Anadolu’nun 1071 Malazgirt Savaşından önce Horasan Erenleri tarafından manen fethedildiğini tarihi bir gerçek olarak biliyoruz. Ahmet Yesevi’nin yetiştirip Anadolu’ya gönderdiği Horasan Erenlerinden Şeyh Edebali Söğüt-Domaniç bölgesine,  Somuncu Baba Bursa, Sarı Saltuk’u Niğde- Bor-Bursa arasında, Hacı Bektaşi Veli Nevşehir, Mevlana da Konya bölgesinde dergâhını kurup kültürel açıdan gittikleri yöreleri Türkleştirme ve İslamlaştırmak ile görevlendirildiler. O dönemde Hıristiyan halkı Bizans’ın zulmünden bıkmıştı. İslamı ve Horasan Erenlerini kurtarıcı olarak karşıladılar. Dünyanın en güçlü ordusu işte bu temel ve bu düşünceyle şehitliği en yüce rütbe sayarak yola çıkmıştır. Anadolu’nun fethinde, İstanbul’un alınışında akıncıların üç kıtada at oynatmasında ”Çanakkale geçilmez” diye yedi düvele karşı harikalar yaratılmasında eminim bu ruh vardır.
      Sultan Alparslan’ın çocuklarını liderliğe hazırlanması için Ahmet Yesevi’nin özel olarak görevlendirdiği Sarı Saltuk, Oğuz Beyi’nin Harezm ordusunun karşısında ezilmesine gönlü razı olmadı. Birçok akıncıyı dergâhına aldı, yetiştirdi ve saldırgan Harezm ordusunu cezalandırdı ve ortadan kaldırdı. Sonra bu gönül eri Tuğrul Bey’in yeğenini Selçuklu hükümdarlığına hazırladı ve ona;
       -“Eğer ben Selçuklu Sultanı olsaydım, bu ordu asla yenilmezdi” diyerek yücelik örneğini göstermiştir. İşte bu duygu ve düşünce her Türk için ekmek, su, hava kadar gerekli inanç sistemi haline gelmiştir.
Selçuklu devleti, yıkıldı, bitti denildiği noktada Şeyh Edebali Anadolu’nun kapısını aralayarak, 600 yıl hüküm sürecek Osmanlı İmparatorluğunun zirveye çıkmasına ait manevi temellerinin ilk harç’ını koymuştur. Böylece Türkler yeni bir çağın başlangıcına da imza atmışlardır. Gerçek odur ki, her güçlü hükümdarın bir gölge Horasan eri vardır. Bu yüce millet o dönemlerde dünya medeniyetine ışık tutmuştur. Ne yazık ki, tarih boyunca içte ve dışta birçok hain eller onun tepesinden inmemiştir.
      Geçmişte bu necip milletin orduları İslam’ın kutsal saydığı Kâbe’yi, Kudüs’ü, Arabistan’ı her türlü kötülüğe karşı korumuştur. Ama bu ülkeler başka devletlerin piyonu olmuşlar ve Türkleri arkadan vurmuşlardır. Vaktiyle Türk dünyasını arkamıza alabilseydik, bugün dünya Türklere muhtaç olacaktı.
