Geçtiğim yılın son günlerinde ülkemiz 200 milyar dolarlık yolsuzluk ve rüşvet olaylarıyla çalkalandı. İşçi ve emekçiler yarı aç yarı tok, işsiz ve perişan halde yaşarken, hükümet ve yakın çevresinin deveyi havuduyla götürdüğü ortaya çıktı.. AK Partisi Hükümeti’nin, düne kadarki iktidar ortağı Cemaat’in ve bazı çevrelerin komplosu olarak izah ettiği yolsuzluk bakanlardan bürokratlara, belediye başkanlarından milletvekillerine hatta Başbakan Erdoğa’ın çocuklarına kadar uzandığı iddia edilmekte.
     AK Partisi Hükümeti, 11 yıl boyunca memlekete hizmet ederken kendine yakın çevrelere de “ne istedilerse vermiş.” Ancak herkes iddia edilen yolsuzlukların, rüşvetin buzdağının sadece görünen kısmı olduğunu biliyor. Bizimde bildiğimiz soyulanın öncelikle işçiler, emekçiler, ezilenler, gadre uğrayanlar, yok ve hor görülenler olduğudur.
      Son yolsuzluk ve rüşvet olayları bize ülkemizin iki yüzünü bir kez daha gösterdi.
Ülkemizin bir yüzünde; işçiler ve emekçiler sefalet koşullarında yaşıyor. Çocuklar soğuktan ve açlıktan ölüyor. Ülkemiz bir taşeron cumhuriyeti, çocuk işçi cenneti ve işçi mezarlığı haline getiriliyor. Emekçilerin sahip olduğu haklar birer birer ellerinden alınıyor; taşeron sistemi yaygınlaştırılıyor, kıdem tazminatını ortadan kaldırmayı hedefleyen düzenlemelerle emekçiler, fabrikalardan plazalara kadar her yerde güvencesiz çalışmak zorunda bırakılıyor.
      Asgari ücrete, kamu emekçilerine reva görülen yüzde 3’lük zamlarla emekçiler daha da yoksullaştırılıyor. Dört kişilik bir ailenin açlık sınırı bin 65, yoksulluk sınırı ise 3 bin 470 lira iken, asgari ücret 803 TL’de duruyor Emeklilere en düşük memur maaşı olan 1600 TL bile fazla bulunuyor. Açlık ve sefaleti reva gören kıdem tazminatını fona devretme planlarıyla,    emekliliklerinde bile açlığa ve yoksulluğa mahkûm edilmesi hedefleniyor. 
     Düşük ücret, esnek ve kuralsız çalışma, işçi kiralama büroları ile işçi ölümleri her geçen gün daha da artıyor. Şırnak’tan Soma’ya, Zonguldak’tan Balıkesir’e, işçilerin köle koşullarında çalıştırıldığı maden ocakları işçilere mezar oluyor. 2013’te 59’u çocuk işçi, 101’i kadın işçi olmak üzere en az 1213 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybettiği gerçekliği görmezden geliniyor.
      TEKEL, Tüpraş, SEKA, Sümerbank, Petkim, Türk Telekom, Erdemir, Seydişehir Alüminyum ve daha onlarca KİT’in haraç mezat satışıyla işçiler kapı önüne konuluyor. Öte yandan Hava İş, Çaykur, Darphane örneklerinde olduğu gibi emekçilerin en temel hakkı olan grevlere müdahale ediliyor. Bu yağma, talan ve hukuksuzluklara karşı çıkan, haklarını arayanlara karşı devletin tüm güçleri adeta seferber ediliyor, baskı ve şiddet uygulanıyor.
       Ülkemizin öteki yüzünde ise; daha otuz yaşına varmamış bakan çocukları dünyanın en zenginleri arasında yer alıyor; halktan ve emekçilerden çaldıkları paraları, yatak odalarındaki kasalarda, ayakkabı kutularında saklıyor.
      AK Partisi Hükümeti, sermayeye, teşvik adı altında kaynak aktarmaya devam ediyor. Taşeron uygulamasını yaygınlaştırıyor. Sendikasız ve sigortasız çalıştırmayı sürdürüyor.
     Sendikalı oldukları için işten atılan binlerce işçinin mücadelesine ve taleplerine kulağını tıkayan, polisi ve jandarmayı işçilerin üzerine süren AK Partisi Hükümeti, içine düştüğü durumdan kurtulmak, halklarımız gözünde yeniden meşrutiyeti sağlamak için, savcıları, polisi, mahkemeleri işine geldiği ve dilediği gibi yönlendiriyor.
      Hükümet üyeleri, yolsuzluk ve hırsızlık yapmakla suçlanan çocuklarını, yakınlarını, yandaşlarını korumak için polisi, jandarmayı, savcıları ve mahkemeleri verdikleri emirlerle, yaptıkları düzenlemelerle etkisiz hale getiriyor.
      Bu baskı, soygun ve rüşvet düzenine sessiz kalınamaz. Birleşmeli ve kararlı bir mücadeleyle kendi geleceğimizi ellerimize almalıyız. Kendi kaderimizi ele alacağımızı Gezi Direnişi ve sonrasındaki form türü örgütlenmeler bize gösterdi.
      Kentini ve kendini yönetmek iddası, emekçilerin, kadınların ve gençlerin sahiplenmesiyle dalga dalga yayılmalı; işçi ve emekçilerin, baskı ve sömürü düzenini hırsızların ve soyguncuların başına geçirmek üzere birlikte mücadele vererek daha ileri adımlar atması sağlanmalı, 30 Mart Mahalli idareler seçimleri olsun, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin 2014 yılı içerisin de yapılmasından kaynaklı olarak politik söylemlere ve günlük siyasete kulaklarını sonuna kadar açan halklarımıza düzenin gerçekliği tüm çıplaklığı ile anlatılmalıdır.
      Halklarımız dünden daha çok bugünlerde bizim söylemlerimize kulak kabartacak, gerçekleri ve çözüm yollarını bizden duymak isteyecektirler diye düşünüyorum.