Niğdemiz mübadele döneminde derin acıların yaşandığı bir yer olmuştur. O dönemde hem ilimizden Yunanistan’a göç edenler için hem de Balkan’lardan gelenler için derin kırılmaların gurbet sancılarının yaşandığı bir dönemdir.
 
Mübadele döneminde Niğde’den mübadeleye tabi tutulanların büyük bir kısmı Karamanlı dediğimiz Türkçe konuşan Türkçe ibadet eden Türk kökenli Hıristiyanlardı. Bizim bu insanlarla ilişkimiz Malazgirt savaşına kadar uzanmaktadır. Savaş esnasında Sultan Alparslan’ın ordusunun Türkçe konuştuğunu gören Karamanlı Bizans askerlerinden bazıları bizim tarafı desteklemişlerdir. Daha önce Balkanlarda ki Türk varlığından rahatsız olduğundan dolayı Türk topluluklarını birbirine karşı kullanan ve kırdıran Bizans’ın yine bu siyaset çerçevesinde Türk kökenli Hıristiyan olan birçok Türk’ü, ordusunda hizmete aldığı ve Anadolu topraklarına özellikle de Kapadokya bölgesine yerleştirdiği bilinen bir durumdur. Bu çerçevede 1071 Malazgirt Savaşı ve sonrasında Miryakefalon Savaşı sırasında Bizans ordusunda görev yapmış binlerce Türk’ten Bizans kaynakları bahsetmektedir. Bizanslıların “Türkopol” dedikleri bu askerler bölgemizde ki Karamanlıların köklerini oluşturmaktadırlar.
 
Anadolu’ya geldiğimizde yüzlerce yıl bu insanlarla aynı köylerde aynı şehirlerde barış içinde yaşadık. Bunda aynı etnik kökene dayanmış olmamızın rolü inkâr edilemez. Köken olarak kuzeyden gelip Bizans’ı kuşatan Kuman, Kıpçak ve Bulgar Türklerinin Anadolu’daki bakiyesiydiler. Bizans’ın uç bölgelerine paralı asker olarak yerleştirilmişler zamanla Hıristiyanlaşmışlardı.
 
Evet, Bir zamanlar Avrupa’yı titreten, atlarıyla boğazı yüzerek geçen, İstanbul’u kuşatan, Roma önünde papaya diz çöktüren Türklerin çocuklarıydılar onlar. Nasıl bugün Moldova’da Gagavuz dediğimiz Gök Oğuz’ların çocukları yaşıyorsa bu insanlarda Anadolu’da yaşayan Hıristiyanlık dinini benimsemiş Türklerdi. Fakat Balkan ve Birinci dünya savaşlarının yaşattığı travmalar ve ardından Yunan işgalinin doğurduğu acılar bizi bu insanlardan kopmak zorunda bıraktı.
 
Bu insanların yaşam alanları genelde Helen kökenlilerin yerine Müslüman Türklere daha yakın konumdaydı. Karamanlı Türkleri başka milletlere mensup gayrimüslimlerden farklı olarak, yalnız Türkçe konuşmaları ve yazmalarından dolayı değil, aynı zamanda yaşam biçimleri, gelenek ve görenekleri bakımından da Müslüman Türklerden farklı değildi. Bundan dolayı Osmanlı döneminde Anadolu’da oturan, Türk olan ve Türkçe konuşan Hıristiyanlara Karamanlı, Türk olmayan ve Rumca konuşan Hıristiyanlara ise Rum adı verilerek aralarında daima bir ayırım yapılmıştır.
 
Tarihi kaynaklara baktığımızda Karamanlıların isimlerinin genelde öz Türkçe isimlerden oluştuğunu görüyoruz. Bu isimlere şeriyye sicili defterlerinden ve tahrir defterlerinden birkaç örnek verirsek; Bulgar veled-i Sevundük, Musa veled-i Bulgar, Arslan Karaman, Uğurlu veled-i Karaman, Timur, Melikşah, Karagöz, Kaplan, Yağmur, Aydoğdu, Tanrıvermiş, Bahadır, Tursun bin Turmuş gibi isimlerle karşılaşıyoruz.
 
Bu hemşerilerimizin büyük çoğunluğu İstanbul'da ticaretle uğraşırlardı. Kurdunus Köyü'nden gelenler sabun tüccarı, Aravan'dan gelenler kuruyemişçi, Uluağaç'tan gelenler kabzımal, Niğde'den gelenler zahireci ve peynirci, Fertek'ten gelenler şarapçıydılar.
 
