Refik Başaran’ın derlediği bir Ürgüp türküsü vardır. “Dam başında sarı çiçek, burdan gidek Ürgüp’e göçek” diye başlayan bu türküyü dinleyen yeni nesillerin çoğu toprak damlı evlerin damında yetişen sarı papatyaları bilmez.
 
 Toprak damlı evlerde yaşamanın kendine göre sorumlulukları olduğunu yağmur yağdığında yuvaklarla yuğulduğunu kar yağdığında küründüğünü belki de çoğu kişi unutmuştur.
 
Bizim Çamardı tarafında evin damına genellikle kaş derler. Kaşı yoğdun mu? Kaşı kürüdün mü? Diye sorulur. Nasıl ki sırta Niğde’nin genelinde dal deniliyorsa Çamardı yöresinde de toprak damlara “kaş” denilir. Yani bizim memlekette evlerin bir bölümünü insanlara, insanları ağaçlara benzeten isimler verilmesi doğayla ne kadar uyumlu bir lisanımızın olduğuna işaret eder.
Birde bu evlerin içinin sıvanması vardı ki. O toprak kokusu en güzel parfümden daha güzel kokardı. Köyün topraklık denilen yerinden getirilen ak toprak evlerin sıvanmasında kullanılırdı. Hatta bu toprağa müptela olup yiyenleri bile görmüştüm.
 
 O günlerde birde Elmalı ve Lavsan tarafındaki taş ocaklarından taş getirilip ustalar tarafından yontulur kerpiç ve yığma taş evlerin daha moderni olan evler yapılırdı. Birde kerpiç dökenler vardı. Çamur samanla iyicene karıştırılıp kıvama geldikten sonra tahtadan kalıplara dökülür daha sonra kalıp çıkartılarak kurumaya bırakılırdı. Bence kerpiç tuğlalarıyla yapılan mekânlar insanla aynı hammaddeden olduğu için insan ruhunu sıkmayan mekânlar olmuştur. Şimdi evler son moda fakat insanlarda ki psikolojik rahatsızlıklar on kat artmış durumda. Bu durumun en büyük faali ruhsuz beton kütleleridir desek yeridir. Hayatımızdan çekilen birçok şey gibi,  betondan yapılan damlarla ve çatılı evlerle artık toprak damlı evler birer nostalji oldu.
 
At ve eşeklerin nallanması apayrı bir seyirlik malzemeydi. Atın ayağını kaldırıp önce eski nalı söken nalbant tırnağın o kısmını sıyırdıktan sonra yeni nalı seri bir şekilde çakardı. Artık hayvan yeni ayakkabılarına kavuşmanın sevinci içinde mutluluktan yerdeki eşek tezeklerini iyice koklayıp dişlerini havaya kaldırdıktan sonra güçlü bir şekilde anırırdı. Anırma sırasında ” i” sesinin çıkışında ki o ıslık sesine benzer tavrın gerçekten en güçlü opera sanatçısı tarafından bile çıkartılacağını sanmıyorum.
 
Kalaycılar, sepetçiler, çerçiler, bohçacılar, kengerciler, bastacılar ise köy ticari hayatının vazgeçilmez unsurları olarak dikkat çekmekteydiler. Bilhassa eşekli çerçi emmi unutulmaz bir figür olarak hafızamdaki yerini korumaktadır. Mal alım satımında para yerine bakla kuru kaysı gibi değişim araçları da geçmekteydi. Bir tas bakla verip yerine bir uçlu kalem veya toka almak mümkündü.
 
Birde köylerin nüfusu o dönemlerde gerçekten kalabalıktı. Henüz insanlar kırsaldan kente doğru tam anlamıyla taşınmaya başlamamıştı. Bağda bahçede inek güderken çocuk sesinden durulmazdı. Akşamları köyün içinde çocukların bin bir türlü oyunu oynadıklarını görebilirdiniz. Aşşık oyunu, patırçıtır, yakalamac ,kovalamac gibi birçok oyun köyün hafızasında artık bir anı olarak kalmıştır.
 
