10 Ocak çalışan gazeteciler gününü bahane ederek her biri; bir çalışıp üç çalışmış gibi görünmenin yaşam felsefesini kendine şiar edinmiş birkaç gazeteci arkadaş, kendilerine, hem de kendilerince bir filim çekmişler.
Yılmamış yüksünmemiş sanki hayatlarında hiç rol yapmamış gibi filim adı altında ne filmi çevirmişlerse artık, önümüze servis etmişler, Niğde’nin karla kaplı coğrafyasında.  

Filmin konusu anladığım kadarınca Cullaz sokak civarında işlenen bir cinayet ve yerde yatan bir bayanın haberini kovalamadan önce, kendi günlük yaşamlarının rutininde olan gazetecilerin ne kadar da vahim zorlukları aşarak olay yerine gelip, haberi yapma azimlerini senaryolaştırmış.

Evinde çocuğunu güya müşfik baba (oysa tamamen hanım korkusundan) sıfatıyla besleyen Doğan haber ajansından Ali Kadı,

Hastanede hastaymış gibi yapıp esasında evde biriken bulaşıkları annesine kakalayarak ev işinden yırtmaya çalışan, serum takılı Niğde TV den Sema Tekeli,

Pazar sabahı bir pastaneden getirilip evinde yapıyormuş gibi, tam teşekküllü kahvaltı sofrasını içinde kuş sütü eksik etmeden hazırlamış gibi görünen, Anadolu ajansından Yasir Aydoğan,

Gün içerisinde en az 5-6 kıza yazılıp, nihayetinde artık ümidini kesmiş halde vazgeçecekken tam o sırada duygularıyla oynadığı bir kızı Murat Boz triplerinde kandırıp elini tutmuşken, olay mahalline çağrılan Niğde Anadolu haberden Fatih Tavlaşoğlu,

Kuaförde saçlarına çam sakızı çoban armağanı bir şeyler taktırıp, artık ne biçim bayan kuaförüyse saçını; çocuğu olmayana çocuk, senedini ödeyemeyene nakit, evde kalan kız kurusuna koca vaat eden dilek ağacı gibi; şekle sokmaya çalışan Anadolu ajansından Betül Abbak,

Elinde mangal şişleriyle bir bağ evinde eşiyle birlikte, sanki bir sığır çiftliğini satın alıp hemencecik de tüm hayvanları orada kesip de ateşe sürmüş, şişler kızarmış hale gelmeden gelen telefona binaen o güzelim et şişleri mangalda bırakıp, karda düşe kalka olay mahalline yetişmeye çalışan, İhlas haber ajansından Yasin Esen…

İşte tüm bu arkadaşlar haber lafını duyar duymaz görev aşkıyla atan kalplerinin tansiyonlarına nasıl yansıyacağının hesabını dahi gütmeden, Hızır Aleyhisselam gibi olay yerinde yeşerip, sözüm ona haberi bitiriyorlardı.

Şahsım adına ben, her Türk filminde olduğu gibi gözyaşlarımı tutamıyor, zıran zıran ağlıyordum, içinde barındırdığı tezatlara rağmen böylesine bir filme…

Kamera arkası denen yaşamın realitesi ise tamamen farklı işliyordu.

Ali Kadı çocuğun sütünü içiyor ve eşi tarafından evden kovuluyor, süt parası almak için aradığı Sema’nın hastanede sırf bulaşık yıkamamak için yattığını öğreniyordu. Çocuğun hatırına ikna olan çalışma arkadaşı Sema, serumu damardan değil ağızdan kafaya dikerek yatağından fırlıyordu. Telsizden, çayını pastanede ki kıza karıştırtan Fatih’in, pastaneye hesap ödemeden tüyerken polise ihbar edildiğini duyunca, yardımına yetişmek için yine aynı pastaneden sabah kahvaltısı alan Yasir aranıyordu. Yasir’de o sırada kuaförde saçını yapan kuaförün kendisine ikram ettiği kahvede kocaman bir saç kılı gördüğü için çıldıran mesai arkadaşı Betül’ü arıyordu. Betül tüm bu olanları bir saç kılına kurban edip kıllık etmemek adına İhlas ajanstan Yasin’i arıyordu. Onca et şişi sadece kendisi ve eşinin yiyemeyeceğini bilen Yasin arkadaşlarını çalışsa da çalışmasa da her daim gazeteci olan Yaşar Gül’ü yemeğe çağırdığını söyleyerek anca ikna edebiliyordu.

Ve hep birden Fatih’i bulmak için Cullaz sokak  civarında dolanırken cinayet vakasıyla karşılaşılıyor ve akabinde hepsi sanki o olay için gelmiş gibi, kameralarına sarılıyorlardı.

Çalışan gazeteci olarak halkın bilgi alma özgürlüğünü böylesine dejenere eden bu arkadaşlar, piyasa da serseri mayın gibi gezen araştırmacı gazetecilerin ağına takılıyor, gerçek olan esas durum ise hiç çalışmayan bir gazeteci olan, bana kadar geliyordu.

Durumdan vazife çıkaran çakmalarının dışında, gazeteci geçinmenin dışında essah gazetecilik yapan diğer gazetecilerden;

Toplumun bilmesi gereken gerçeklerden Niğde Belediyespor’a puan kazandırmak isteyen İsmail Çizmeci futbol topunu ayağında sektiriyor,

Son zamanlardaki yazılarında ite köpeğe vurgu yapıp kut  gazetecilik adına söz alan Alpaslan Düzgün düzgün olunması gerektiğini ifade ediyor,

Olaya hemen il halk sağlığından bir röpörtaj koyup, konuyu çevre sağlığına taşıyan Hamza Tav haberi köpürtüyor,

Gün gün gündemi takip edip bu gündemin dışında kalmam diyen Kürşad Gün klavyesini tıklıyor,

Her dönemin acar gazetecisi Kazım Karakaya  belediye bültenine bu cinayet haberini taşıyamayacağının altını çiziyor ve bunun etikle olan bağını kurmaya çalışıyor,

İmla hatalarına acımadan müdahale edip tashihteki dikkatini içtiği sigara dumanına da veren Arif Acındı, yazıyı birkaç yüz kere daha okuyor,

Olayları görür her pencereden farklı çekimler yaparım diyen Selim Gökel bu filim niye Bor da çekilmedi diye hatır kırıyor,

Velhasılı anlayacağınız…

Çalışan gazeteciler memleketin refahı ve halkın genel mutluluğu için elleri bellerinde, tıpkı Sütaş reklamı gibi…
Çalışıyor, çalışıyor, çalışıyordu…

 
Not: Mizahi tarzda yazılan bu yazı, Niğde basınında aktif çalışan arkadaşlarımın hoş görüsüne sığınılarak yazılmıştır.