Vicdan
İkinci Perde
Üzeyir Lokman ÇAYCI
 
Oyuncular :
Prof. Dr. Vicdan Han
Öğrenci temsilcisi Gülay
Öğrenci Mustafa
Öğrenci Fatma
Öğrenci Ayşe
Öğrenci Cemil
Öğrenci Ali
Öğrenci Hatice
Öğrenci Abbas
Öğrenci Nuran
Diğer öğrenciler
Komiser Hasan
Polis memurları
 
(Hayat Üniversitesi, Vicdan Bölümü, Birinci sınıf)
 
İkinci perde
 
(Bir salon, ekran, ekran üzerinde şehitlere ait haber görüntüleri,  öğretmen masası, masa üzerinde kitaplar, kalemlik vs.
 
Geriden gelen : «Emperyalistler belki sizi dağ gibi yükseklere çıkarırlar, unvan sahibi yaparlar, sesinizi dünyaya duyururlar, hak etmediğiniz ödüllerle taltif ederler, milletinize zulmettirirler, değerlerinizi ayaklarınızın altlarına aldırırlar, tarihinizden, hatıralarınızdan koparttırmak için her türlü entrikayı size yaptırırlar, ülkenizi parçalattırırlar... Ama... Ama yükseklere çıktıkça, taltif edildikçe, çevrenizi kuşatan uçurumları farkedemezsiniz! Unutmayın ki, hayat ölmeye değer, fakat küçülmeye değmez!» sözleriyle perde açılır.
 
Ney sesi duyulur. Salon yavaş yavaş aydınlanır. Öğretmen ve öğrenciler görünür.)
Prof. Dr. Vicdan Han’ın ve öğrencilerin elbiseleri değişmiştir.
 
Öğrenci Ali  : (Öğretmenine bir buket çiçek verir)
Efendim sizin için getirdim.
 
Prof. Dr. Vicdan Hanım :
(Çiçeği alır. Karton kesiciyle masa üzerinde bulunan su şişesini üst kısmından düzgünce keserek vazo gibi içine bırakır.)
Çok teşekkür ediyorum.
Bugüne kadar böyle bir konu gündeme gelmediği için size açıklama fırsatı bulamadım. Çiçekler her zaman güzeldirler. Sizler de yani gençlerimiz de, insanlarımız da her biri birer çiçektir. Ben çiçeği bahçesinde, yani bulunduğu yerde, koparılmadan severim. Onu dalından koparmak, insanı ailesinden koparmak gibidir. Günümüzde çiçekçilik bir mesleğe, çiçek de bir ticaret malzemesi haline dönüştürülmüştür. Halbuki ona verilen paralarla fabrikalar açılabilir, işyerleri kurulabilir, kitaplar bastırılabilir. Yani kalkınma, ilim sahibi olma, fakiri, yoksulu,  işsizi, hastayı, öğrencileri sorunlarından kurtarma yollarında kullanılması gereken paraları biz sonucunda kurutarak, çöpe atarak heba ediyoruz. İşte vicdan bu konuda da işlevsiz kılınmaktadır. Öğrenci Ali kardeşimiz iki gün önce ders sonrası bana bu konuda bir soru yöneltmişti. Ben de ona para vermeden kırılmış kır çiçeklerinden bir buket getir, üzerinde konuşalım demiştim. Bu konu sizin bilginiz olmadan gerçekleşti.
Bakın buraya kadar anlattıklarımız konunun bir boyutu. Bir başka boyutu ise «hediye kime verilir, ne zaman verilir?» Bu soruya cevap vermemiz gerekir.
Geçmişte Fransa’da bir teknik okulda eğitim gören bir vatandaşımız, ders esnasında bir matkap ucunu kırıyor. Ve derhal öğretmenine haber veriyor : «Öğretmenine ben 5 milimetrelik matkap ucunu kırdım. İsterseniz izin verin şimdi, isterseniz yarın bizzat satın alarak bunu yerine koyayım.» diyor. Öğretmeni ben 20 yıllık öğretmenim, hayatımda ilk defa malzeme kıran bir kişi bana kırdım diye bildirdi. Çünkü kusur ve kusur yapan  bizim ülkede devamlı gizlenir. Seni böyle açıklamaya iten sebep nedir?» diye soruyor. Vatandaşımızın öğretmenine verdiği cevap gayet ilginç : Öğretmenim biz burada 20 kişiyiz. Bu konuyu gizlediğim takdirse siz 20 kişiyi birden suçlayacaktınız. Halbuki ben kırdım. Diğer on dokuz kişiyi töhmet (sorumluluk) altında bırakamazdım. » cevabını veriyor. Öğretmen bu cevap karşısında gözyaşlarını tutamıyor. Mezuniyet sonrası da bu vatandaşımıza bu ve buna benzer tavırlarına imrenilerek aynı okulsa görev veriliyor.
Anlatmak istediğim diğer husus,  bir kişi getirdiği hediye ile hem öğretmenini baskı altına alır; Biz buna yağcılık diyoruz. Yapılan işle ondan farklı muamele beklenir. Biz buna rüşvet de diyoruz. Hem de arkadaşları böyle bir işi yapamadıkları için aptal yerine konulurlar. Demek vicdan, idraktir, başkalarını da düşünmektir, konuları bütün boyutlarıyla incelemektir,  bencil olmamaktır! Başkalarına örnek olmaktır. Kaş yaparken göz çıkarmamaktır.
 
