Türkçe bildiği ve kendini ifade edebildiği halde, kişinin uygun gördüğü dille kendini ifade edebileceğini söylediği dilde yargılama hakkını veren yasal düzenleme, son derece yanlıştır. Bu durum mahkemelerin, Türkçeden başka lisanları dinlemeyerek kişiyi tercüman vasıtasıyla anlayıp yargılama yapmalarına neden olacaktır.

Bu doğrudan doğruya KCK/BDP/PKK ekibinin ayrı halk kimliğini kazanması, bunun resmen dikte ettirilmesi ve sonuçta ayrılık ve imtiyaz elde etme girişimleridir. 

Bu talepler doğrudan doğruya İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 6. maddesinin 3. fıkrasının (e) bendine aykırıdır. İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin sözü edilen maddesine göre;  “sanık, ancak mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilir” demektedir.

Bu noktada önemli olanın sanığın meramını anlatacak kadar Türkçe bilip bilmediğidir. Bilmiyorsa, sanığa savunma hakkını yapabilmesi için ücretsiz tercüman zaten mahkemece tayin ediliyor. Örgütün yaptırdığı dayatma ile sanığın savunmasını daha iyi yapmasını sağlamak amaçlanmıyor, aksine propaganda yapmak ve devlet zaafı yaratmak için bu dayatma yapılıyor.

Noam Chomsky’nin belirttiği gibi  “Dil sorunu temelde iktidar sorunudur” . AİHM konuyla ilgili olarak verdiği bir kararda  “Bir dilin egemenlik alanında bir başka dille eğitim hakkını istemek mümkün değildir” der. Bu, kamusal alanda Türkçeden başka bir dil kullanılamayacağı anlamına gelmektedir. Sorun hukuki ya da yargıyla ilgili olmamasına, siyasi olmasına rağmen iktidarın tam da bölücülerin istedikleri biçimde CMK’nın 202. maddesinde yasal değişikliğe gitmesi ilginçtir.

Ölüm orucu, terör örgütünün hapishanede yatan mahkûmları aç bırakarak ve bıraktırarak hukuk devletine yönelik insan hayatı üzerinden yaptığı bir dayatmadır. Hapishanelerde yatan onca terörist üzerinden terör örgütünün dayatmada bulunmasına izin verilmesi de AKP iktidarına özgü bir handikaptır. 

Olaylar, kamuoyunun gözü önünde adeta AKP ile PKK arasındaki bir kayıkçı kavgası şeklinde gerçekleşmiştir. Yapılanlar özünde danışıklı dövüştür!

KCK’lılar ölüm oruçlarıyla kamuoyunun vicdanını ve merhametini etki altına almış; AKP de “bırakalım da ölsünler mi” diyerek, bu yasal değişikliğe gitmiştir. AKP’nin kamuoyuna karşı yürüttüğü psikolojik harekâtın öncesi de vardır.

Ölüm orucuyla yapılan dayatmanın, yalnız bölücü örgütle ilgili olmadığı aynı zamanda iktidarın tutum ve anlayışıyla yakından ilişkili olduğu açıktır. Nitekim AKP’nin 4. kongresinde 63 maddelik bir de manifesto açıklandı. Bu manifestonun 20/21/22. maddeleri; “mahkum veya tutukluların eşleriyle bir araya gelmelerini, ana dilde savunmanın sorun olmaktan çıkarılmasını ve ana dilde kamu hizmetlerine erişim”i kapsamaktadır.. Hükümetin TBMM’ye sunduğu  “CMK ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı” hem AKP’nin manifestosunu hem de ölüm oruçlarının dayattığı bu üç esası kapsıyor.

30 Eylül 2012 tarihinde Ankara’da yapılan AKP’nin dördüncü kongresinde 63 maddelik manifesto açıklanıyor. Bölücüler manifestonun 20/21/22. maddelerinde vaat edilenleri hayata geçirmek için “ölüm orucu”na yatıyor. Başbakan Erdoğan 12/11/2012 tarihli  “CMK ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı”nı TBMM Başkanlığına sevk ediyor. Başbakan bu arada bölücü örgüt elebaşını aile efradının ziyaret edebileceğini açıklıyor. Bölücü örgüt elebaşsını kardeşi ziyaret ediyor. İmralı’dan  “ölüm orucunu bitirin”  -maksat hâsıl oldu- türünden bir açıklama yapılıyor. 16.11.2012 tarih itibarıyla da ölüm orucu sona eriyor. Bu durum AKP ile PKK arasında kamuoyunun hazırlanması ve yasal değişikliğin sunulmasında bir rol paylaşımı olduğu intibaını veriyor.

Sizce AKP’nin manifestosu, KCK’nın ölüm orucu ve CMK’da yapılan bu üç değişiklik birbiriyle ilişkisiz midir? Bizce değil!..