Yüzlerce yıl problemsiz birlikte yaşadığımız aynı havayı teneffüs ettiğimiz Karamanlı Türkleri ile ayrılışımız hemen gerçekleşmedi. O dönemin büyük devletlerinin içerde attıkları fitne tohumları bu insanlardan bazılarını farklı hayaller kurmaya götürdü. Devletimiz yedi düvelle savaşırken kendimizden saydığımız azınlıkların bir kısmı düşmanla işbirliği yaparak bizi sırtımızdan hançerledi. Bu durum milletin sinesinde derin yaralar açtı. Bu insanlardan bazıları din gayreti ile Rum kökenli bazı Hıristiyanların ve Rusya’nın Panislavist politikasının rüzgârına kapılıp devlete karşı ayaklandılar. Yıkıcı ve bölücü cemiyetlerin içinde rol alıp çeteler kurup millete karşı düşmanlık yaptılar. Bu durum bütün azınlıklar için genellenemez tabii ki. İçlerinde ciddi derecede milli mücadeleye destek verip madalya alanlar bile vardı.  Fakat yaşanan acıların yoğunluğu o günlerde mübadele kararı alınırken bazı şeylerin görülmesine bir nevi perde oldu. Bu insanların en önemli gönderilme sebebinin Orta Anadolu dışındaki bazı bölgelerdeki Rumların Anadolu işgali sırasındaki ayaklanmaları olduğunu söyleyebiliriz.
 
Esasında Karamanlılar Anadolu’daki milli Mücadeleye Papa Eftim önderliğinde destek olmuş Fener Rum Patrikhanesinden bağımsızlığını ilan ederek Kayseri’de bir Türk Ortodoks kilisesi kurmuş ve Anadolu’da Ortodoksluk Sedası adıyla bir de gazete çıkararak Türklüklerini dile getirmişlerdir.
 
Aslında ilk başlarda bu insanların mübadeleye tabi tutulması gündem dışıydı. Fakat gelişen olaylar bu insanları da mübadele kapsamında alınmasına yol açtı. Konuyla ilgili olarak  Hamdullah Suphi Tanrıöver'in Anıları"nda adı geçen Mahmut R. Kösemihal’ın, Hıristiyan Türklerin zorunlu göçüne ilişkin, "Biz Anadolu'nun bir miktar Hıristiyan Türk'ü ile Hıristiyan Elen'ini ayıran farkları incelemeye vakit bulamadan, mübadele, bir miktar Türk unsurunu Yunanistan'a göçtürdü.."sözü önemlidir.
 
1923 tarihli Lozan Antlaşması hükümlerince Türkiye'de yaşayan yaklaşık 193.000 Karamanlı Türk, Rum sayılarak zorunlu nüfus değişimine tabi tutuldular. 1924 yılında göç yoluna koyuldular. Atlarla, arabalarla ve genelde yürüyerek Ereğli’de toplandılar. Buradan trenlerle Mersin Limanına götürülüp, kendilerini Yunanistan’a götürecek gemileri beklemeye başladılar. Gidecekleri yerin lisanını bilmedikleri gibi çoğu denizi ilk kez görüyordu. Yunanistan Hükümeti bu insanların Türkçe konuşmalarını yasakladığı gibi saz çalmalarını, türkü söylemelerini, zeybek oynamalarını da yasakladı. Bu insanlar Türkiye'de Rum olarak adlandırılıp mübadeleye tabi tutulurken, Yunanistan'da da "Turko Sporos-Türk tohumu
“Yunan adına lâyık olmayan … yarım Hıristiyan … kara dinli …Karamanlılar”" diye aşağılanarak Yunanlı olarak kabul edilmediler. Gittikleri Batı Trakya'da, biraz da Anadolu'yu hatırlamak için olsa gerek, "Karaman" adını verdikleri bir yerleşim birimi kurdular.
 