Öğrenci temsilcisi Gülay : 
Öğretmenim Abbas kardeşımizin dün kardeşi Güneydoğu’da teröristler tarafından şehit edildiği için bugün gelemedi. Biz bütün arkadaşlar haberi duyar duymaz, başsağlığı için kendisini ve ailesini ziyaret ettik.
 
Prof. Dr. Vicdan Hanım :
Arkadaşlar ders sonrası birlikte tekrar Abbas’ı ve ailesini ziyaret edelim. Biliyorsunuz AKP yöneticileri uzun zamandır teröristlerle kolkolalar. Seçim zamanı gelince onları durdurabiliyorlar, istedikleri zaman onlarla bir masa etrafında toplanabiliyorlar. Diğer yapmacık ifadeleri gibi onlar için  ifade ettikleri sert sözler de gerçek kimliklerini gizleyemiyor. Siyaha istedikleri kadar ak desinler, onların ak dediği olumsuzluklar siyah olarak bize yansımaya devam edecektir.Teröristlerle omuz omuza yürütülen kirli siyaset onları bilinmezliklere sürüklüyor. Biliyoruz ki, dostlarını düşmanlarını bilmeyenler eninde sonunda mutlaka hüsrana uğrarlar.
 
Öğrenci Cemil : 
(Elindeki 31 Mart 2012 tarihli Yeniçağ Gazetesiyle Prof. Dr. Vicdan Hanım’a yaklaşır ve bir haberi okumaya başlar)
Obama, Yunan’ın isyanını kutladı!
Yunanlıların 25 Mart 1821’de Osmanlı’ya karşı isyan başlatmalarının ve 33 bin Türkü çocuk kadın demeden katlederek bağımsızlık kazanmalarının 191’inci yıldönümü Beyaz Saray’da kutlandı. Yunanistan’a desteğini yineleyen Obama, ekonomik krizi ima ederek, ülkesinin her zaman Yunan halkının yanında olacağını söyledi.
 
Öğrenci Mustafa : 
Recep Tayyip Erdoğan, BOP’a yani Büyük Ortadoğu Projesi’ne eşbaşkan olmasıyla,  dolaylı yoldan da olsa Obama ile aynı fikirde ve 33 bin Türk’ü çocuk kadın demeden katleden Yunanistan’a destek olmuş olmuyor mu?
 
Öğrenci temsilcisi Gülay : 
Öğretmenim böyle durumlarda vicdansızlık bir zaaf, bir düşkünlük, bir akılsızlık ya da düşüncesizlik midir ?   
 
