Yeni yıl kavramı; insanoğlunun kendi zihninde oluşturduğu zamanın kesitlere ayrılmış hali ve ömrümüzden çaldıklarıyla beraber, sürekliliğini koruyarak eskiye eskiye gelip geçiyor.

        Yeni olduğunu varsaydığımız bu 2016 yılı dâhi eskimeye başladı bile, bizim kafamızda canlandırdığımız geleceğe meydan okurcasına. 

        Her yıl sonu manzaraları, yine tekrarlıyor kendi zaman sarkacının gelgitleri arasında. Tüm dünya eski olduğu varsaydığını kovarcasına hiç yokmuş ve olmamış gibi, yeninin insafına bırakıyor kendini; havai fişekler, müzikler, eğlenceler ve alkışların coşkusunda.

        Dünyanın güneş etrafında dönme sürecini zaman kavramımız nezdinde baz aldığımız yıl kavramımız; sürekli yenilenerek, insan yaşamlarını öğüte öğüte, kendi girdabında o ucu bucağı olmayan kara deliklerine doğru, hiç dönmemecesine kaybolup gidiyor.

         Yeni yıl olarak tabir edilen  gecelerin sabahına uzun zamandır kar taneleri eşliğinde uyanamayanlar olarak, 2016 nın ilk günlerini Niğde de bembeyaz bir örtüyle karşılarken, hani yeni bir beyaz sayfa açalım sözüne nazire yaparcasına yağan karla birlikte giriyorduk. İnsan denen varlığın en büyük sermayesi olan umudun renginin de beyaz olduğu zannıyla, evrende bir anlamı olmayan şu zaman sürecini, kendi algımızın merkezine yerleştirerek geleceği kucaklama arzumuzu, ömür denen zaman aralığının şimdiki yılına aktarıyorduk.     

          Önümüzdeki yıllarda, küresel ısınma ve doğayı tahrip ederek doğaya rağmen var olup yaşayacağını var sayan insanoğlunu, pekte öyle şefkatle kucaklayacağını zannetmiyorum. Sınır tanımayan hırsıyla her şeye gözü kara saldıran insanın gelecek zamanı, hoyratça harcadığı ve bitirdiği haliyle umutla karşılaması, her halde gerçeklerle yüzleşmekten korkan yapısıyla bağlantılı olsa gerek.

           Ne olursa olsun tüketelim, hedeflere ulaşmada sınır tanımayalım, maddiyat için her şey mubah felsefesinin insan olma değerlerimizi öğüttüğü her geçen yılı kovarcasına postalamak, yaşanmışlıklarımıza dahi saygı duymayacağımız yeni yılları alkışlayarak karşılamalarımızın zevkini pahalıya ödetebilir, değer yargılarını yitiren vicdanlarımıza.

            Yaşadığımız coğrafyanın sıkıntıları, millet olma özelliklerimizi zamanın değirmeninde yok etme istekleri, Ortadoğu denen kaynayan kazanda 2016 yılını kepçe yapmadan, iç içe geçmiş kardeşlik ve akrabalığımızı sinsi emellere kurban etmemek kulağımızda küpe gibi dursun, her yıl yeni yıl olarak dillendirilen, dünyanın güneş etrafındaki turunu tamamlayan bu süreçte

            Biz yine de bulunduğumuz ortama dönüp şöyle bir düşünelim öyleyse, en azından yaşadığımız kent ve kendimizle ilgili olarak.

          2014 yılını eskiciye atıp 2015 e ciciler halinde bürünürken kazanç hanemize kattıklarımız, coşkumuzla eşdeğer miydi?

           2015 yılındaki Niğde’yle 2016 yılındaki Niğde’yi, gelecek 2017 yılına girerken karşılaştıracak olursak, ne gibi farklar üretmiş olacağız acaba? 

       Hadi bunların dışında kendimize şöyle bir göz atalım yıllar açısından baktığımız zaman.                 Geçen zamanın bizlere kattığı şeyler neler, tabi ki yüzümüzde iyice belirginleşmeye başlayan kırışıklıkların dışında.

      Her neyse; “zaman akıp geçiyor dur demek olmaz” diyen şarkı sözleri gibi zamanda dur durak dinlemeden akıp geçiyor.

      Bizlere yaşayarak izlemek, izlerken de aynı zamanın bir parçası olduğumuzu unutmamak düşüyor.

      Velhasıl umutları yitirmemek, var olduğumuz zamanı anlamlandırmak gerekiyor.

      Elbette dünle yarını birleştiren bugünü göz ardı etmeden.