Tarihte yaşamış ve tahtalıköyü boylamış ne kadar dediğim dedik çaldığım düdük tutarlılığını göstermiş diktatör figür varsa kıymeti kendinden menkul düşüncelerinin mutlak şakşakçısı var olagelmiştir. Malum “patlıcan hikâyesini” hatırlatarak yazıya başlayayım tebessüm olsun.

 

      Geçmiş zaman padişahlık hünkârlık devri. Aşçıbaşı sarayda o gün patlıcanlı yemeklerle sofrayı donatmış Hünkâr hazretleri yemek sonrası aşçıbaşını kese kese altınlarla ödüllendirip “nedir bu güzel yemeğin sebzesi” diye sorunca “patlıcan hünkârım” cevabını almış. Dalkavukları duyarda, durur mu? Durmaz elbet. Başlamışlar patlıcanın fayda, lezzet ve rahiyası üzerine methiyelere. Birkaç gün üst üste patlıcanlı yemek yedikten sonra Hünkâr azametle aşçıbaşını azarlayarak “soframda bir da patlıcanlı yemek görmek istemiyorum zira bağırsak faaliyetlerinden devlet işlerine vakit ayıramıyorum” demiş. Dalkavuklar bu sözü üzerine patlıcanın zararları, içindeki nikotin miktarının kanser yapıcı etkilerine varana değin patlıcanı kötülemeye başlamışlar. Hoca Nasrettin benzeri bir zat-ı muhterem dayanamayıp sormuş. “Yahu üç gün önce öve öve göğe çıkardınız patlıcanı şimdi yerin dibine batırıyorsunuz. Bu ne haldır ?” Yahu demiş.

 

       Dalkavuklardan koro halinde el cevap.“Biz patlıcanın değil Hünkârımızın dalkavuğuyuz.” “O ne derse biz ona göre söylem geliştiririz.” Sayın Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Batman ili vatandaş hasbualinde son günlerde diline doladığı “Kürt sorunu yoktur” söylemini bir kez daha yeniledi. Bir yy öncesine kadar “150 yıllık kronikleşmiş Kürt sorunu çözerse Recep Tayyip Erdoğan çözer” diye köşelerinden ve genel akım medya kulvarından döktürenler şimdi ağız değiştirerek “Kürt yok ki sorunu olsun” mealinde yorumlar yaparak kime hizmet ettiklerini bir kez daha sergilediler.

 

      Evet, Sayın Recep Tayyip Erdoğan bir Cumhurbaşkanı değil de parti lideri havasıyla şehir şehir dolaşarak 7 Haziran seçimleri için AK partisine “gönlümdeki partiyi siz bilirsiniz” diyerek oy isteyen cumhurun başı son Batman Meydanında ağzını Kürt sorununun olmadığı tekerlemesiyle açıp, HDP'li belediyenin sokakları temizlemediğiyle devam eden ve bunun insana verilen değerin ölçütü olduğunu söyleyen, hemen ardından da kadro isteyen taşeron işçilerini “nankörlük yapmayın” diye azarlamaktan geri kalmadı.

 

      Azarladı da ne oldu? Alkış kıyamet. Yaşa Varol. Sen ne dersen o olur ve her söylediğin her koşulda kesin doğrudur! Lakin ara sıra aykırı sözler duymuyor değil. Batman konuşmasını  Kürt sorunuyla ilgili “aforizma  tadında cümlelerle devam ettirirken konuşmasının bir yerinde taşeron olarak çalışan bir grup petrol işçisi “Başkan TPIC işçilerine sahip çık” sloganıyla kadro talep etti. Az önce (ya da az sonra) “insana değer vermekten” bahseden Erdoğan, artık çok aşina olunan o en davudi ve pederşahi diliyle işçileri azarlayarak;    

 

     “Arkadaşlar, arkadaşlar bakınız şu yaptığınız şeyler çok yanlış. Yani bir yerde çalışıyorsunuz nankörlük yapmayın. Çalışıyorsunuz nankörlük yapmayın. Bir imkân tanınmış size çalışıyorsunuz. Sayın başbakanımız da özellikle açıklamaları yaptı. Açıklamaları takip edeceksiniz. Seçimden sonra inşallah adımları zaten atılacak. Lütfen provoke etmeyin. 20, 30 kişi toplanıyorsunuz böyle bir adım atıyorsunuz” deyiverdi. Erdoğan'ın bu tepkisinin ardından da harekete geçen polisler, slogan atan petrol işçilerini alandan çıkardı. Gerçi Batman Niğde fark etmiyor. Cumhurun başı olsun yada olmasın polis yan yana gelip derdini anlatmak isteyeni derdest edip alanlardan çıkarıyor.

        Her cümlesi üzerine sayfalar yazılacak bu sözlere; madenlerde, tersanelerde, şantiyelerde, fabrika ve atölyelerde, güvencesiz kuralsız çalışmanın hüküm sürdüğü plazalarda... Tüm zamanlarını asgari ücrete satan işçi kardeşlerimiz yanıt vermelidir. Bu sözler, canını, zamanını, tüm bir benliğini ortaya koyarak çalışan bir sınıfın kolektif onuruna yapılmış bir saldırı olarak gören yerden ele alınarak yorumlanmalıdır.

 

        Milyonlarca dolarlık saraylarda oturanlar, asgari ücret karşılığında emek güçlerini satarak yaşayabilen işçilere, çalışabildikleri için şükredip yerlerine oturma buyruğu veremezler! Tıpkı Niğde 1 Mayıs basın açıklamasında ifade ve düşünce özgürlüğünü kullananlara orantısız güç kullanarak “dağılın izniniz yok” buyruğu vererek kitle üzerine kolluğu saldırtanların hakkı olmadığı gibi. 

 

        Bu türden söylem ve buyrukların bu kadar kolay verile bilmesinin en önemli faktörlerinden birisinin de emekçilerin, ezilenlerin yok ve hor görülenlerin kolektif bir güç olamamasından kaynaklı olduğunu da bilelim.