Prof. Dr. Vicdan Hanım :
Arkadaşlar Cenab-ı ALLAH (C.C.) Tevbe Sûresi’nin 23. Âyetinde : Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ediyorlarsa, babalarınızı ve kardeşlerinizi veliler edinmeyin. Sizden kim onları dost edinirse, işte onlar zâlimlerin kendileridir.
Bu sebeple insanlar ve yöneticiler kimi dost edineceklerini bilmek mecburiyetindedirler.
Toplum düzeni, yöneticilerin seviyeleri, iletişim araçlarının halka yakınlıkları veya uzaklıkları, dış güçlerin ülkemiz üzerinde oynadıkları oyunlar, istihbarat savaşları, kültür emperyalizmi gibi konular bireyleri iradeleri dışına iter. İnsanlar içki, uyuşturucu,  sigara, kumar, gece hayatı gibi bir çok alışkanlıklara sürüklenirlerken iyiyi-kötüyü, güzeli-çirkini, faydalıyı-zararlıyı, olumluyu-olumsuzu ayırt edemez hâle getirilirler. Bu alışkanlıklar, sağlığa, ahlâkâ, aile hayatına, çevreye ve insan hayatına, içerisinden çıkılamayacak sorunlar yükler.
Aşağılık ve seçkin olma kompleksleri, hırs ve  makam düşkünlükleri, hava atma hevesleri, toplumun dikkatini çekme güdüleri, teknolojik esaretler başka düşkünlükleri de körükler.
Para, unvan, gösteriş, hava atma, büyüklenme hırsları onlara yön verirler. Peygamberimizin «İçki bütün fenalıkların anasıdır» sözüyle içkinin aklı, dostluğu, insanî ilişkileri; aile hayatını  yok ettiğini doğrulamaktadır. Sigaranın ve uyuşturucuların çevreye, insana yüklediği problemler artık iyice belirginleşmiştir.
Kumar ile sefaletin arttığını, toplum düzeninin alt üst edildiğini biliyoruz.      
İçki içip, kâlp kıran, suç işleyen, insanlara ve çevreye zarar eden kişiler gibi, sigara  ile kendisine, yakınlarına ve çevreye zarar veren fertler de, kumar oynayıp hep kaybeden bireyler de kendilerini ve çevrelerini düşünmek zorundadırlar.
Eskiden cep telefonları var mıydı? İnsanlar bugün teknolojik esaretlere sürüklendiklerinin farkındalar mı? Elinde son model telefonlarıyla zamanlarını katledenler, telefonlarını amaç dışında kullananlar, günlük hayatlarına, geleceklerine ne gibi sorunlar yüklediklerini bilmeyenler, israfı, anlayışı, ilerlemeyi, okumayı, araştırmayı, yükselmeyi akıllarından geçirmeyenler, aşkı basitleştirenler, evliliği katliamlara, cinayetlere, sorunlara, yıkımlara, bölünmelere, parçalanmalara alet edenler olayların kaynaklarına, sürükleyicilere, körelticilere, yozlaştırıcılara, söndürücülere bakmıyorlar! İbadet edilen yerlerde bile bu teknolojik araçlarla ALLAH ile (C.C.) irtibatlarını kesen, inançlarını zedeleyen, diğer insanları rahatsız eden bir saplantıyı onlara hatırlatanlar da yok! İnsanlar kötülüğe, düşünce sefaletine, aldatılmaya,  idrak yoksulluğuna da alıştırıldılar.
Böyle kişilere, yaptıkları kötülükler, oluşturdukları zararlar derinleştiği zaman, nasihat, telkin, uyarı, tedavi  ve ceza da tesir etmez.
Bunların dışında, ülkesinin zenginliklerini satan, kendi silahlı kuvvetlerini ve kurumları çalışamaz hâle getiren, bindikleri dalları kesen, yeminle tabi oldukları anayasayı  ve yasaları açık açık çiğneyen,  israf içinde yüzen, millete hizmet götürmeyen, yalanı, hileyi, yolsuzluğu, kötülüğü, zulmü siyaset hâline getiren yöneticiler de vicdanlı olarak adlandırılamazlar.
 
Öğrenci Nuran :
EuroTürk Televiyonu’nu,  01 Mayıs 2007 tarihinde : «Aaa bizim okul açılıyor...  Başbakan bir kısmı hizmette olan 84 okulun açılışını yaptı» şeklinde bir haber verdi. Burada aldatılan kim, aldanan kim? Bu tür binlerce habere şahit olduk. AKP iktidarı haksızlıkta, göz boyamada, aldatmada, yanıltmada oldukça ısrarlı görünüyor! Temelleri inanca aykırı olan bir iktidarın icraatları düzgün olabilir mi?
 
