1 kuruş bile etmeyecek insanlara 10 kuruş canımızı sıkıyoruz. Geriye dokuz kuruşluk bir zarar kalıyor. Attığımız taş ürküttüğümüz kurbağaya değmiyor. Harcadığımız emek elde ettiğimiz neticeden kat ve kat daha fazla. Zaman tarlasına ektiğimiz tohumlar çoğu zaman kendini bile kurtaramıyor. Geriye çürümüş ümitler yıkılmış hayaller kalıyor. Yaptığımız ticaretten hep zararla dönüyoruz.
 
Ölü yatırımlarla günlerimiz gelip geçiyor. Bazı insanlara harcadığımız emekler sonunda bencilliğin vefasızlığın girdabında kaybolup gidiyor. İnsanlıkla uzaktan yakından alakası olmayan kişilerden insanlık bekliyoruz. “Körler çarşısında ayna satıyor sağırlar çarşısında gazel atıyoruz. “
 
Çoğu zaman Dimyat’a pirince giderken eldeki bulgurdan oluyoruz. Bir gram bal için bir kilo harnup kemiriyoruz. Sanki dünyada binlerce yıl kalacakmışız gibi sonsuz acılar içinde kıvranıyoruz. Bu âlemde bir misafir olduğumuzu unutuyor ev sahibi gibi davranıyoruz. Bizden önce gelip gidenlerden zerre ibret almıyoruz.
 
Cenab-ı Allah’ın ebedi hayatımızı kazanmamız için verdiği ömür sermayesini şehvet atını gaflet vadilerinde koşturarak, şöhret peşinde nefsimizi coşturarak, gurur kibir uğruna nice kalpleri kırarak harcıyoruz. Elimize belimize dilimize sahip olmak yerine bunları azdıracak tahrik edecek eğlencelerin oyunların içinde boğulup gidiyoruz.
 
Kısaca zarardayız ve zararımız arttıkça kara geçtiğimizi zannediyoruz. Sahte algılarla körleşen idrakimiz bize yalanı gerçek gibi gösteriyor. Önem vereceğimiz şeyler önemsiz olarak görülürken önemsiz olan şeyler önemli gibi görülüyor. Sevgi, saygı, vefa gibi duygular kapılardan kovulurken yalan, riya, bencilliğe kapılar sonuna kadar açılıyor. Tersine dönmüş bir algı piramidi ile karşı karşıyayız.
 
Cenab-ı Allah bizi yaratırken sanki etrafımızda ki insanlara danışıp yaratmış gibi Allah’ın Rezzak ismini unutup durmadan bir rızık endişesi içinde sağa sola boyun büküyor kullara mihnet ediyoruz. Allah bizi özgür yaratmışken gidip kula kulluk yapıyoruz. Ressamı bırakıp resme, nakkaşı bırakıp nakşa sarılıyoruz. Hakikat güneş gibi ortada dururken mum ışığında hakikati arıyoruz.
 
Para vererek aldığımız ev araba mobilya ve diğer eşyaların kölesi haline geliyor yediklerimiz içtiklerimiz giydiklerimizle övünüyoruz. Sabahtan akşama bir gösteriş içinde bencilliğin Kâbe’sinde kendi kendimizi tavaf edip duruyoruz. Nefisimizin şeytanını taşlamak yerine okşamayı tercih ediyoruz.
 
Başkalarına kendimizi beğendirmek için olmadık işler içine giriyoruz. İmaj denilen putun önünde kendi kendimizi yontuyoruz. Gördüğümüz rüyaları hep gerçek sanıyor rüya içinde rüyaların tabirini arıyoruz.
 
Peki, tüm bunlardan bir kurtuluş yok mu, bu kadar kirden arınmamız mümkün değil mi?
 
Tabiî ki bütün insanlar yukarıda saydığımız durumda değiller. Bu konuda bir genelleme yapılamaz. Fakat ilk önce niyeti düzeltmek birinci derecede önemlidir. Çünkü ameller niyetlere göredir. İkincisi yapılan işlerde samimi ve ihlâslı olmak gerekmektedir. Tövbe kapısı güneş batıdan doğuncaya kadar açıktır. Her insan hata yapıp günah işleyebilir. Önemli olan pişman olup tövbe edebilmektir. Fakat yaşadığımız çağ bizi öyle bir sarıp sarmalamış ki nerden gelip nereye gittiğimizi çoğu zaman unutuyoruz. Bundan dolayı çoğumuz dokuz kuruş zarardayız ve bu zararımızın bir türlü farkına varamıyoruz.