İnsanlar doğarlar büyürler ve ölürler. Hepimizin aslı topraktan gelmiştir ve sonunda hepimiz tekrar toprağa döneceğiz. Şu an ki artistliklerimizin, kasılmalarımızın, kendini beğenmişliklerimizin hepsi boştur. En güzel kremlerle süslediğimiz cildimiz toprağın altında solucanlarla delik deşik edilecek çürüyüp kaybolacaktır. Her gün bakmaktan aynaları çatlattığımız yüzümüz karıncalara yem olacaktır. Zamanla kemiklerimiz ufalanacak ve esen rüzgârın önüne katılarak savrulup gidecektir. Varlığımızın üçte ikisi olan su ölümümüzün hemen ardından cesedimizden çekilecek ve belki adını bile bilmediğimiz bir çöle yağmur olup yağacaktır. Kim bilir belki de üstümüzde bir gelincik büyüyecek baharın kalbine doğru yürüyecek yürüyecektir. Şu an bu yazıyı yazanın ve okuyanların tamamına yakını önümüzde ki elli altmış yıl içinde çoktan ölmüş olacak yeryüzünde ki hatıraları tek tek silinecektir.
 
Her şeyin bir kılıfa sokulduğu zamanlarda yaşıyoruz. Evet, yaşadığımız çağda bir fast food kültürü ile karşı karşıyayız. Arkadaşlıklar fast foof, yeme içme fast food . Bakış açıları tek seferlik ve köprünün geçildiği süreye göre ayarlanmış. Tabi tüm bunlar böyle olunca ölümlerde fast food olmaya başladı. Zaten çoğu kişi artık hastanede ölüyor ve direk morga kaldırılıyor. Hastanede yıkanıyor kefenleniyor ve camiye getiriliyor. Ardından hazır kazılmış mezarlara gömülüyor. Kim ölmüş kim kalmış kimsenin umurunda bile değil. Mahalle camiinden verilen sala dışarının gürültüsünden duyulmuyor bile. Ne yazık ki herkesin kendi ölüsüne ağladığı bir çağla karşı karşıyayız.
 
Günümün cenaze merasimlerine baktığımızda, cenaze mezarlığa gömülüp gelindikten sonra cenaze evinin önünde belediyenin gönderdiği plastik sandalyeler dizilmekte yine beklemekten plastiğe dönmüş olan pide ile ayran servisi başlamaktadır. Ardından hocanın okuduğu kuran-ı kerim ve dua faslı bittikten sonra pide ve ayranların artıkları bir çöp torbasına konulmaktadır. Aslında çoğu zaman cenaze mezara, ayranla pide mideye gömülmekte ve bu iş bitmektedir.
 
Tüm bu yaşanan süreçten geriye aile bireylerini sarsan birkaç haftalık sızı bir derin hüzün dışında bir şey kalmamaktadır. Hatta hayatın telaşı içinde ölüler unutulmakta ölüm unutulmakta ve insan bir hızlı döngünün içinde kaybolup gitmektedir. Dünya hepimizi bir değirmen gibi öğütmekte ve un edip gitmektedir.
 
Eskinin evlerinde duvarları süsleyen ölmüş aile büyüklerine ait fotoğraflar şimdinin lüks ve modern çizgilerle döşenmiş evlerinde yerini duvara monte edilmiş televizyonlara bırakmıştır. Artık resimler dijital kalpler ise sanaldır. Evet, sanalın içine dalan insanların gerçeklikten bağları iyice kopmakta sanal zevklerin gölgesinde zaman akıp gitmektedir. Yüz yüze ilişkiler yerini sanal ilişkilere bırakmıştır. Artık ziyaretler sosyal medyada profil ziyaretleri olarak yapılmakta insanlar birbirine “dm” den yürümektedirler. Ölümü hatırlatan şeyler hayattan silinmekte insanlar sanki hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamaktadırlar.
 
İşte ölüm gerçeği tüm bu döngü içinde bir plastik sandalye bir terlemiş pide bir ekşi ayrandan öteye gidememektedir.