Alper  Göncü güzel olan ne varsa orada olan bir değerimiz. Onu saz  ile dinlemek,At ile olan bağını izlemek,dostlarına olan içten samimi yaklaşımını bilmek ve Niğde olan sevdasını görmek, yazdıklarını keyifle okumak,arı duru insani yaklaşımlarla oluşturduğu ilişkileri  görmek  hoşuma gidiyor çünkü daha çok kişi keşke onun gibi olsa diyorum
Yıllara eren tanışıklığımda bir tek gün saygınlığından, konuşma üslübünden,davranış sıcaklığından vaz geçmedi. Geçmişe göre telefonla arayacak dahi zamanı zor bulduğum dönemlerdeyim.Alper ise aramışım aramamışım düşünmez ve arar ki iyi de ediyor.Onunla konuşmak bir “Niğde muhabbeti”demek . Tatilde iken Aladağlarla ilgili gezisini anlattı.
 
İzmir’de yaşıyor.Oğlu Alp ile Aladağlara gitmişler.Cengiz Kayacılar hocada beraber sevdası Aladağları doya doya yaşamış. Muhteşem güzel anlatımı ile de yazmış.İnternette “Su-Meru” sayfasında tüm detayları ile yazı ve resimler var. Yazıdan alıntılar yapayım dedim birkaç satır sildim ama yazıya kıyamadım. Alper Göncü ve Oğlu Alp’in Aladağlar hikayesinden bölümler.”Su-Meru ekibi olarak Bu yılki ekibimiz dört kişiden oluşuyordu. Cengiz hoca, ben, büyük oğlum Alp ve Erciyes Üniversitesi’nden Dr. Mustafa Hamalosmanoğlu… Amacımız, Alp’e gerçek bir dağ ortamında ilk çadırlı kamp etkinliğini yaşatmak ve hafif bir dağ yürüyüşü ile onun fiziki ve psikolojik performansını test etmekti. Bu sırada da iki doğa bilimci hoca Alp’e doğanın dilini öğretmeye başlayacaklardı.”-“Büyük oğlum Alp ile kış boyunca Aladağlar’da kamp atma hayalleri kurmuş,  odanın ortasına kurduğumuz oyun çadırında tırmanış maceraları anlatmış, bu hikayeleri kurt, kuş, UFO, Kocaayak ve Yeti maceraları ile takviye ederek gerçeküstü bir dünya yaratmıştık. İşte şimdi de anlatılanları hayata geçiriyorduk.” ÇAYIMIZ DEMLİ ROTAMIZ EMLİ” Gün ortasında Emli Vadisi ana kampına (Sarı Memedin Yurdu) vardığımızda ortalığı oldukça sakin, Milli Park görevlisi Sadettin’i eller tetikte kulak kirişte; gelecek olanlara bilet kesmek üzere beklerken bulduk. Acısı tazeydi Sadettin’in… Babası;  Aladağlar’ın dünyaca meşhur efsane rehberi, tüm zirveleri, çarşakları, koyakları bilen adam, 30’lu yıllardan bu yana uçan kuşun izini süren bozkır bilgesi Mehmet Taşyalak, Haziran ayında vefat etmişti, artık aramızda değildi. Bölgeye gelen tüm bilinçli yerli dağcı grupları önce Çamardı yolu üzerinde bulunan ilk dağcı şehidimiz Engin Kongar’ın kabrini ziyaret eder, daha sonra “Memed Emmi”nin Çukurbağ Köyü Martı Mahallesi’ndeki evinde çayını, ayranını içip hayır duasını alır, ardından da vadi içinde yatan Recep Çatak’a Fatiha okuduktan sonra tırmanışa başlarlardı. Memed Emmi’nin vefatından sonra bu ritüelin paterni değişmiş oluyordu. Sadettin’e başsağlığı diledikten sonra etkinliğimize başlamak üzere hazırlandık…Dağcılık ve kamp kültürüne aşina olan Alp, ilk kez dört yaşındayken Emli Vadisi’ne gelmişti.”” rotamızı; Oluk Sekisi Yaylası olarak belirledik. Gidiş dönüş toplam dört saatlik bir etkinlik planlamıştık.””-“Cengiz hoca; bastığımız toprağın, tünediğimiz kayanın, aştığımız sırtın, geçtiğimiz vadinin binlerce yıllık tarihini ve dağların oluşumunu anlatırken Mustafa hocanın bölgenin biyoçeşitliliğine dair verdiği bilgiler ders niteliğindeydi. Tırmanış boyunca Flora ve Fauna hakkında söylediklerini heyecanla dinliyor, sorular soruyor,  keveni, dikeni, çiçeği tanıyor, Karamuk bitkisinin mayhoş yapraklarını çiğnedikçe ufkunda farklı kapılar açılıyor, dağcılık ve doğa bilincinin ilk katmanları oluşuyordu.Aladağlar bölgesinde ufak etkinlikler yapmaya çocuk yaşta başlamıştım. Başımızda kavak yelleri estiği üniversite yıllarımda sınavlardan arta kalan ilk fırsatta soluğu Aladağlar’da alırdım. Yaşıtlarım yaz tatillerinde gönül eğlendirirken ben ise dağcılıkta ilk tecrübelerimi edinmeye başlamıştım. Gözüme kestirdiğim zirvelere tırmanmak başlıca hedefimdi. İlerleyen yıllar boyunca yurdumun dağlarındaki türlü rotalarda dağcılık tecrübem olgunlaşmıştı.  