19 Aralık “Hayata Dönüş” Operasyonu ve Gerçekler
 
Takvim yapraklarını bu gün koparırken “insanlığın sol yanı” ağrıyacak yine. Ülkemizin kanlı örtüsüne takılacak gözleri. O örtünün kan kırmızı renklerine.
       19–22 Aralık 2000... Unutulması imkânsız bir tarihin dört unutulmaz gece ve gündüzü. Kan barut ve direniş. Uğruna nice bedeller ödenen demokrasi yürüyüşünün sarp, dolambaçlı ve o çetin, engebeli patikalarından bize bırakılan izlere bakıp öğrenmeye devam edeceğiz. Bu topraklarda 11 yıl önce nasıl bir vahşet ve direniş yaşandığını tüm duyarlı yürekler ne unutacak, ne de unutturacaktır.
       Egemenlerin adına “hayata dönüş” dedikleri operasyonunun hedefinde 20 zindanda direnen devrimci muhalif tutsaklar vardı. Bu tarihin unutulmayacak olmasının nedeni sadece sergilenen saldırganlık değildir. Bu tarih, zulmün karşısında sergilenen unutulmaz bir direnişin adıdır da aynı zamanda.
       Bugün yargısız infazlar ülkesi haline gelen bu coğrafyanın tarihi de kıp kızıldır, Dün “tehcirler”, sürgünler, kıyımlar, bastırılan Kürt isyanları, taş üstünde taş bırakmayan devlet anlayışının bu günlere geleceği belliydi. 2000 ne damgasını vuran bu tablonun oluşmasına dünden bugüne tüm düzen sahiplerinin ortak katkı sundukları bilinmelidir. Birbirlerine havale etmeye kalksalar da tümü bu yaşananların ortak sorumlusudur. Sermayedarlar tarafından yaratılan bu Türkiye tablosunda kullanılan tek renk insan kanıdır. 19–22 Aralık zindan katliamı da bu tablonun kanlı bir parçasıdır.
       İbret alınacak bir durum ise yazılı ve görsel medyanın yangına körük halleridir!
       20 Aralık günü gazete manşetleri de kan kokmaktadır. İşte örnekler:
Hürriyet: Devlet Girdi, ‘Örgüt yaktı, jandarma kurtardı’,
Sabah: Kendilerini ateşe verdiler’,
Akşam: ‘Yürüyen çıraya döndü... ‘Yakın’ emri verdi’,
Star: Ölüm orucundakiler tek tek kendilerini yaksın! Sonuç: İşte bu.
Milliyet: Sahte oruç, kanlı iftar
Zaman: Sahur operasyonu
       Başka ibretlik âlem ise yine bu gazetelerin köşelerini kapan kalemşorlarıdır Katliamın aklanması görevine soyunmuşlardır. F tipini lüks bir otel odasına benzeten, haber ve yazılarıyla F tipinin “ideolojik müteahhitliğini” yapan Fikret Bila, Tuncay Özkan, Güneri Civaoğlu gibi gazetecilerin kaleminden mürekkep değil kan damlamıştır.
       Egemen medya bu ülke tarihindeki tüm kanlı provokasyonların zeminini önceden hazırlamakla ünlenmiştir. Resmi tarihin aktarılma aracıdır çünkü onlar. 1951 olaylarından ‘77 1 Mayısı’na, 12 Eylül’den günümüze her kanlı eylemin aklayıcısı olarak onlar vardır.”Hayata Dönüş” operasyonu emperyalizmden gelecek demokrasiden medet umanlar için de bir aynadır. Çünkü F Tipleri AB tarafından da onaylanmıştır. Katliamın üzerinden daha yalnızca 48 saat geçmişken, üç emperyalist finans odağı peş peşe aldıkları kararlarla katliamcıları ödüllendirerek katliamı kutsamışlardır. IMF İcra Kurulu 10 milyar dolarlık krediyi onaylamıştır. Dünya Bankası ise 5 küsur milyar dolarlık bir başka krediyi onaylamıştır. Bunlar muhalif tutsaklara karşı sergilenen acımasızlığın, bu acımasızlık üzerinden sergilenen sözde kararlılığın emperyalist merkezlerce ödüllendirilmesidir.
        Şimdilerde katliama dair sürekli yeni bilgiler ortaya çıkmaktadır. Katliamı gerçekleştirenlerin suçlarını gizleyebilmek için yaptıkları hileler ortaya çıkmakta, egemenlerin hukuk sistemininse nasıl da gerçek suçluyu aklamaya çalıştığını görmekteyiz. Lakin şaşırtıcı da değildir. Çünkü bir yıl boyunca hazırlık yapılan bir katliam için mutlaka her şey, tüm hileler düşünülmüştür. Arabuluculuk görevi üstlenen kitle örgütü temsilcilerinin, aydın ve yazarların, hatta milletvekillerinin bile aldatıldığı gibi.
       Aradan geçen yıllar vesilesiyle suların durulduğunu sananlar yanılıyor. Bu topraklar direnişin toprağıdır. Kıyımlar, katliamlar, infazlar nafiledir. Değişimin umudu filizlenmeye devam etmektedir. Çünkü bu toprağın bereketini demokrasi için toprağa düşen devrimciler arttırmaktadır.        
       19–22 Aralık tarihi arasında yaşananlar sadece egemenlerin sergilediği vahşetle anılmayacaktır. Bu tarih tüm yönleriyle bilinçlerde bir berraklık sağlamaya yardımcı olurken, aynı zamanda zorbaya karşı direnişin görkemli bir sembolü olarak da hafızalarda kalacaktır. Bugün olduğu gibi gelecek kuşaklar bu tarihten, daha demokratik bir ülkede yaşama mücadelesi uğruna gösterilen baş eğmez direnişçiliği öğreneceklerdir.
      Sokakların, meydanların boş olduğunu sananlar yanılıyor, bu topraklar zalime ve zorbalığa karşı direnişlerin toprağı olmaya devam edecektir. Ta ki zorbalar kalmayana dek.