Sınıflı toplumların tarih sahnesine çıkışından bu vakte egemenler ve tüm üst yapı kurumları emek sömürüsünü gizlemek ve kendi iktidarlarını tahkim etmek için ideologlarına programlar hazırlatmıştır.

 

     Ülkemizde 12 yıldır iktidarı elinde tutanlar 2015 yılına sekiz hafta boyunca her hafta başka bir başlık altında olmak üzere “öncelikli dönüşüm programı” açıklayacağını duyurdu. “Öncelikli dönüşüm programları” arasında “3. grup ekonomik dönüşüm eylem planlarından” Kürt müzakere süreci ve Alevilere ilişkin kötü ünlü “demokratikleşme paketleri”ne kadar ne ararsanız var. İlk açıklananlardan biri  ilk çocuğa çeyrek, ikincisine yarım, üçüncü ve üzerindeki çocuklara tam altın vereceğiz duyurusuyla tanıtılan “Aile ve Dinamik Nüfus Yapısını Koruma Programı” oldu.

 

     “Aile ve Dinamik Nüfus Yapısını Koruma Programı”, egemenlerin aile içi kadın emeğini görünmez hale getirip yeni tarz muhafazakârlıkla harmanlayarak şaşalı sözlerle pazarlamaya çalıştığı programlardan biri. Kadınlar için daha fazla emek sömürüsü ve egemenlerin iktidarını ikame edecek vasıfsız kol emeğinin gönüllü arttırıcılığı üstlenmek anlamına gelen programın özünü ev içi kadın emeğinin yok görülmesi oluşturuyor.

 

      İlk elde, herkesin zaten gördüğü ve deneyimlediği biçimde, özellikle de kadınlar için, “iş ve aile yaşamı arasında” bir bağdaşmazlık olduğu doğrudur. Egemen neoliberal muhafazakâr ideoloji, bu ilk eldeki olgusal çelişkiyle yetinip arka planındaki, kapitalizmin daha derin çelişkileri saklıyor ki, “iş ve aile yaşamını” zorla, kadınları eze eze uzlaştırma programlarını meşrulaştırabilsin. Öyleyse bu ilk eldeki olgusal çelişkinin arkasındaki asıl büyük çelişkilere doğru ilerleyelim.

 

      “İş ve aile yaşamı arasındaki çatışma”nın arka planında, cinsiyetçi tahakküm, işbölümü ve eşitsizlik ilişkileri vardır. Yani kadının gerçek özgürlüğü ile erkek egemenliği arasındaki çelişki. Bu bir. Daha derinde ise, kapitalizmde üretim ile insanın kendisinin üretilmesi ve yeniden üretilmesi arasındaki çelişki vardır. Bu da toplumsal üretici güçlerin gelişimi ile mevcut üretim ve yeniden üretim ilişkileri arasındaki bağdaşmazlığın bir ifadesidir.

 

      Aile ve eğitim kurumları, üretim ve yeniden üretim ilişkilerinin bileşeni olarak, üretici güçlerin gelişiminin engelleri arasında yer almaktadırlar. Rejim krizinin en temelinde aile, eğitim kurumlarının sarsıntıları yatmaktadır: Üretimin toplumsallaşmasına karşılık üretilen zenginliğin toplumsallaşmayıp aksine tek bir azınlık zümrenin elinde bulunmasından kaynaklı sarsıntı aile kurumu içerisinde en şiddetli şekilde hissedilir.

 

      Bu sarsıntıların bitirilmesine yönelik çözüm önerileri sınıflara göre değişkendir. İşçi sınıfı:, toplumsal üretici yetilerin gelişmesinin engeli haline gelmiş her türlü toplumsal ilişki biçimi; kapitalist üretim ve egemenlik ilişkileri, eğitim, aile, din, işbölümü dahil, yıkılmalıdır diye önermede bulunur. Çünkü hem toplumsal emek üretkenliğinin her zamankinden hızlı ve özgürce gelişmesi, hem de asıl insanın çok yönlü ve özgür gelişimi; insanlar arasında tam eşit ve özgür ilişkilerinin kurulabilmesi, ancak böylelikle mümkün olacağını ön görür.

 

     Varsıllar, zenginler ve kapitalistler ise ne der? Mademki aile ve eğitim mevcut biçimiyle sermaye birikimimizin engeli haline geldi, onları ortadan kaldırmak ne kelime, sermaye birikiminin engeli olmaktan çıkarıp yükselticisi haline getirecek biçimde güçlendirerek restore edelim. Böyle derler, çünkü aile ve eğitim, neoliberal kapitalist üretim ilişkilerinin (neoliberal sermaye birikim ve egemenliğinin) olmazsa olmaz bileşeni, kapitalizm için önemi giderek artan kaldıraçlarıdır.

 

      Yaptıkları da aile ve eğitim kurumlarını neoliberal muhafazakâr temelde yeniden düzenleyerek, pekiştirmeye çalışmaktan ibarettir. Aileyi ne kadar kutsal halelere sarıyorlarsa, o kadar işgücünün ucuzlatılması, daha ucuz işgücü üretilmesi kurumuna indirgeyip çözen zaten kendileridir. Kaldı ki cinsiyetçi işbölümü ve kadının ev içi emeğinin yok görüldüğü kurum olarak aile, uzlaşmaz iç çelişkilerinin gelişip şiddetlenmesi temelinde, mutlak değil, geçici, sönümlenmeye mahkûm bir kabuktan ibarettir.

 

       En sonu, bu bilgilerle başa dönersek, “iş ve aile yaşamı arasındaki çatışma”, en derindeki temelinde, üretimin toplumsallaşmasıyla işgücünün özel üretimi ve yeniden üretimi arasındaki çatışmanın ifadesidir.

 

    Çeyrek, yarım, tam altın vadiyle sunulan “Ailenin ve Dinamik Nüfus Yapısının Korunması Programı” ya da “İş ve Aile Yaşamını Uyumlulaştırma Eylem Planları”, yaşanan sınıfsal-toplumsal-cinsel çelişkilerinin bastırılması programlarıdır ve fakat ters orantılı olarak yarattığı ve baskılamaya çalıştığı çelişkileri daha da şiddetlendirerek artırmaktadır.