Biliyoruz ki yaşam canlılığın somut ifadesidir. Haliyle yasam varsa, canlılıkta var demektir. Tüm canılar yaşama programlanmış bir tutum ve davranış gösterirler. Canlılık için yaşamı dışlayan her yaklaşım tehlikelidir. Hayvanlarda içgüdüsel mekanizma bu tehlikeyi haber veren bir güvencedir. Yaşam ve insan ise çok daha karmaşık bir ilişkiyi ifade eder. Bu ilişkide hayvanlardan farklı olarak içgüdüsel mekanizma değil akil, bilinç ve irade rol oynar. Yaşam türleri bu özelliklerin bir bileşimi gibi karsımıza çıkar.
 
        Toplumlar en ideal yaşam tarzını insana en uygun yaşam anlayışını aradıklarında mutlaka akıl, bilinç ve irade gibi kavramları keşfetmişler. Her seferinden yeniden, yeniden tanımlamışlardır. Toplumlar için geçerli olan bu yaklaşım ve arayış birey söz konusu olduğunda daha çok daha çarpıcı bir gereklilik arz eder. Bireyin yasam tanımı onun yaşama bakışıdır. Bir bireyi tanımanın ve tanımlamanın en geçerli yolu ölçütü, onun yasam tarzıdır.    Yani yaşamı nasıl algıladığı, yorumladığı ve nasıl gerçekleştirdiğidir. Bu kriterler oluşturulmadan ve tanımlanmadan birey de rastgele bir canlıdır. Tarihte önder ve büyük yönetici tarzı insanların yaşamlarının da büyük olması bundandır.
 
       Bir birey için yaşam tarzı ve tanımı demek, amaç belirleme yöntemleri, araçlar, stratejiler taktikler, ilkeler ve kurallar, eğilim ve tüm yönelimleri demektir. Dahası yaşam tarzı demek, yaşamın gerçekleştirilmesinde, koşul, zaman olanak gibi kavramların değerlendiriliş biçimi demektir. Bir bütün olarak belli bir çerçevede içselleştirilenlerin bilinçli olarak değerlendirilişidir. İşte burada bilinçli insan olmanın bir ifadesi olarak sevgi devreye girer. Duyguların en yücesi ve yalnızca insana özgü olan sevgidir denmesinin altında bu yatar.
 
       İnsanın yüzyıllardan buyana üzerinde en yoğunlaştığı duygu sevgidir. Sevgi kadar tüm insanın ortaklaştığı duygu yok gibidir. Şiirler, Romanlar, öyküler, türküler çoğunlukla sevgiyi anlatır. En güzel sözcük dizileri sevgiyle yoğunlaşmıştır. İnsana özgü olan ender ortak duygulardan biri sevgidir. Çünkü sevgi, güdülerin hayvaniliğinden sıyrılmış insaniliğin bilinciyle yaratılmıştır. Bilindiği gibi, bilinç olmadan güdü olur ama sevgi olmaz. Elbette her duyulan her his sevgi değildir. Örneğin”Hoşlandım,“seviyorum“demek tarihi şeylerdir. Belki de aşk konusundaki bütün yanılsamaların temeli bu iki Duygusal durumu karıştırma gerçeği vardır. Güdüler hayvanilikleri gizlemek için çoğu kez karşımıza kutsanmış maskelerle çıkarlar.    “Sahte sevgi güdünün bir maskedir.”
 
       Gerçek sevginin yolu bilinç taşlarıyla döşenmemiş ise o güdülerde hayvani bir hırs vardır. Sevginin yolu emektir. Bu yolda ısrarla yürümek ve ilerlemek bilinç ve emek kahramanlığını gerektirir. Aşk, sevda, sevgi sözcükleri bütün mitolojilerde en yüksek noktaya konulmuşsa, nedeni bilinçtir. O zaman sevgi varsa insan da var demektir. Sevgi evrensel bir insanlık duygudur demiştim. Tıpkı eşitlik, özgürlük ahlak, adalet gibi bir evrensel kategoridir.
 
       Elbette sevgi olgusu bilincin ürünü olması sebebiyle bir tarihsel gelişim gösterir. Emek ve bilincin ürünü olan sevgi, her an emek ve bilinç arasında bir yoğunluk kazanır. Dolaysıyla, sevginin nesnesi olan şeyler tarihsel bir gelişim içinde çoğalır, çeşitlenir, başlangıçta mağarasını seven ilkel insan, belli bir aşamadan sonra, bunu yurt sevgisine dönüştürür. Yüzyıllar geçtikçe bunu ulus, dünya, evren sevgisine büründürür. Emek ve bilincin yoğunlaşması tarihsel gelişimi sevginin derece, derece büyümesi ve yaygınlaşması demektir. İçinde sevgi olan bütün kavramlarda bu nedenle genel bir sevgi söylemi bulunur.
 
        O nedenledir ki insan bir anda bir kaç şeyi sevebilir. Örneğin bir babanın çocuğunu sevmesi demek, eşini sevmiyor anlamına gelmez. “Sevgi“sözcüğünün yeri, doğal olanın yanıdır, insan sevgisi, doğa sevgisidir, vb. İşçiler, kır emekçileri, kafa emekçileri aynı düzeyde sevgiye layıktır. Zira hepside emek üretkenliğiyle yaşıyorlar ve yaşatıyorlar. Sevgi, kaynağını benzerliklerden alan bir duygudur. Her insan bir şeyler paylaştığına inandığı insanları, sevebilmek imkânına sahiptir. Zira insan, bir şeyler paylaşabildiğine inandığı insanları sevebilir. Farklı olana ise ancak anlayış gösterebilir, saygı duyar. Sevgisizlik farklılıklardan beslenen soğukluk halidir denile bilir.
 
       Farklılıkların derin uçurumlarında buz gibi hava eser. Tüm insanları ve halkları sevmeyen bir kişinin çoraklaşması ve yozlaşması kaçınılmazdır Sevgi, insan kişiliğinde tohumlarını taşır. Bu tohumları taşımayan bir kişinin yüreği sevgide üretemez.
 
      Sürekli mutsuz ve sorunludur. Her şeyi kendi etrafı ve küçük grubunun etrafında ele almaya çalışır. Kendi ve grubu erişilmezdir, ona dokunan yanar yâda yakılır. Bu tipten kişilikler yalnızca kendilerini severler ve herkesi de kendisini sevmesini isterler.
 
      Yaşamı yaşanır kılmak, sevgiyle kucaklamak için bilinçli ve örgütlü bir mücadele verilmeden mümkün olmayacak. Bir birine güvenle bağlanmış, yoldaşlık temeline oturan,  ortaklaşma ve omuz omuza vermede haz alarak “yârin yanağından gayri her şeyde, her yerde hep beraberiz” diyen bir yaklaşım içinde olunmadan, sevgiyi günümüz düzeninde büyütmek güç olacaktır.
 
       Yaşam “nasıl olursa olsun”, yerine, bilinçli ve  “ortak ideallere” bağlanmış, insanın insan üzerindeki her türlü baskı ve sömürüsünü yok ederek “bir ağaç gibi hür ve bir orman gibi kardeşçesine” olması için emek harcamalı ikirciksizce bir birimizi sevmeliyiz. İşte o zaman yarının güzelliklerini bugünden kurmuş oluruz. Sevgiyle kalın.