Özlem Kalkan Erenus  yazdı…

Anasıyla babası hep erkek evlat istemişti. Doğmadan yedi ay evvel koydular adını. Doğmamış çocuğu İrfan diye çağırdılar. Köy ebesinin elinde biten erkek çocuk hayaliyle; İrfan, oldu sana İrfaniye...

O sabah her zamankinden erken uyanması gerekiyordu İrfaniye teyzenin. Büyükbaşlar oralı olmasa da, tavuklar teşekkür etti erken gelen yemlerine. Yumurtaları toplarken, günün bereketiyle geldiğini düşünerek sevindi İrfaniye. Ocak yakmaya vakit yoktu. Avluyu hızla süpürdü. 52 yaşındaki genç arkadaşı Hanife onu köy fırınında bekliyordu, sözleştikleri üzre. Güneşten önce davranmıştı İrfaniye. Tam da köy fırınının kapısında buluştular üçü; İrfaniye, Hanife ve güneş. Haftanın bugününde yakmazlardı fırını aslında ama, bugün köye gelecek konuklara ikram etmek için bolca ekmek pişireceklerdi...

İyi ki her bir tarafı dün akşamdan temizledik, diye düşündü. Herkes işin bir ucundan tutunca, bir çırpıda mis gibi yapmışlardı Yeşilburç'un sokaklarını...

Küçük bir köyün ıssızlığında uluslararası sergi olur mu, demeyin! Hem öyle güzel oldu ki... Niğde'nin Yeşilburç Köyü'nde, ressam Safa Büte'nin girişimiyle bir rüya gerçekleşti.

Narrative Movements (Hikayeci Akım) başta Hindistan olmak üzere farklı coğrafyalarda, alışılmış sergi mekanlarının dışına taşan etkinlikleriyle dikkat çeken bağımsız bir sanatçı topluluğu... İşte bu topluluk geçtiğimiz Şubat ayında "Post Contemporary Wave" (Çağdaş Sonrası Dalga) adlı gezici sergiyi Batı Bengal Eyaleti'nin çeşitli köylerine götürerek yoksul halkla buluşturmuş ve bu sıradışı etkinliğin yarattığı heyecan dalgası, sanatın toplumları iyileştirme gücüne inanan bizleri de vurmuştu. Sergiye ülkemizi temsilen katılan sanatçılar arasında yer alan ve aynı zamanda topluluğun Türkiye temsilciliğini de yürüten Safa Büte, bu tür bir sergiyi memleketi Niğde'de açmak üzere harekete geçti.

Ne mutlu bana ki; bir yapıt görseli göndermek üzere aradığı sanatçılar arasında ben de vardım ve böylece bu rüyanın bir parçası oldum. Safa'nın organize ettiği sanat imecesiyle 17 ülkeden 42 resim toplandı. Orada, uzaktaki köy, bizim köyümüzdü ve biz her birimiz gitmesek de, sanat o köye gitti...

Yeşilburç'un sokakları, çeşmeleri, ağaçları, evlerin kerpiç duvarları ve ahşap kapıları, bir gün için de olsa, sanat eserleriyle donatıldı. Kent yaşamında bile şanslı azınlığın erişim sınırlarını aşarak geniş kitlelere ulaşmakta pek çok engelle karşılaşan sanat yapıtları, kırsal yerleşimin sıcacık doğallığında, o güne kadar hiç sergi görmemiş gözlerle buluştu.

Ama ne buluşma.... Yeşilburç'un aydınlık yüzlü, aydınlık gönüllü insanları öyle mutlu oldular ki bu buluşmadan, köylerinde her zaman böyle sergiler görmek istediklerini dile getirdiler. İçlerinde biri vardı ki; "kışın kimseler gelmez buraya, karınca bile geçmez köyümüzden, bir biz kalırız buralarda" deyiverdi. Yeşilburçlu Hanife Oral'ın yüreklerimizi yakan bu son derece doğal ve sade anlatımı, Bubam Müştak Erenus'un yıllar öncesinden söylediği dizeleri yankıladı kulağıma: 

KARINCA
Bir dağ üstünde karınca
Durur
Düşünür
İnsanlardan kurtardığı aklını
Bu dağ başında yitirir.
Gökler yine mavidir
Geceleri yıldızlar doluşur
Üşür aklı karıncanın
Düşünür.
Bir dağ üstünde karınca
Durmuş bize karşı
B ü y ü r.
 
Köy enstitülerini kapattılar, sanatı dokuz köyden kovdular, ama olmadı, olmuyor... Onuncu köyden seslenmeyi sürdürüyoruz; karınca kararınca... Sanat her yerde, sanat her zaman! Sanat, sanat-geçirmezliği tanımaz.
 



 
Editör: TE Bilişim