Yaşadığımız şu kirli ve adaletsiz dünyada gariban olmak gittiğin her kapıdan kovulmak demektir. Garibanlığın dışı mamur içi viran insanların dünyasında bir karşılığı yoktur. Onlar her zaman para kadın ve iktidar olarak adlandırabileceğimiz modernitenin yeni teslisinin peşinde koşarlar. Bu üçleme karşısında bizim merhamet marifet ve muhabbet üçlemesini savunmamızın ise pratikte pek bir yansıması görülmez. Post-modern ve küresel kötülük karşısında iyiliğin ve iyilerin durumu nemrut ateşine karşı ağzında su taşıyan karıncanın durumu gibidir. Mankurtlaştırılmış beyinler kendi hikayelerini bilmeyen nesiller ve hazcı kültürün içinde eriyip giden ömürler için herşey sayılardan ve istatistikten ibarettir. Bir garibin ölmesi veya yaşaması onların umurunda bile değildir.

Garibanlık bulaşıcı bir hastalık gibi korkutucudur. Çoğu büyük şehrin kartlı geçişli güvenlikli ve yüksek duvarlı siteleri garibandan ve garibanlıktan kaçan insanlarla doludur. Esasında bizim klasik mahalle konseptimiz zenginle fakirin iç içe yaşadığı sosyal tabakaların kaynaştığı bir konseptir. Bugün aynı evi lüks semtlerden birkaç kat daha pahalı fiyata alıp oturanlar mekândan ziyade statü ve garibanlıktan kurtuluş beratı almaktadırlar. Zengin ve güçlü görünmek için aslan postu giyen tilki gibi hayat ormanının içinde turlayıp dururlar.

Kan kusan haritalar arasından şöyle bir dünyaya doğru bakarsak göreceğimiz manzara hiçte hoş değildir. Şu cilalı imajlar dünyasında sanalla gerçeklik birbirinin içine geçmiştir. Herşey bir similasyondan ibarettir. Haber habersizlikte barış savaşta kaybolmuş kavramlar esas anlamını yitirmiştir.

İşte böyle bir tabloda; eğer garibansan dünyanın en modern silahları senin düğün konvoylarının üstünde patlar. Eğer garibansan toprak damlı evinin üstüne her an bir Amerikan ve Rus bombası düşebilir. Eğer garibansan öz vatanında bir parya muamelesi görürsün. Eğer garibansan kızıl Çin'in toplama kamplarında zulmün her türlüsüne şahit olursun. Çocukların mülteci teknelerinde kıyılara vurur. Kendi madenini işleyemez kendi suyunu kullanamazsın. Barış ve demokrasi getirmek adına ülken işgal edilir. Yaşadığın şehrin tam ortasına elektrikli teller çekilir tüm sınırların kapatılır çocukların açlıktan ve ilaçsızlıktan gözünün önünde çırpına çırpına ölür. Adını 3. dünya ülkesi olarak koyarlar. Birleşmiş milletlerde veto ve söz hakkı vermezler. Seni zorla borçlandırıp ardından bitmeyen bir faiz sarmalının içine düşürürler. En haklı davanda seni haksız düşürürler. İçinde hain yetiştirip en zayıf anında seni sırtından hançerletirler. Seni yok sayarlar ve var olduğunu haykırdıkça kulaklarını tıkayıp gözlerini kapatırlar.

Garibanlığın ne olduğunu izlediğim bir filmdeki örnek üzerinden anlatmak istiyorum. Filmin senaryosunda bir yerde zenginlerin çocukları köyün gariban bir kızını kaçırıp tecavüz ediyorlar. Sonra suç açığa çıktığında para ve rüşvetle suçu köyün çobanının üstüne yıkıp temize çıkıyorlar. Herkes gerçek suçluyu bildiği halde kimse sesini çıkarmıyor. Yani haksızlık karşısında susan dilsiz şeytanlar bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyorlar.

Bu film örneğinde görüldüğü üzre garibansan her dönemin değişmeyen suçlusu sensindir. Gerçek suçlular ne suç işlerse işlesinler suçsuzdurlar.

Esasında mevcut dünyada adalet aramak umumhanede genel geçer namus kaidelerine göre eş aramak gibidir. Uzayın derinliğinden bakınca bir nokta kadar yer tutmayan bu dünya adaletsizliklerin haksızlıkların ve zalimlerin dünyasıdır. Bir tarafta sadece köpeğinin kuaför masrafı bir asgari ücretlenin aldığı paranın iki katı tutanların diğer tarafta yaşamak ve ayakta durmak için onun bunun kapısına kul duranların dünyasıdır. Kiminin beğenmeyip çöpe attığı nimetler başkalarının yaşama tutunma aracı olmaktadır.

