«Hayat ölmeye değer fakat küçülmeye değmez» diyemiyorlar!
 
Bir ülkenin insanları kendi geleceklerini kendileri tayin ederler. Seçtikleri insanlarla; subaylarının başlarına çuvallar geçirilir, gemileri kurşunlanır, insanları öldürülür, uçakları düşürülür... Ordusunun en üst kademesinde görev yapan kahraman komutanlar ülke menfaatleri bir kenara atılarak toplu halde ve tek tek tutuklanırlar. Şehirler adeta talan edilir... Adaletsizlik, hukuksuzluk yaygınlaştırılır... Bütün bunlar karşısında millî bir duruş, devlet adamlığı vakarı, üstün hizmet tepkisi ve hukukî kararlılık gösterilmez!
 
Parayı, makamı, unvanı ve çıkarı ön plâna getirdiğiniz zaman, tutkularınız şaha kalkar, sanatı, güzellikleri, insanî ilişkileri ve doğayı yok edersiniz. Kişisel ihtiraslar; değer yargılarını, hukukî kavramları, adalet ölçülerini, insanî ilişkileri, güvenliği, hizmeti ve çevre düzenini ortadan kaldırır. Benlik kaygıları, sanat düşmanlıkları, bencillik olguları, dengesiz bir hayatın kapılarını açar. Millî ve haysiyetli duruş sergilenmez!
Kendilerini, sözlerini, davranışlarını kontrol edemeyen yöneticiler, başkalarını, himayesindekileri, ülkelerini de asla iyi yönetemezler.
 
Parçalar bütünü oluştururlar. Her parça, her bölüm, her unsur bütün için oldukça önem taşırlar. Şuursuzca kesilen tarihî bir ağaç bile bütünü yaralar, doğaya, güzelliğe, çevreye dokunmuş olursunuz. Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir ferdine yapılan bir iftira, aşağılama, tüm Silahlı Kuvvetlerine ve Türk Milletine yapılmış olarak algılanır. Herkes kendi sorumluluğunu bilmeli, yaralamalara, aşağılamalara, horlamalara, yıkımlara, hukuksuzluklara, çevre katliamlarına demokratik ölçüler içerisinde tepki göstermelidir.
 
İstanbul gibi şehirlerde, tüccar mantığıyla yüksek binalar inşa ederseniz, tarihimizi gölgeler, tarihî eserleri de küçük düşürürsünüz. Bu doku  tahribatına hiç kimse asla göz yumamaz.
Mimarların, mühendislerin, şehircilik uzmanlarının siyasetin güdümüne girmeleri ise, «salla başını al maaşını mantığıyla hareket eden bireylere dönüşerek»,  mesleklerinde özgür olamamaları sonucunu doğurur.
 
Şehirlere bakış açısı, materyalizm ve kapitalizmle şekillenirse ölçü kaybolur, ilişkiler dumura uğrar. İnsan unsuru, inanç,  tarih, çevre, doku, doğa, yaşam alanları, çocuklar, yaşlılar, hastalar, hamile kadınlar ve özürlüler önemsenmez.
 
Bilhassa İstanbul gibi etrafı denizlerle çevrili bir kentin, stratejik konumu, endüstriyel özellikleri, kültürel yapısı düşünülmeden yapılan her eklenti, her yıkım, yer yozlaştırma hareketinin şehre ve geleceğe ciddi sorunlar taşıyacağı unutulmamalıdır. Ciddi zemin hesapları yapılmadan, şehrin genel dokusuna yüklenecek yükler incelenmeden, mevcut «önceki» hali bile tartışmalı olan bir şehre yapılan her müdahale gelecekte büyük sorunların tetikleyicisi olacaktır.
 
