Bir birey, etnik konumundan dolayı, ikamet, istihdam, idari ve eğitim yönünden her hangi bir ayrımcılığa uğruyorsa orada bir  “etnik” sorun var demektir. Eğer böyle bir “ayrım” olmamasına rağmen bireyler grup hakkı talebinde bulunarak etnisitelerini siyaseti belirleyici bir statüye çekmek için “etnik” ayrıntıları öne çıkarıyorlarsa orada etnisitenin siyasallaştırılması söz konusudur. Siyasallaşmış etnisite ise başta barış ve huzuru olmak üzere her şeyi çıkmaza sokan, içinden çıkılmaz hale getiren bir çatışmayı tetikler.

Etnik yarış, sonunda ayrıştırır!
Alt bir kültürü milli kültür ya da bir etnisiteyi millet haline getirmek; bir devleti yıkmanın ya da bir ülkeyi bölmenin en pratik yoludur. Her alandaki etnik çatışma, boğazlaşma ve etnik temizlik böyle başlar. Etnisitenin dili barışın değil kavganın, beraberliğin değil ayrılığın, ortaklığın değil ayrışmanın dilidir. Ortak paydanın yerine etnik farklılıkların konması toplumu eninde sonunda ayrıştırır. Bu yüzden ABD’nin eski başkanlarından Roosevelt “Bu ülkeyi mahvetmenin yolu, bir ulus olarak yaşamamızı engellemenin yolu; birbiriyle dalaşan Alman-Amerikalı, İrlandalı-Amerikalı, Fransız-Amerikalı, İskandinav-Amerikalı, İtalyan-Amerikalı olarak her biri ayrı grubun kendi ayrı kimliğini benimseyerek yaşamasıdır” der. Yine ABD’nin diğer bir başkanı Wilson da şunları söylemiştir: “Kendinizi gruplar olarak düşünürseniz siz gerçek Amerikalı olamazsınız. Amerika gruplardan oluşmuyor. Kendini bir ‘özel’ grubun üyesi olarak gören kişi henüz Amerikalı olmamıştır”.

Türkiye’deki etnik ayrıştırıcılık
Yukarıdaki yaklaşım biçimi, Amerika gibi bir ülkede bile etnik aidiyetin siyasi enstrüman olarak kullanılmasının ne denli tehlikeli görüldüğünü kanıtlar. Türkiye’de ise İmralı’daki hükümlü, “Batı’daki Kürtler Doğu’ya gitsin!” diyerek etnik ayrımcılık öneriyor. Bu söylemin amacı Türk ile Kürt’ün iç içe yaşaması yerine sınırları birbirinden ayrışmış biçimde yan yana yaşamasını sağlamaktır.  “İki dil”, “iki bayrak”, “iki millet”, “iki silahlı güç” ve “özerk Kürdistan” söylemleri, iki ayrı devleti esas alan ve etnik çatışmayı amaçlayan sihirli sözcükleridir. Bu taleplerin “demokrasi” ya da “insan hakları” ile alakası yoktur.
Kaldı ki Türkiye’de Türk ile Kürt’ü birbirinden ayıran unsurlar, birleştirenlerin yanında çok daha hafif kalmaktadır. Dini, ibadethanesi, pazarı, mezarı, gelenekleri, tarihi, evlilikleri ve yaşadıkları coğrafyaları ortak olan insanları, dil farklılığı yüzünden birbirine düşürmek sanıldığı kadar kolay değildir. Açıkça ifade etmek gerekir ki herhangi bir PKK’lının Kürt ile ilişkisi Türk aidiyetine sahip herhangi bir kişinin Kürt ile ilişkisi yanında çok daha hafif kalmaktadır. Bunun nedeni kültüreldir. Kürtçe konuşan dindar insanların, dinsiz bir PKK örgütünün peşinden gitmesi beklenemez. PKK’nın bölgede kurmuş olduğu baskılı yapı, insanların gerçeklerinin farklı, davranışlarının ise daha farklı olması sonucunu doğurmaktadır. Bugün  “Kürt Sorunu” diye ifade edilen olgu, gerçekte etnik bir dayatmadır. Bu dayatmanın içinde bariz bir biçimde “böl-yönet” ya da  “ayır-buyur” gibi siyasi bir strateji de vardır.  Bu anlamda “etnisite” sorunlu ve tehlikeli bir kavramdır; herkesin çok daha dikkatli olmasını zorunlu kılar.