Zirve külahındaki kaya basamaklarını dikkatlice çıkarak nihayet zirveye vardık. Köroğlu diyarını konu alan bir Yeşilçam filmi platosunu andıran Kaletepe, dağ geçitlerinin kontrol edilebileceği bir müstahkem mevkii konumundaydı. Tepemizden süzülen Delice Doğan ve tam karşımızdaki Eznevit yaylasından yankılanan düve böğürmesi dışında etraf sessiz ve alabildiğince ıssızdı. Derken cep telefonuma gelen mesaj sesiyle irkildim. Zirvede, Turkcell’in çekim gücüne hayran kaldım.

DSC00101

Kaletepe’nin zirve manzarası gerçekten muhteşem… Emli Vadisi, B. Mangırcı Vadisi, Eznevit Yaylası, Oluksekisi Yaylası, Sarı Memedin Yurdu ve dağın dışındaki Çamardı ilçe merkezi ile Çukurbağın Martı Mahallesini kuş bakışı seyretmeniz mümkün… Kampa dönüş için fazlasıyla vaktimiz kaldığından zirvede bol bol oyalanmayı tercih ettik. Azığımızı tükettikten sonra Cengiz hocamın dağcı ocağında demlediği çay günün sürpriziydi… Çay keyfinin üzerine, zirvedeki tek gölgelik yer olan bir kayanın dibine postu serip hafiften kestirirken, hoca da etrafta doğaya ait ne kadar detay varsa fotoğraflama operasyonuna girişti.

DSC00143

DSC00159

İnişe geçtiğimizde saatimiz 14.00 olmuştu. Demek ki iki saat kadar oyalanmıştık. Dönüş rotamız, Kaletepe’nin Emli ormanına inen diğer yamacıydı. Orman içi meyilli patika olduğundan elimizdeki batonların azami faydasını görmekteydik. Gevşek zemin, her an ayağımızın altından kayıyor, adımımızı dikkatli atmamız gerekiyordu. Hasarsız bir inişin ardından ana kampa döndük.

Terra Anatolia firmasının görevlisi, kampa yaklaştığımızı görüp, çayı demlemişti. İniş ritüelinin bir parçası olan lokum, bisküvi ve çay ikramından sonra aşçı ve rehber arkadaşlarla sohbete daldık. Kaçak avcılık, küresel ısınmanın flora ve faunaya etkisi, dağ turizminin geldiği nokta ve gidişatı hakkındaki bilgileri birinci ağızdan dinledik.

Doksanlı yılların başıydı… Dağ, doğa ve av  turizmi ülkemizde yeni yeni gelişiyordu. Yurdumun potansiyelini fark eden girişimciler birbiri ardına turizm firması kurup pastadan pay kapma yarışına başlamıştı. O dönemde Aladağlar bölgesinde hakim olan tek firma Trek Travel idi. Ancak, birkaç yıl sonra faaliyete geçen Niğde merkezli Sobek Travel, dağların tozunu atmaya başlamış, özellikle Fransa’dan ciddi sayıda doğaseveri ve dağcıyı bölgeye çekmeyi başarmıştı. Aladağların cazibesini fark eden yerel girişimciler, hatta katırcılar; birbiri ardına Turizm acentaları vücuda getirip bölgeye turist getirmeye başlamışlardı.  Her yıl Haziran ayı ortalarına doğru, karlar erimeye başladığında bu firmaların görevlileri, kamp yeri kapma kavgasına tutuşurlar;  kürek sapı, dirgen, hortum, beygir kolanı, ne bulurlarsa birbirlerinin üzerine yürürlerdi.   Altına hücum döneminde yerleşime açılan Vahşi Batıya ilerleyen göçmenler misali, bu iki firmanın cengâver ruhlu katırcı ve aşçıları Sokulupınar, Yedigöller veSarı Memedin Yurdu’nun müstesna köşelerinde kamp yeri kapmaya çalışırlardı. Bu paylaşım savaşı yıllar boyu devam etti.

DSC00112

Milli Parklar’ın olaya el koymasıyla kamp alanlarına kalıcı bir düzen getirilip bugünkü manzaranın oluşması sağlandı. Artık kamp yerleri sabitlenmiş, taş duvarlar örülerek sınırlar çizilmiş, bayraklar dikilmişti. Üstelik bir de vitrifiye helâ inşa edilmişti. Dağ başındaki bu imkânlardan herkes memnun görünüyordu. Günlük yürüyüşlerinden dönen yabancı gruplara mükemmel bir konaklama imkânı sunulmuştu. Rahatça def-i hacet eden, duşunu alan turist, kıl çadıra geçip, çayını çorbasını içiyordu.  Sobek Travel firmasının kampı, söğüt gölgesi avantajıyla diğerlerinden bir adım öndeydi. Ne de olsa öncü firmaydı… Diğer kamp alanlarında da yeni dikilen fidanlar gördük. Birkaç sene sonra Sarı Memedin Yurdu’nda ağaç gölgesine çadır kurmak mümkün olacak…

Önceki dönemlerde kanlı bıçaklı olan kamp görevlileri, Ramazan ayının da etkisiyle dostane bir muhabbet içindeydiler. Hep beraber iftar yapıyor, eksik malzemelerini birbirlerinden tedarik ediyorlardı. Sistem, yirmi yıl içinde, tüm unsurlarıyla oturmuş, dağlar taşlar, kurtlar kuşlar turizmin hizmetine sunulmuştu.

DSC00074

DSC00088

Zirve dönüşü çöken tatlı yorgunluğun ardından, kampta bir gece daha kalmayı çok istedik ancak, Niğde’de yarım kalan işlerimi acilen halledip İzmir’e dönmem gerekiyordu. Kampımızı toplayıp Tibet Öküzü’ne yükledikten sonra, bize dağ başında ikram izzette kusur etmeyen kamp görevlilerine teşekkürle veda edip Alabalık tesislerinin yolunu tuttuk. Buralara kadar gelip Ecemiş alabalık tesislerinin Tarım Bakanlığı’ndan ödüllü alabalıklarını tatmadan olmazdı… Akşam yemeğinden sonra yine Çamardı-Üçkapılı-Niğde dağ yolundan batan güneşin kızıllığına karşı teker döndürerek şehre geri döndük.

Geleneksel Su-Meru etkinliğimiz sona ermişti. Kısa da olsa dağların kucağında bir gece konaklayıp zirve yapmak ilaç gibi gelmişti.  Sonbaharda yeni rotalarda buluşmak üzere Cengiz Hocama veda edip İzmir’e döndüm. Dağların çağrısı yüreğimde, yorgunluğu dizlerimdeydi.

DSC00050


Yazı : Alper GÖNCÜ  - Fotoğraflar : Dr. Cengiz KAYACILAR  - 
http://www.su-meru.com


Editör: TE Bilişim