Büyük bir bölümü hiç Rumca bilmeyen Karamanlılar, Yunanistan'daki yaşama kültürel uyum sağlamakta ciddi zorluklarla karşılaştılar. Yunanistan’a giden Karamanlı Türk’leri orada iki arada bir derede kaldılar. Gittikleri yerde yıllarca gözyaşı döken Semendireli, Mislili ,Kurdunuslu ,Çarıklılı ,Aravanlı hemşerilerimiz hep Niğde özlemi ile yaşadılar.
Buradan giderken nice ağıtlar yaktılar. Bu ağıtlardan bir tanesini de şudur;
 
“Kicağaç evleri de vardır garışıh
Türklerinen Hiristiyannar barışık
....... narittik ne bulgur aşlık
Sevgili yurtları goyup gidelim
Ferman böyük yerden hatın edelim
Aşığın sadığın dertleri çoktur
Derdime dermanım akrabam yoktur
Ölümüm çoktur da zülumu haktır
Gidelim yavriler haydin gidelim”
 
Aç susuz çöllerde düşün gidelim
Ferman büyük yerden hatın edelim
Gidelim yavrular haydin gidelim
Evlerimiz birer birer sayıldı
Şu senede dirliğimiz bozuldu
Gidelim yavrular haydin gidelim
Aç susuz çöllerde gidelim.
Gide gide gundurama gum doldu
O sözlerin yüreğime derd oldu
Bahça bahça gezdim nar bulamadım
Ciğerim yandı da gar bulamadım
Erisin dağların garın erisin…..”
 
Buradan giden insanlarla aynı türküleri söylüyor aynı ağıtları yakıyor aynı oyunları oynuyorduk. Onlarda Türkçe konuşuyor Türkçe ibadet ediyorlardı. Onların bizden tek farkı dinleriydi. Onlarda bizim gibi namuslarına düşkün insanlardı. Aslında aynı toprağın çocuğu aynı teknenin hamurlarıydık. Aramıza düşmanlık girdi bizi bizden kopardılar.
 
Bazı Rum milliyetçilerinin iddia ettiği bunların asimile olmuş Rumlar oldukları konusu tarihi gerçeklere aykırıdır. Eğer ortada bir asimilasyon olmuş olsaydı Rumca konuşan büyük bir Rum kitlesinin buralarda yüzlerce yıl varlığını sürdürmesi imkânsız olurdu. Ayrıca Selçuklu ve Osmanlı döneminde dinsel serbestlik üst düzeydeydi ve hiçbir zaman asimilasyon politikası güdülmedi. Her şeyden önce, Türklerin yalnız Osmanlı İmparatorluğu zamanında değil, ondan önceki zamanlarda da herhangi bir milletin dilini ya da kimliğini zorla değiştirmediği, tarihî veriler ışığında bilinen bir gerçektir. Gönül isterdi ki bu kardeşlerimizde İslam’ı benimseyip bizim dinimize girmiş olsalardı. Fakat dinde zorlamanın olmadığını bilen atalarımız kimseyi zorla Müslümanlaştırmak için çalışmadı.
 
Konuyla ilgili olarak Papa Eftim’in Türk Ortodoks Patrikhanesi’nin ve çevrelerinin milli mücadelede destekleyici yapıcı hizmetlerde bulunduğunu söylemiştik.. Devletimiz Papa Eftim’i desteklemiş 1923-24’te onun bir Türk Ortodoks Patrikhanesi kurmasına da yardım etmiştir. Papa Eftim’in tezi Karamanlıların atalarının 11.yüzyılda Anadolu’ya yerleşmiş ve Hıristiyanlığı kabul etmiş Türk boyları olduğu üzerine kurulmuştur. Bundan dolayı bu kilisenin görüşünde, Karamanlılar Türklük bilincine sahip olmalı ve Yunan milletinin etkilerinden çıkmalıdırlar düşüncesi hâkimdir. Papa Eftim fener patrikhanesinin herkesi Helenleştirme politikasına karşı bu toprakların bir sesi olarak tarihteki yerini almıştır. Ne yazık ki Yunanistan’da Karamanlı nüfusu, 1924 yılında 1 milyon civarında iken, bugün sayıları iyice azalmış ve büyük çoğunluğu Türkçe’yi tamamen unutmuşlardır.
 
Bugün Bolkar dediğimiz dağın adı buraya çok eski dönemde gelip yerleşen Bulgar Türklerinden dolayı yüzlerce yıl Bulgar dağı olarak söylenmiştir. Bor ilçemizde ki Bulgarcık Mezarlığı yine aynı Türklerden kalmıştır. Niğde müzesinde bulunan Karamanlılardan Maria Grigoriu’a ait mezar taşı Türkçedir. O mezar taşında Türkçe şu şiir yazar.
 