Şimdiki kadınların çoğu bunu bilmese de köy yerinde ineğin mayısından tezek yapmak ev hanımlarının günlük işlerinden biriydi. Hayvanın tezeğini çamur gibi yoğurup daha sonra şekil verdikten sonra ya duvara ya da taşın üstüne kurumaya bırakırlardı.
 
O tezekler kışın toprak damlı evlerin ocaklarında yanar tutuşur televizyonun olmadığı günlerde masallara karışırdı. Eski günlerde insanlar birbirlerinin evine müsait misiniz akşam size geleceğiz şeklinde gelip gitmezlerdi. Bilhassa köy yerinde çat kapı ziyaretler çok doğal sayılırdı.
 
Evlerin anahtarları genelde kapının üstünde asılı olurdu. Bu anahtarların çoğu yarım okkadan daha ağır gelirdi. Şimdi anahtarlar küçüldü fakat güvensizlik büyüdü. Eski zamanlarda anahtarlar büyüktü fakat güvensizlik küçüktü. Galiba birçok şey tersine ilerliyor.
 
Bizim köyde sürünün köye döndüğü bir akşam vaktinde bir saatten fazla çan sesinin duyulmaya devam ettiğini hatırlarım. O zamanlar koyun sayısı köydeki insan sayısının beş katından fazlaydı. Yaylaya göçülür Toros’ların eteklerinden zirvelerine doğru çadırlar kurulurdu. Köyün yaylasında bir yaz günü tir tir titrediğimi unutmuyorum. Artık ne yayla kaldı ne yaylacı kaldı. İnsanlar İstanbul’a dondurma satmaya gidince bizim yaylalar treking yapan turistlere kaldı. Köyde hala üç beş tane sürü var fakat eski günlere nazaran esamesi bile okunmaz.
 
Köyün okulunda birleştirilmiş sınıflarda birler, ikiler, üçler hep beraber derse girdiğim günler olmuştu. Evden çıkarken ya bir odun ya da bir tezekle okula gitmek gerekiyordu. Okulun sobasına yakacakları öğrenciler getiriyordu. Sabahları bit kontrolü yapıldığını unutmak mümkün değil. Evimize gelen rahmetli Gülüz Bacı’nın çıt çıt bitlerimizi kırdığı günleri özlemle anıyor saçlarımızı sıfıra vuran rahmetli Dayıoğlu lakaplı Mehmet amcamızın ruhuna Fatihalar gönderiyorum.
 
Eski günlerde Köy yerinde imece olurdu bağ bahçe işlerinde ot alırken, süt çekerken, ekmek ederken insanlar birbirlerine yardım ederlerdi. Çamardı tarafında imeceye keşşik denilirdi.
 
Evlerde halı dokumak kadınların doğal işlerinden birisiydi. Istar ağacı halı dokunsun dokunmasın evlerin çoğunda kurulu dururdu. Bunun dışında dışarıda otururken bile kadınlar kirmen eğirir veya çıkrıkla ip yaparlardı. Boş durmak gibi bir kavram o tarihlerde pek literatürde yoktu. Bunların dışında sekileri çapalamak, ot almak, bahçeleri sulamak, ekin biçmek, sap çekmek, elma indirmek, mallara bakmak, çocukların karnını doyurmak, süt sağmak ve de helkilerle köyün çeşmesinden su getirmek günlük hayatın bir parçasıydı.
 
Köyde birisi öldü mü ister akrabası olsun isterse olmasın millet haftalarca televizyonu açmaz çalgılı düğün yapmazdı. Şimdi bu hassasiyet ne yazık ki hayatımızdan çıkmış durumda. Başkalarının acısını sahiplenecek o asil yürekler ne yazık ki şu anda köy mezarlıklarında mahşer gününü bekliyorlar. Bencil, nemelazımcı, bed suratlı, selamsız adamlarda yaşayan birer ölü olarak sağımızda solumuzda gezip duruyorlar.
 
Yazılacak, söyleyecek, anlatılacak o kadar çok şey var ki fakat sözü burada kesip anılar körfezini demir atan hayat gemisini tekrar yüzdürmeye devam edeceğiz. Evet, hepimizin eskiden bir köyü vardı. Belki şimdide var. Fakat biz ne o eski biziz, köy ise ne o eski köy artık.