16 yaşındaydım. Kendinden öncekiler gibi soyadıyla anılmak yerine adıyla aşağılanmak istenen ve benle aynı isme sahip olduğu için kasıtsız sempati duyduğum bir lider adayı çıkagelmişti. Belki de mantığıma da yattığı için o zamanlardan aklımda en çok onun ‘devletin artık halkın iradesine biat etmesi gerektiği’ söylemi kaldı. Şimdi 27 yaşındayım ve dediğini yaptığını görüyorum. 19 Şubat Pazar gününki konuşmasında MİT yöneticilerinin ifadeye çağrılmasıyla başlayan krize istinaden kullandığı “seçilmişleri atanmışlara kul etmeyiz” ifadesi Recep Tayyip Erdoğan’ın bu tavrının çarpıcı bir örneğiydi benim için.


Uğruna mücadele ettiği mevzuları yarı yolda bırakmamak konusundaki sarsılmaz iradesiyle ve görünür kıldığı değerlerle Recep Tayyip Erdoğan, bu toprakların insanıyla en sağlam duygusal bağları kurmuş lider. Daha da ötesi milletle arasındaki güven ilişkisi öyle ufak sallantılarda çatırdayıveren temele sahip değil. Anadolu’nun dört bir tarafından Allah’a “benim ömrümden, onun ömrüne ömür kat” diye yalvaran sayısız insanın varlığı bunun bariz göstergesi.


Anadolu insanın kahır ekseriyetinin nazarında zerre düşünmeden kefil olunabilecek itibara sahip. Onun ikna ediciliği becerinin değil samimiyetin bir ürünü. Recep Tayyip Erdoğan’a duyulan sevgi sadece milletin yüzüne ayna tutuğu zaman onu görmesinden ileri gelmiyor. Kuşkusuz değerlerini çıkarlarına feda etmemesinin de büyük payı var. Ancak onun, bu toprakların insanlarına olduğu kadar dünyanın pek çok yerindeki insanlara da ‘daha iyisini hak ettiklerini görebilmelerine fırsat vermesi’ ona duyulan sevginin en başat kaynağı olsa gerek.


O milletle devlet, vatandaşla otorite, insanla meta arasındaki oyunun kurallarını değiştirdi. Erdoğan’ın temsil ettiği değerler sıradan insanlar için dahi geçmişle muhasebe yapma vesilesi. Onun duruşunun, sıradan insanın özgürlük mücadelesinde önemli bir sayfa açtığı inkâr edilemez.


Anadolu insanının sofrasına oturduğunda sırıtmayan haliyle hem bu topraklarda yaşamış olmanın hakkını veriyor hem de millete olan borcunu ödüyor. Onu Recep Tayyip Erdoğan yapan özelliklerin başında ise en bulanık sulardan “bu şarkı burada bitmez” diyerek çıkması, yapacağı her işte o işin ahlaki yükümlülüğünü iyi ölçüp tartması ve Türkiye’nin ancak dürüstçe bir siyasetle değiştirebileceğine dair sarsılmaz tutumu geliyor. Siyasi cesareti, davasına bağlılığı, zorlukla mücadele azmi ve felaketlerden bile fırsat doğurabilme kabiliyeti en keskin muhaliflerinin bile hayranlık duyduğu özellikleri.


“Muhtar bile olamaz” dendiği günlerden bugüne verdiği başarılı mücadelenin elbette bir bedeli var. Vesayetçilerin, darbecilerin ve onların yargıdaki yardakçılarının, ayıkladığı yolsuzluğa batmış bürokrasinin, siyasilerden hep istediklerini duymaya alışmış seçkincilerin husumetine hedef olmanın ağır bedeli… Kuşkusuz Başbakanlık her şeyiyle tam bir adanmışlık gerektirir. Recep Tayyip Erdoğan’ın gündelik hayatına bakılırsa yorulmaya dinlenmeye hiç mi hiç hakkı yok. Sırtını dayadığı anlayışın onun direncini artırdığı muhakkak.


Bitirirken İstanbul için sarf ettiği şu sözleri anımsayalım: “Türkiye’nin özeti burada, burada ne varsa Türkiye’de onu görürsünüz”. Şimdi şu rahatlıkla ifade söylenebilir ki, her şeye rağmen güven ve umutla bakan yorgun gözleri, geçmişte yaşadığı sıkıntıları, atlattığı badireleri ele veren çehresi ve insana yıllardır ayrılmadığı kadim dostuymuş hissi veren hali ile Recep Tayyip Erdoğan bu ülkenin gerçek yüzü. Türkiye’de ne varsa Recep Tayyip Erdoğan’ın hikâyesinde onu görürsünüz. Onun hastalığını evladının hastalığı bilen anaların duasını işitmeyenin bu topraklarda kök salan Recep Tayyip Erdoğan sevdasını anlaması güç. Geçmiş olsun Sayın Başbakanım.