Sebeb­i mevtim civanıma meram etti felek
Genç yaşımda ömr­ü dünyayı haram etti felek
Ne tahammül eylesin kardaş, mader, ehl­i ayal
Yirmi beş yaşımda ömrümü hitam etti felek
Yerde insan ağladı, gökte melekler etti ah
Mezarım toprağını amber­i fam etti felek
Sebeb­i mevtim olan versin sualim, ağlasın
Hak divanında beni mahzun­u aram etti felek
Okusun rahmetile ismimi hep halkı cihan
Mezarım taşına gözyaşımı kam etti felek
 
Tarihi mevt 1894 Haziran 23

Bölgemizde yaşayan Karamanlılar içlerinde bulundukları durumu yazıyla da ifade etmişlerdir. Evangelinos Misailidis, 1896 yılında basılan bir kitapta bu durumu şu şiirle ifade eder.
 
“Gerçi Rum isek de Rumca bilmez Türkçe söyleriz.
Ne Türkçe yazar okuruz ne de Rumca söyleriz
Öyle bir mahludi hattı tarikatımız vardır
Hurufumuz Yunanice, Türkçe meram eyleriz.”
 
Bilindiği üzere Grek harfleri ile yazılmış Türkçe metinlere "Karamanlıca" adı verilir. Çevremizde birçok yerde Karamanlıca mezar taşı ve kilise yazıtlarına rastlanmaktadır. Karamanlıca basılan ilk matbu eserler 1718'den itibaren İstanbul'da basılmıştır. Basılan eserlerin çoğu dini nitelik taşıyan eserlerdir. Karamanlılardan gazeteci yazar Evangelinos Misailidis'in 1871'de Rum harfleriyle yayımladığı “Temaşa-i Dünya ve Cefakâr u Cefakeş” adlı romanı Türkçenin seyahat-macera türündeki ilk romanı sayılmaktadır. Daha sonra ki dönemlerde Karamanlıca günlük gazetelerde yayımlanmıştır.
 
Eski plak kayıtlarına baktığımızda ve Yunanistan’da yaşayan Kapadokya kökenli bu insanlardan kalan türküleri incelediğimizde Niğde türkülerinin orada da yaşadığını görebiliyoruz. “Pınarbaşı burma burma”, “bastım asmanın dalına”, “ağ gelin” gibi çoğu Niğde türküsü orda ki Karamanlılar tarafından söylenmiştir.
 
Yunanistan’a giden Niğdeli Karamanlıların torunlarından olan Thanasis Papanikolau; aslen Çarıklı Köyünden olan dede ve ninesinden dinlediği türküleri kendi ağızlarından, 1980 yılında kayıt altına almış. İlimizin Çarıklı ve Konaklı Köyleri ve etrafında, dinlediği ve kayıt altına aldığı bu türkü ve oyunların izlerini arayıp bulmuş.  Yaptığı çalışmaları kitaplaştıran ve eski orjinal kayıtlar ile yeniden seslendirilen kayıtların CD'lerini,"Kapadokya'dan Yankılar - Çarıklı'dan Karamanlı Rum Ezgileri" adıyla yayınlamıştır. Türkülerin çoğu, Tesalya Bölgesi Ano Mavrolofo”ya yerleşmiş bulunan Çarıklı Köyü göçmenlerinden derlenip kayda geçirilmiştir.
 
Bu çalışmada geçen bir Andaval ( Aktaş)  türküsünü buraya alıntılıyorum.
 
Türkünün sözleri şu şekildedir,
 
“Andaval Bağları sevil yer idi
Zalım arabacı atın yörüdü
 
Galganın dibinde yatmaz olaydım
Geçen huvardaya bakmaz olaydım
 
Aha, baba su barmaz (varmaz) ol ekini
Ben doldurdum Pavlika'nın yükünü
 
Andaval Dağları sevgim getirdim
Yüksek gonağıma birgün yatırdım
 
Yağlıgım düştü da ver gız dediler
Bin arabaya da sürgün dediler
 
Andaval'ın suyu yüksekten ener
Çifte değirmeni altından döner”
 
Bu ve daha nice türkü bize barış dolu sevgi dolu bir geçmişi hatırlatmaktadır. Aynı kilimin desenleri olduğumuzu unutmadan yaratılmış olanı sırf Yaratan’dan dolayı seven bir milletin evlatları olarak bir sevgi ve medeniyet havzasını bu topraklarda kurmuşuz. Allah bize yeniden o eski büyük ayrılık ve gurbet acılarını yaşatmasın. Ve artık bu zaman itibariyle herkes kendi yerinde sağ olsun mutlu olsun huzurlu olsun.