Fransa’da bir köyde, bir kasabada, bir şehirde, boş verin bir eklenti yapmayı evinizin bahçe duvarlarının rengini tayin etmek bile sizin elinizde değildir. Bu sebeple Paris 2 asır önceki hâli nasılsa bugün aynıdır. Yani bir kartpostal alsanız asırlar önceki aynı görüntüyü bugün de göreceksiniz. Ülkelerinin tarihî dokusunu koruma kararlığı ve millî duygular bu çerçevede de hiçbir ayırım yapmadan bütün yöneticilerde görülmektedir.
Biz de ise bugüne kadar şehirlerimiz için uygulanan yerleşmiş, kararlı ya da tutarlı bir politikaya hiç rastlamadık. Bu sebeplerle şehirlerimiz birer yaz-boz tahtası gibi... Bir yapar, diğeri yıkar... Güvenlik tedbirleri, gelecek kaygısı, tarih sevgisi gibi güzel duygular taşıyan yöneticiler  adeta yok gibi...
 
Yüksek tahsil yaparken öğretim görevlilerimizden Prof. Sabri BERKEL İç Mimarlık – Endüstri Tasarım Bölümü’nde Temel Sanat Eğitimi derslerimize giriyordu. Bize ilk derste söyledikleri ifadeler benim oldukça dikkatimi çekmişti : «Arkadaşlar, benim derslerimde sakın ha sakın not kaygısı taşımayın... Herkes mutlaka geçer not alacaktır. Yani çalışan, ilerleyen her arkadaş gelecekleri için kendisini yüceltecektir. Ben kabiliyet diye bir şeye de inanmıyorum; her şey, her bilgi, çalışılarak sonradan öğrenilir.»
 
Bu ifadelere dikkat edin : Ben Profesörüm, Profesör olarak böyle istiyorum, diye hava atmıyor. Ki bu değeli insan Pablo Picasso ile arkadaşlık yapmış, Paris müzelerinde tabloları olan bir şahsiyettir. Bize «arkadaşlar» diye hitap ediyor... Sanatçı inceliği onu bir başka açıklamaya da itiyor: «Not korkusuyla beni takip etmeyin» diye uyararak, «sanatın özgürlük olduğunu», «korkuyla, ithamla, sorgulamayla, dışlayarak, ucube yakıştırmalarıyla anılamayacağını, anlaşılamayacağını ve öğrenilemeyeceğini» bize, yani hepimize duyuruyor.
İşte bugün bu onurlu sanatçı varlığına, sanatçı duyarlılığına saygı göstermeyenler tarafından sergilenenlerin ilkel – bağnaz görüntüleri bu çerçevede daha da belirgin hâl alıyor. Sanatçılar mutlaka bu üstün özellikleriyle çağ dışı aşağılamaları geçersiz hâle getireceklerdi. Ben buna yürekten inanıyorum.
 
«Kalite=şahsiyet», «malzeme = kültür», «biçim=duruş», «doku=ilişki» , «sınır=hassasiyet», «çevre=birlik», «hareket tarzı=eğitim», «ölçü= hoşgörü», «inanç=adalet», «hedef=bağımsızlık», «ülkü=dürüstlük», «ilke=vatan ve bayrak sevgisi», «çocuk=gelecek», «görev=sadakat» gibi unsurlarla örülmeyen bir yetki hizmeti yok eder, «kıymet –emek-insan - hak» dörtlüsünü de tanımaz.
 
Şehirlerin dokuları, doğal güzellikleri, kültürleri, insanî ihtiyaçları, toplumsal yapıları, tarihî,  ulaşım sorunları, gelecekleri düşünülmeden bilim dışı yapılan her değişiklik problemlere kaynaklık yapmaktadır.
 
Bugün Bor ilçemizde tarihî hükümet binasını yerle bir eden zihniyet ne ise, İstanbul’da, diğer kentlerimizde, bizi tarihimizden, kültürümüzden, geçmişimizden, hatıralarımızdan, çocukluğumuzu paylaştığımız çevrelerimizden koparan zihniyet aynı...
 
Paris, 30.06.2012
 
Selam ve sevgilerimle.
Üzeyir Lokman ÇAYCI 
Concepteur industriel - Architecte d'intérieur
İç Mimar – Endüstri Tasarımcısı
55, rue Louise Michel
78711 Mantes la Ville
FRANCE 
------------------------------------------------------------
Resim : Üzeyir Lokman ÇAYCI