Bu dünyanın zengin ve güçlü kişiler geldiğinde hemen açılan kapıları fakirlerin yüzüne anında kapanmaktadır. Dürüstlük ve namus gibi kavramlar birileri için sadece bir göz boyama aracından başka birşey değildir. Çoğu ülkede en itibarlı kişiler genelde gayrı meşru iş yapanlardır. Örneğin çoğu şehirde kadın satıcılarının gördüğü itibarın onda birini o şehrin şairleri, yazarları ve düşünürleri görmemektedir. Böyle bir atmosferde kimsenin iyi niyetten ve insanlıktan bahsetmeye hakkı yoktur.

Çoğu toplumda genel anlamda bir namussuzlar ve ahmaklar dayanışmasının varlığı dikkat çekmektedir. Zeka ve ahlak bu guruhun en büyük düşmanıdır. Bunlar her daim yaptıkları kötü işlere dinsel ve seküler kılıflar bularak zeytin yağı gibi üste çıkma ustasıdırlar. Bunlar için satılamayacak ve pazarlamayacak bir değer yoktur.

Garibanların en büyük düşmanları ise gariban olduğunu farketmeyen diğer garibanlardır. Bunlar esasında bir grev kırıcı rolünü üstlenmektedirler. Bir mayın eşeği gibi öne sürülüp büyük ağa babalara yol açtıkların farkında olmayan bir ahmaklar sürüsüdür. Kısaca bir piyondurlar ve ilk fırsatta oyunun dışına itilecek kişilerdir. Fakat bunların çoğu kendisini başrolde ve oyunkurucu olarak görürler. Bu durum kitle iletişim araçlarını elinde tutanların bir çöle dönmüş enformasyon sahasında ortaya koydukları sanal bir seraptan başka birşey değildir. İşin aslı gerçek dünya yerini sahte ve sanal bir dünyaya bırakmıştır.

Yaşamanın formülünü güçlülere eğilmek olarak görenler için garibanlara yaşam hakkı yoktur.

Hakikatte ise garibanlar ezilenlerin bile ezdiği yok sayılanların bile yok saydığı insanlardır.

Gariban edebiyatı yapıp garibanların sırtına basarak yükselenler garibanların can düşmanıdırlar. Bunlar ikiyüzlü oldukları için garibanların bunlara kanması kolaydır. Örneğin dünyadaki işçi sendikalarının çoğu işçinin omuzuna basıp yükselen fakat işçiyi patrona satan sarı sendikalardan oluşmaktadır. Bu durumda garibanları en çok kendi içlerinden çıkmış insanların ezdiğini söyleyebiliriz. Düdüklü tencerenin düdüğü gibi bu insanların çoğu garibanların gazını almakla vazifelidirler. Bu durumda birşeyin en tehlikesinin gerçeğinin yerine kurgulanan imitasyonu olduğunu söyleyebiliriz.

İşin ironik tarafı şudur ki garibanların hakkını savunmak için yazdığımız bu yazıya burun kıvırıp karşı çıkacak olanların çoğuda yine garibanlar ve garibanların çocukları olacaktır. Yani burada bir tecavüzcüsüne aşık olma halinin yaşandığını söyleyebiliriz. Burada ki durum çoğu zayıfın gücü eline geçirdiği taktirde zamanında zayıf ve güçsüz olduğunu unutacağına ve zalimler guruhuna karışacağına işaret eder.

Bir konu hakkında en çok şikayette bulunanlar çoğu zaman o problemin esas sebebi oldukları halde gürültü çıkararak olayı başkalarına havale ederler. Bu durum bir nevi canbaza bak demenin diğer versiyonudur. Yoksulluk ve yoksullar üst kesimde bulunan elitlerin iktidar devşirme araçlarından birisi haline gelmiştir ve sorun bataklığı kurutmak yerine sineklerle uğraşmak noktasında ilerlemektedir. Çünkü mevcut dünya sistemi kendini kartezyen bir düşünüşün kalıbıyla kurgulamaktadır. Sistemin var olması ve işlemesi için sürekli bir yoksulluk ve yoksullar olmak zorundadır. Yoksa insanlara ölümü gösterip hastalığa razı etmek mümkün görünmemektedir.

Neticede garibanlık zordur ve ateşten bir gömleği ömür boyu taşımakla eşdeğerdir. Garibanların Yüce Tanrı'dan gayrı dostu yoktur ve dünya hayatı onların cehennemi zalimlerin ise cennetidir.