Genel akım medya “on günlük sokağa çıkma yasağı süresince 168 teröristin öldürüldüğünü” manşetten veriyor. On binlerce insanın yaşadığı yerleşim birimleri, günlerce süren sokağa çıkma yasaklarıyla nefes alamaz hale geldiğini, insanların cansız bedenlerinin sokak ortasında bulunduğunu, pencereden bakanların dahi vurulduğunu, sekiz aylık hamile kadınların kurşunlandığını, okulların hastanelerin güvenlik birimlerince karakola dönüştürüldüğünü ise maalesef vermiyor, veremiyor kuzuların sessizliğini oynamaya devam ediyor.

 

       Türkiye İnsan Hakları Vakfı TİHV’in hazırladığı bir rapora göre, “16 Ağustos - 11 Aralık arasında yedi kentte, 17 ilçede toplam 52 kez süresiz ve gün boyu sokağa çıkma yasağı ilan edilmiş. En uzunu 14 gün (Nusaybin) süren sokağa çıkma yasaklarından şimdiye kadar1 milyon 299 bin kişi etkilenmiş.

 

      Bu süre zarfında öldürülen sivillerin sayısı 128. Bunlar arasında 3,5 aylık bebeler de var, yasına güvenerek “nasılsa bana bir şey yapmazlar” diye torunlarına ekmek almak için sokağa çıkan 77 yasındaki ihtiyarlar da… Hamile kadınlar da var, keskin nişancılar tarafından vurulan yaralı yeğeninin yardımına koşan halalar-teyzeler de… 

 

      Yakılan-yıkılan evlerin, kurşunlanıp tahrip edilen tarihi binalar hatta camilerin haddi hesabı yok… Uygulanan vahşeti ne rakamlarla anlatmak mümkün ne sözcüklerle tanımlayabilmek… Düşünün ki analar, gözlerinin önünde vurulan kızlarının cesedini kokmasın diye günlerce buzdolabında saklamak ya da sabaha kadar koynunda yatırmak zorunda kalıyorlar. Bundan ötesi var mı? 

 

      “Bundan ötesi” ne yazık ki var: Türkiye batı kamuoyunun bu vahşeti büyük bir kuzuların sessizliği kayıtsızlığı ile seyretmesi! Aslında Kürtleri devletin kurşunu ve bombasından daha çok artık bu sessizliğimiz yaralayıp öldürüyor. Devlet de zaten Batı cephesindeki bu kayıtsızlıktan cesaret alarak her türlü saldırıyı büyük bir pervasızlıkla sergiliyor. 

 

       Şovenizmin kirletip zehirlediği sıradanlıktan vazgeçtik, kendisini “sol” da gören, kesimler dahi bu seyirci tutuma ortak. Arkasına saklanılan bahane de “hendekler” ve “barikatlar”. O hendekler neden kazılmış, o barikatlar da olmasa gözünü kan bürümüş özel tim görevlilerinin “köpeksiz köyde değneksiz dolaşma” rahatlığıyla o mahallelerde neler yapabileceği üzerine düşünme zahmetine dahi katlanmayan bu tepkinin sahiplerine sormak lazım: Barikat kurmak, Gezi isyanı sırasında haklı ve meşruuydu da şimdi Kürtler yaşam hakkını korumak için kurunca mı “haksız”, “zamansız”, “devlete koz veren yanlış” bir tutum oldu?
 

 

       Sırf Kürtlerle yan yana görünmemek için özellikle 7 Haziran öncesi, “esas olan sandık değil sokaklardaki mücadeledir” keskinliği taslayanlar, Kürtler şimdi sokaklarda, barikatın diliyle konuşuyorlar. Hamamın namusunu kurtarmak için yapıldığı her halinden belli cılız bir-iki protesto ve basın açıklaması dışında neden Türkiye sokaklarını doldurmuyorsunuz?

 

       Kürt illerindeki hendek ve barikatlara, sonrasında bunlara eklenen özyönetim ilanlarına değişik yönlerden eleştiriler olabilir ki olması da doğaldır. Özellikle özyönetim konusunun ele alınış biçimi ve temellendirilmesi, kitlelerin içerisinde ne kadar tartışıldığına dair eleştiriler haklıdır da. Fakat sonuç olarak bugün karşımızda bir de zincirlerinden boşanmış bir devlet tşiddeti gerçekliği var. Hendekler ve özyönetim ilanları bunun bahanesi oldu. Hal böyleyken bu şiddeti dahi hendeklere bağlayan ya da ikisini de eşitleyip “aynı ölçüde yanlış” bulan bir solculuk nasıl bir solculuktur?

 

        Bu pısırıklığı “Marksist” olmakla, “proleter sınıf çizgisini esas almakla” temellendirmeye çalışan demagoglar Marks’ın Paris Komünü’ne yaklaşımını neden hatırlamazlar? Fransız işçi sınıfını o tarihsel koşullarda ayaklanmaya kalkmaması yönünde defalarca uyardığı halde Marks’ın isyan patlak verince onu nasıl sahiplenip başarısı için elinden geleni yaptığı bilmezler mi? Bilirler elbet. Bilirler lakin işlerine gelmez!

 

       Bugün Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı Güneydoğu il ve ilçelerinde dizginsiz devlet şiddetinin hedefi olan hendek ve barikatları “Marksist yaklaşım” görünümü altında eleştirenler sahtekârca bir aymazlık içerisinde bulunmaktadır.

 

      Hangi gerekçenin arkasına saklanılırsa saklanılsın memleketin doğu ve güney doğusunda işlenen insanlık suçlarına karşı bu utanç verici kuzuların sessizliği durumu bir an önce eylemli ve etkin bir dayanışmaya hattına dönüşmediği sürece, Kürt insanının yüzüne bakacak yüzümüz kalmayacak,“emeğin ve halkların kardeşliği” üzerine attığımız sloganların ise Kürt halkı nezdinde inandırıcılığı olmayacaktır.