Sayın Başbakan; son zamanlarda hayli yoğun bir tempo içindesiniz. Önce çok yorucu bir Kuzey Afrika gezisine gittiniz. Dönüp biraz bile dinlenemeden bu kez Amerika seferiniz başladı. İnanılmaz bir performans sergilediniz.
 
Tekrar Türkiye’ye döndünüz, ama bu kez de Makedonya geziniz başladı.
 
Ne kadar yorgun olduğunuzu anlamamak mümkün değil.
 
Belki bu uzun geziler sonucu sizi bedenen de etkileyen yorgunluk nedeniyle de olabilir, ama söylediğiniz bazı sözler çok dikkat çekici. Açıkçası ben tam olarak ne demek istediğinizi anlayamadım.
 
İlk olarak PKK’nın acımasız terörü üzerine söyledikleriniz.
 
“Ciğerim yanıyor ciğerim” dediniz. Bir insan, bir baba olarak bunu söylemeniz çok normal. Bu alçak saldırılar karşısında son derece insani tepkinizi dile getirdiniz.
 
Ama unutmayın ki Sayın Başbakan, siz başbakansınız. Elbette duygularınız var ama, bir başbakan olarak duygularınızla değil, irade gücünüzle hareket etmek durumundasınız.
 
Örneğin ben, bir vatandaş, iktidarda olmayan siyasi partilerin yöneticileri bu duygusal yaklaşımı gösterebiliriz, ama siz sorunu çözmek durumunda olan makamdasınız.
 
Sizin şikâyet etmeye hakkınız yok, gereğini yapmanız bekleniyor sizden. Bakın terör sadece can almıyor, binaları yakıp yıkmıyor, öğretmenleri, korucuları, sağlık görevlilerini de kaçırıyor. Vatandaş haklı olarak “Devlet nerede?” diye soruyor. Bu soru sizedir.
 
Oysa siz de aynı bizler gibi adeta “Devlet nerede?” dercesine “Ciğerim yanıyor” diyorsunuz.
 
Sizin gibi Başbakan Yardımcınız da “sırtlanlardan” söz ediyor. Unutmayın ki o sırtlanlar bile sizin vatandaşlarınız.
 
Sayın Başbakan, ikinci garip söyleminiz ise “Müslüman Kürt vatandaşlarıma sesleniyorum” cümleniz.
 
Bunu anlamak ve kabullenmek mümkün değil. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından söz ederken neden önce etnik ayrım sonra da din vurgusu yapmak zorunda hissettiniz kendinizi?
 
Kürt vatandaşlarımız içinde Müslüman olmayanlar mı var? Ya da siz Kürt vatandaşlarımızdan bir kısmını Müslüman saymıyor musunuz?
 
Veya örneğin aklınıza hiç “Müslüman Türk kardeşlerim” demek geliyor mu?
 
Terör nedeniyle duygularımızın en üst noktada olduğu kesin. Ama normal bir zamanda bu sözleriniz “hem etnik hem de dini bölücülük” olarak algılanabilir ki, bunun özellikle bir başbakanın ağzından çıkması çok ağır bir siyasi bedel bile ödetebilir.
 
O komutanların vicdanı sızlamış mıdır?
 
Hafta içinde Türkiye’nin kendi ürettiği ilk savaş gemilerinin denize indirme ve donanmaya teslim törenleri yapıldı.
 
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Genelkurmay Başkanı ve kalabalık bir komutan heyeti törende hazır bulundu. Genelkurmay Başkanı’nın eşi de büyük bir keyifle gemileri denize indirme şerefine ulaştı. Doğal olarak herkes neşeliydi, mutluydu, gururluydu.
 
Ama çok merak ediyorum, törene katılan o komutanların vicdanı hiç sızladı mı? Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın önünde “gurur tablosu” çizen o generallerin herhangi birinin aklına “Türk savaş gücünü artıran bu gemilerin yapılması için bütün amirallik dönemini çalışarak geçiren Özden Örnek şu anda terörist olduğu gerekçesiyle yargılanıyor. Aslında bu gurur tablosu onun eseri, ama o şimdi hapiste” demek geldi mi?
 
Benim aklıma geldi. Ve o törende bir askerin bile bu işte çok emeği geçen Özden Örnek’i anmaması da canımı çok sıktı. Benim askerim bu kadar mı vefasız?
 
Bilmediğinden yani
Bilmediğimden soruyorum; Anayasa Mahkemesi Başkanı’nı yabancı büyükelçilerin, nezaket amaçlı da olsa, ziyaret etmeleri ve Başkan’ın da onlara iade-i ziyarette bulunmaları diplomaside rutin bir gelenek midir?
 