      Peki, Fahrettin Altay Paşa’nın sitemine ne demeli? Yakın zamana kadar Kerkük-Musul petrollerinden hisse alan Türkiye bu haklı alacağından niçin vazgeçmiştir? Niçin Türk devleti içerden ve dışarıdan acımasızca kuşatılmıştır? Ahmet Yesevi düşüncesini savunanlar Türklere Anadolu’nun kapısını ardına kadar açtılar. Şeyh Edebali o dönemde politikaya ve yönetime talip olmadı. Ama o güçlü bir yönetici kadrosu yetiştirdi. Hiç bir zaman hak yemedi ve yedirmedi. Bu konuda Tarık Buğra’nın “Osmancık” romanını iyi incelemek gerekir. Burada Şeyh Edebali Osman Bey’e hitaben;
      -“Şu babanın kılıcına bakar mısın?” dediğinde, o da cevaben; “Benim olmayan kılıca neden bakayım Şeyhim.” Diye karşılık verdi. Edebali, Ertuğrul Bey’i ve oba beylerini toplantıya çağırdı. Osman Beyi küçük yaşta ikna ederek bey seçtirdi ve Tekfurlarla anlaştırdı. Osman Bey Şeyh’e bir soru yöneltti;
       —İnegöl tekfuru anlaşmayı bozarsa, dostlarla dost, düşmanlarla düşman olup sefere izin var mıdır? Dedi. Şeyh Edebali de şimdilik buna gerek olmadığını ifade etti. Bir süre bekleyen Osman Bey sabırsızca atına bindi ve Şeyh’in evine geldi. Ama huzura kabul edilmedi. Kendisine bir müddet beklemesi tavsiye edildi. Tekfurların birleşmesine engel olması gerekiyordu. Bu arada Osman Bey de kendisini ispat etmek zorundaydı. Altı ay sonra Şeyh Edebali dünya ve ahiret adamı Osman Gazi’ye sefere çıkması için izin verdi
       Osmanlıyı Şeyh Edebali kurtardı. Bursa’nın Hâkim tepesinde Emir Sultan vardır, bütün beylikler birbirleriyle kavgalıdır. Tıpkı bugünkü siyasi partilerin birbirleriyle sürtüştüğü gibi. Emir Buhari ve Emir Sultan gittiği her yere huzur götürüp, birlik ve beraberlik sağladılar. Anadolu’daki bütün beyliklerin Osmanlı Beyliğine bağlanmasında Emir Sultan’ın destanı sembol oldu. Sonuçta üç ışık, üç kandil doğdu. Sevgi bağları güçlendi. İşte bu ruh bizi vatana, yöneticilere bağladı. Bu zincirin bir halkası da bütün insanlığın kabullendiği Mevlana’dır. Akşemseddin İstanbul’un fethini hazırlayan gönül eridir. Ahmet Yesevi bir deryadır. Horasan Erenlerini Anadolu’ya gönderen yüce kişidir.
      Sultan Mehmet üç yaşındayken, Akşemseddin’e teslim edilmiştir. Sultan Murat Han İstanbul’u almayı çok istemektedir. Ne yazık ki bu ona nasip olmamıştır. Fatih “fetih hadisiyle” şartlandırıldığı için tahta geçer geçmez İstanbul’u almaya karar vermiştir. Çandarlı yaşlı ve tecrübeli bir vezirdir. Dünyanın en büyük fethi gündeme gelmiş, bir çağın kapanıp bir çağın açılması projesi hazırlanmıştır. Fatih sabırsız ve heyecanlıdır. Yüce peygamberin övdüğü asker ve komutan olma özlemini duymaktadır. “İstanbul’u alan komutan ne iyi komutan, onun askeri ne iyi askerdir.” Hadisinin onuruna ve şerefine ermek kolay bir rütbe değildir. Bu şeref Türklere sunulan son Peygamberin mucizesidir. İslam ordularının en güçlü dönemlerinde İstanbul’u sekiz kez kuşattıkları halde bu konuda başarı sağlayamadılar. Ancak bu şeref “Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması” konusunda Ahmet Yesevi’nin himmet edip izin verdiği Horasan Erenlerine, asil Türk milletine nasip olmuştur. Fatih’in sabrı bu nedenle taşmaktadır. Hem hocası Akşemseddin’e ve hem de Çandarlı’ya sık sık tepki göstermektedir. Bazen de beyaz atının üzerine binip denize doğru hırsla yürüdüğü görülmektedir. Çandarlı;
       —“Hünkârım biraz sabır” diye tavsiyede bulunurken Akşemseddin çadırına çekilip alnı secdede Mevla’ya yalvarmaktadır. Kuşatmanın elli üçüncü gününde Ulubatlı Hasan adlı yağız delikanlı surlara tırmanmaktadır. Üzerine kızgın yağlar dökülmesine, yüzlerce okun göğsüne saplanmasına aldırış etmeden, tekbir getirip al bayrağı kale burcuna diktiği anda Akşemseddin’in başı secdeden birden kalktı ve tekbir sesleri gökyüzüne doğru şimşek gibi yayılıverdi. Ne mutlu o orduya, ne mutlu Horasan Erenlerine ve Ahmet Yesevi ruhunu teneffüs edenlere.
       Gariptir bugün Ahmet Yesevi’nin türbesini yüzlerce Rus ziyaret edip ona dua ederken, onun varisi olan Türk dünyası ve gençliği o yüce kişiye bigâne kalmaktadır