Oğlum Alp’e de doğayı sevdirmek, atasının dedesinin kadim yaylalarına ayak bastırmak, doğada yaşam üzerine bilgilenmesini sağlamak, kurdu, kuzuyu, kınalı kekliği, gelengiyi öğretmek boynumuzun borcu idi. Dağlar oradaydı;  zirvelerin çağrısı, Alp’in “seneye de gelelim, beni karşıdaki Kale Tepe’ye çıkarın…” heyecanından yankılandı…Ağır tempolu ve keyifli bir tırmanışla yayladaki su kaynağına ulaştık ve sularımızı tazeledikten sonra iki bin metre sınırındaki Oluk Sekisi Yaylası’na öğleden sonra ayak bastık.  Emli Vadisi tabanından yaklaşık 350 metre yükselmiştik.” “Oluk Sekisi Yaylası’ndan bu alternatif iniş güzergâhını da “Alp Rotası” olarak isimlendirdik. Ekibin önünde inen Mustafa hoca, altımızdaki kaya basamağının ucuna vardığında “manzara harikaaaa!..” diye haykırdığında bir an önce yanına varmak için heyecanlandık… Muhteşem bir manzara seyir noktası bulmuştuk. Emli Vadisi’ni ve hafif sağa doğru baktığımızda ise Büyük Mangırcı buzul vadisini tam cepheden görebiliyorduk. Oluk Sekisi’nden görülmeyen Sarı Memedin Yurdu ise tam altımızda kuş bakışı görüş alanımıza girmişti.”.”Yine ağır tempolu ve bol ders molalı bir inişten sonra Sarı Memedin Yurdu’na indiğimizde ana kamp alanına yabancı bir turist grubunun geldiğini ve kampa yerleştiğini gördük. Yerli ve yabancı birkaç aile de kendi araçlarıyla kamp yapmak için alana gelmişti. Anlaşılan akşam kamp alanında hareketlilik olacaktı.Geçen yıl gerçekleştirdiğimiz Kaletepe Zirve etkinliği öncesinde sohbet ettiğimiz Emli Vadisi’nin demirbaşlarından Çoban Gökhan yine görev başındaydı. Hava kararırken sürüyü yaymaya çıkıyor, gün doğarken Emli’ye geri dönüp vadi girişindeki kelerlerde sürüyü yatırıyordu. Burada bulunan iki ayrı davar sürüsünün bireylerinin karışmamasına azami dikkat gösterilmesinde çobanların ustalığını, akbaş ve kangal köpeklerinin yeteneğini hayranlıkla seyrediyorduk. Kaybolan bir koyun, tarlaya giren sürü, kurda yem olan kuzular çobana zarar yazardı. Gökhan’ın bu konulardaki titizliği, boynu sivri tasmalı dört köpeğinin de desteğiyle görülmeye değerdi. “Bu gış canavar çoktu abey” diyordu Gökhan… Dengesi değişen habitat içinde kurtların da çoğalması doğaldı… Ne olmuştu da Aladağlar’daki kurt popülasyonu artmıştı? Aladağlar’ın ormanlık alanlarında artık bol miktarda yaban domuzu olduğunu ve bunların hızla üreyip popülasyonlarını arttırdıklarını biliyoruz… Köpeklerden dolayı davar sürülerine pek yanaşamayan kurtlar, belki de gittikçe kalabalıklaşan bu yaban domuzu sürülerine dadanmaya başlamıştı…Gökhan’ı ve davar sürüsünü dağa doğru uğurladıktan sonra hava kararırken çadırlarımızı kurduk ve akşam yemeği için kamp ocağımızı yaktık. Pratik bir akşam menüsü ve üzerine çay keyfi ile biraz yıldız gözlemi yaparak vakit geçirdik. Çadırlarımıza geçtiğimizde dağa doğru ulumaya başlayıp  “Biz buradayız” mesajı veren Akbaş’lar,  kurtlara adeta erken uyarı sinyali veriyorlardı. “Domuz avında domuz gibi davran” atasözünü doğrularcasına;  havlamaktan ziyade kurt ulumasına benzer sesler çıkaran bu asil köpekler kurtlara; “Burası bizim egemenlik alanımız, yaklaşırsanız sonuçlarına katlanırsınız” mesajı gönderiyorlardı.Sakin bir Eylül gecesiydi… Gece boyunca önce ağustos böceklerinin koro halinde uğuldaması başladı. Ara sıra ulumaktan agresif havlayışlara geçen çoban köpekleri, belli ki yukarılardan yaklaşan yaban hayvanlarına ültimatom çekiyordu. Gece uykumuzun aralandığı kısa uyanışlar sırasında birkaç kez, Emli ormanının demirbaşlarından olan puhu kuşlarının boğuk ötüşünü de dinleyebildik. Uykumuz keyifli, vadimiz serindi. Sazak çekmiş, çiğ düşmüş, çadırlar nemlenmişti.Sabahın ilk ışıklarıyla uyandım; derin vadiler içinde keklikler ötmeye, palazlar yayılmaya,  davşan ve gelincikler oynaşmaya başlamıştı. İki saat boyunca doğanın uyanışını meditasyon kıvamında yaşadım. “İkinci baharı Kasım ayında yaşayan Aladağlar’a bu mevsimde yeniden gelmek üzere veda edip, neredeyse yarısı tarihe karışacak olan Kadim Üçkapılı Dağ Yolu’ndan sindire sindire tekrar Niğde’ye döndük.”