Örneğin bizim Washington Büyükelçimiz de göreve başladıktan sonra ABD Yüksek Mahkemesi Başkanı’nı ziyaret etmiş midir? Türk Büyükelçiliği’ne herhangi bir Yüksek Mahkeme Başkanı iade-i ziyarette bulunmuş mudur?
 
Cem Toker Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı
 
Ya dövülen çocuklar?
Cümleyi Pakize Suda’nın köşesinde gördüm. Pakize Suda olağanüstü mütevazılığı ile o kadar güzel yazıyor, hele “mış muş” köşesinde o kadar ince dokundurmalar yapıyor ki, bir kez okuyanın tiryaki olmaması mümkün değil.
 
Son zamanlarda kadına yönelik şiddeti çok konuşur olduk. Gün geçmiyor ki koca dayağına kurban olmuş bir kadın haberi yayınlanmasın.
 
Bu nedenle aile içi şiddeti önlemek için büyük kampanyalar da açılıyor.
 
Ama aile içi şiddette “canı yanan” sadece kadınlar değil ki.
 
Bakın Pakize Suda ne diyor; “Çocuğunu döven kadın sayısı, çocuğunu döven baba sayısından fazla.”
 
Bilinen sözdür; “Annenin vurduğu yerde gül biter.” Açıkçası biz böyle büyüdük. Ama Pakize Suda’nın kastettiği, bize terbiyeli olmayı öğreten “şirin” dayaklar değil elbette. Anne dayağı yüzünden büyük travmalar yaşayan o kadar çok çocuk var ki...
 
Aile içi şiddette bu konuya da önem verilmeli.
 
Ölüdeniz’de sabah keyfi
Parşembe günü ölçüyü kaçırıp fazla yazınca Tatil Notları bugüne kaldı. Devam edelim:
 
Fethiye’ye bu kez uğramayıp Ölüdeniz’e vardığımda hava kararmak üzereydi. Akyakalı sevgili arkadaşlarım Sinem-Tunç çiftinin tavsiyesi ile Noa Otel’e yerleştikten sonra hemen bir kıyı gezmesine çıktım.
 
Ölüdeniz Koyu bir yarım daire gibi. Hemen ucunda içeri haliç gibi giren bir koy daha var ki, işte oraya Ölüdeniz deniyor.
 
Değil tekne, botların bile girmesi yasak, çünkü su sirkülasyonu çok yavaş, anında kirlenebilir.
 
Bir kere denizden gitmiştim Ölüdeniz’e, çok kalamamıştım. Bu yıl aslında ilk kez gördükten sonra yine hayıflandım. “Buralara daha önce niye gelmedim” diye.
 
Sarp kayalarla çevreli bir vadiye girmiş geniş bir koy. Çevre çok iyi korunmuş. Oteller ve eğlence yerleri denizden 200 metre geride. Sahil sadece denize girenler için; bomboş, ne lokanta ne gazino.
 
Bölgenin en önemli turistik özelliklerinden biri yamaç paraşütü. Paraşütçüler gün boyu Ölüdeniz’i çevreleyen Bey Dağı’nın tepesine çıkıyor arazi araçlarıyla, 1300 metreden kendilerini salıyorlar aşağıya. Ertesi sabah saat 10.00’da gökyüzü uçurtma şenliğindeki gibi paraşütlerle doluydu.
 
Ölüdeniz’de sabahları deniz çarşaf gibi. Öğleden sonra dalga başlıyormuş. Ben sabah erkenden uzun süre yüzüp kahvaltı ettim ve İstanbul’a dönüş için yola çıktım.
 
Dönüş yolu Burdur, Afyon, Kütahya, Adapazarı üzerindendi. Yolların büyük bölümü duble, ama bazı yerler iyi değil, bazılarında da yine tamirat var.
 
Tamam, duble yollar yapılmış da çoğu bir yıl içinde bakıma muhtaç hale gelmiş.
 
Ancak Bozüyük-Adapazarı yoluna bayıldım. Ne viraj kalmış ne kamyon arkasına takılmak. 1.5 saatte geçip gidiyorsunuz. Ne zaman yapıp bitirmişler, şaşırdım.
 
NOT: Ekincik Koyu’nu da iki gün üst üste Edincik diye yazdım ya, helal olsun bana
 
Doktorların, kendilerine ya kamuda ya özel sektörde çalışma şansı veren Tam Gün Yasası’ndan şikâyetçi olup kamudan istifa etmeleri hastalara ne getirdi? Onlar da “tam gün” doktor bekler oldular! (Gani Yıldız)