Rahmetli Alpaslan Türkeş, milletlerin ülkücülerinin olmasını o milletler adına büyük bir şans olduğunu ifade ederdi.

            Çünkü ülkü sahibi kişiler ve o kişilerin oluşturduğu kurumlar kendini, milletinin mutluluğuna adarlar, bütün mefkuresini o minval üzerine şekillendirirler. Bazen yaşadıkları çağda anlaşılmasalar bile bir zaman sonra yaptıkları fedakarlıklar ve atıkları tohumlar istikbalde meyveye durur.

                Bu anlayıştan hareket ile Ülkücü hareketin talip olduğu medeniyet algısını incelediğimizde geçmişi ile barışık olan, tarihsel misyonunu bir bütünlük içinde değerlendiren yönü tartışma götürmez hakikatler arasındadır.

 Ancak, realizm ve idealizm açısından bakıldığında,  gelecek tasavvuruna ait değerlendirmeler için aynı şeyi söylemek biraz zor görünmektedir.  Daha doğrusu var olan Medeniyet inşasına ait yaklaşımların topluma aktarımı, aktarım şekli, gördüğü karşılık tam olarak ortaya konulmamıştır.

                Ülkücülerden beklenen aksiyoner ruh ve sosyal bütünlük de işte bu noktada  önem arz etmektedir.

Türk toplumunun milli, İslami, insani beklentilerine cevap verebilecek niteliğe sahip olan ülkücü fikriyat; bu anlayışını kurumsal yapılanmalarla ülkenin her yerine ve bireylerine ulaştırması gerekmektedir.

Eğer ülkenizin ve milletinizin içinde bulunduğu sıkıntılara yönelik çözüm önerilerinizi onlara ulaştıramıyorsanız bu projelerinizin kütüphanelerde okunmayan kitaplardan farkı kalmayacaktır.

Hem ülkemizde yaşanan meselelere hem bölgemizdeki kaoslara hem de küresel tutumlara karşı sizlerin de cihan şümul yaklaşımlarınızın olması gerekmektedir.

Söylenenleri somutlaştırmak gerekirse;

Öncelikle Ülkücüler birbirine sahip çıkacak, eleştirilerinde çözüm önerileri ile gelecekler ve ülkücü aydınlar hiçbir beklenti içine girmeden çözüm önerilerini ihtiva eden çalışmalar yapacaklar. Ancak bunu gerçekleştirmek için önce aydınlarımız kendilerini eleştirecek ve nasıl katkı sağlayabileceği hususunda net olacaklar.

Ülkücü teşkilatlar, çağın ihtiyaçları doğrultusunda kendini yenileyecek ve ülkücü fikir adamları kendi ilinden ülkesine, Ortadoğu coğrafyasından Türk ve İslam coğrafyasına  köklerine bağlı kalmak  ve asli değerlerden taviz vermemek şartı ile evrensel bakışlar  geliştirecekler.

Şu bir hakikat ki; özellikle Türkiye’de yaşanan sorunlara ait çözüm önerilerini yine bir tarihsel süreç ve gelecek tasavvuru içerisinde ortaya koyma mecburiyeti ülkücülerden beklenen bir tutumdur.

Ülkücülerin, ülkemizin ve bölgemizin yaşadığı kaos ortamını büyük bir ciddiyet ve endişe ile seyretmekte olduğu ifade edilmektedir.

 Ama ülkücü hareketten beklenen, bu ciddiyetle takip edilen ve siyasi erkin hatalarını eleştiren tutumundan ziyade artık toplumda, bölgede ve Dünya’da karşılık gören yaklaşımlar ortaya koymasıdır.

Ülkücü hareket bunu gerçekleştirmeye mecburdur. Tarihten ve inancından aldığı yaşatma ideali ve kendini öz evladı gördüğü milletine vefa anlayışı, harekete böyle bir misyon yüklemiştir.

Bu vazife, liyakatle yerine getirilmelidir. Mesuliyet duygusu, Yeniden Maneviyata Dönüş ideali ve inşa etmek istediği Medeniyet Tasavvuru ülkücülerden ve ülkücü hareketten bunu beklemektedir.

Nitekim, Osmanlı devletinin o kaos ve bilinmezlik dolu yıllarında ortaya çıkan devrin münevverleri milletin kurtuluş reçetesini yazmış ve o reçete, tarihle yeni bir Türk devletini tanıştırmıştır.

                Bugün için hem iç tezahürler hem de dış temenniler açısından bakıldığında ülkemizin içinde bulunduğu buhranlar anaforu dünü aratmayacak kadar çetrefillidir.

                Ancak ülkemizin sınırları dahilindeki ve etrafındaki olaylara karşı, ilgililerin belirlediği stratejik yanlışlara takındığı tutum, çözüm değil kaosa sebep olmaktadır.

                Türk milletinin tarihi geçmişi ve oluşan bu tarihi süreç içerisinde etkileşimde bulunduğu coğrafya, aynı zamanda onun konumu ve rolünü de belirlemektedir.

                Gerçeklerden ziyade gerçek ötesi durumlara yönelen erk irade; stratejik olarak, realitelerle örtüşmeyen yaklaşımlar sergilemektedir.
                Stratejik algısını tarihin derinliklerinde arayan yönetim gücü, o tarihi tasavvuru da tam olarak yansıtamamakta ve maalesef problemlerin çözümüne milli dokularımızla örtüşmeyen çözümler teklif etmektedir.

                Bu konu daha derinlemesine tahlil edilebilir. Ancak beklenen, yaşanan olaylara karşı sergilenen stratejik tutum eksikliğinin izalesi adına memleket millet sevdalılarının sergileyeceği tavrın kurumsal karşılığının ortaya konulmasıdır .

                Yapılması gereken, kendini milletine ve inançlarına adamış milliyetçi kuruluşlar ve ülkücülerin Türkiye’nin her yerinde, Türk milletinin istikbali, onun istikbali ile de manevi değerlerimizin neşvü neması adına özelden genele problemleri ortaya koyan ve ortaya koyduğu her problemin çözümünü de sunan etkinliklere imza atması gerekmektedir.

                Ülkücüler ve ülkücü kuruluşların organize ettiği gönüllüler ordusu, toplumun önce yöneticilerine, ardından siyasilerine, kanaat önderlerine, stklara, halk temsilcilerine, dini otoritelere vb. ulaşmalıdır.

                Bunu  başaracak irade, ülkücü yapının içinde mevcuttur.

                O zaman, ülkemizin yaşadığı bu açmazları ufkun ötesine taşıyacak olanlar, Anadolu insanını kendi hinderlendı  (arka bahçesi)görenlere Anadolu’nun, hakikatte sadece kendisinin arka bahçesi olduğunu ifşa etmek, bir imanın ve tarihi misyonun gereği olduğunu göstermek gerektiğini hatırlamalıdırlar.

                Bu da milli, ahlaki, İslami, insani kaygı duyan her ülkücü kuruluşun, Türk milliyetçilerinin, siyasal beklenti ve kaygı duymadan, tarihi serencamımıza ve tarihsel stratejimize uygun bir tutum sergilemesi ile mümkün olacaktır.

Konu başlığından hareket ile mevzunun sistemleştirilmesi gerektiği kanaatindeyim.

Belki de mesele çalıştaylarla, istişarelerle, oturumlarla ele alınıp somut veriler elde edilmeli ve ilgili kişiler, kuruluşlar millet, memleket adına gereğini yapmalıdır.