Öğrenci Mustafa : 
Ülkelerini felâketlere sürükleyen vicdansız insanları seçen, onların kusurlarını görmeyen veya hatalarını kapayan, onların yaptıkları zulümlere, haksızlıklara seslerini çıkartmayan, kötülüklerini sinelerine çeken, görünüşleri Müslüman, yaşayışları pasif, aptal, ahmak olan insanları da vicdansız olarak adlandırmak mümkün müdür?
 
Prof. Dr. Vicdan Hanım :
Arkadaşlar aldatılan insanları vicdansız olarak adlandırmak doğru değildir. Ama işlenilen suçlara, günahlara, yıkımlara sebep olma sorumlulukları vardır! Yıkımı, zulmü başarı gibi gösterenler ve algılayanlar aptaldır. Tavandaki çökmüşlük, tabandaki çökmüşlüğün bir  yansımasıdır. Madde hür olamayacağı gibi materyalist de hürriyetçi olamaz. Kapitalizm kişilerin insan kimliklerini ortaya çıkarmalarına daima engel olur. Kapitalistler, hastaneleri ticarethane olarak görürler. Okul, cami, hastane yıkarak, park ve bahçeleri ortadan kaldırarak, ormanları yok ederek yerlerine otel yaparlar. Onlar parayı, kapitali, bencilliği, her şeyin üzerinde görürler. Din, inanç, ahlâk, iman, kâlplerinde sükut etmiştir. Bu sebeple kendilerine engel gördükleri ne varsa onları ortadan kaldırmaktan ve etkisiz hâle getirmekten çekinmezler.
 
AKP yöneticilerinin siyasî hırslarıyla Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı yürütülen psikolojik savaş neticesinde sadece üç yıllık süre içerisinde13751 subay ve astsubay istifa etti. Baskılara  dayalı olarak 4967 uzman erbaş Türk Silahlı Kuvvetlerini terketti. Size bunları normal hadiselermiş gibi aktarmaktan da çekinmiyorlar.  Bugün bir savaş çıksa Türk Hava Kuvvetlerine ait uçakların yarısı kullanılamayacak halde. AKP yöneticilerine destek olanlar dine hizmet ediyormuş görüntüsü altında Türk Milletinin geleceğini karartma yoluna girdiler. «Bunların geriye dönüşü var mı? :  Yok!» Emperyalizme, Müslüman katliamlarına öncülük yapanlara destek olan bireyler olarak bunlar Cenab­-ı ALLAH’ın (C.C.) huzuruna hangi yüzle çıkacaklar?
Peygamberimiz (S.A.) «İnsanlara eziyet eden lânetlidir» diyor.  Yeryüzünü mescit olarak gören Peygamberimize bunların sadakat gösterdiklerine siz hiç şahit oldunuz mu?
Aklın kanunları, kuralları ve dili olduğu gibi eşyanın da, vicdanın da kanunları, sırları, psikolojik derinlikleri vardır. İdrak ötesinde kalmamız söz konusu değil. Gerçekleri gücümüz nispetinde görüyoruz. İçimizde insan kimliğimizi iyileştirmek, güzelleştirmek ülküsü var olduğu sürece, inancımıza olan saygımızı da ön plâna çıkarmış oluruz. Olumsuzluklara tepkiler işte bu seviyeden sonra başlar.
 
Burada üzerinde durulacak hususlar gayet yıpratıcı. Ülkemizin Genel Kurmay Başkanını terörist diye iftiralarla, tertiplerle suçlayarak tutuklayanlar adeta ne yaptıklarını, hangi vahim kararlara imza attıklarını bilmiyorlar gibiler. Sebep gösterilmeden zulüm yapılıyor. Yandaş gazeteler Müslüman kisvesi altında insanları adeta dinden, dindarlardan nefret ettirmek için şirket halinde(!?),  şirke, günaha, harama koşu halindeler. Kendi ülkelerinin subaylarına pornocu gibi ispatlanmayacak iğrenç iftiralar atanlar  ALLAH’a (C.C.) kulluk yapmayı bırakarak, emperyalizme taşeronluk yapma yarışına girdiler.
Bunlar ve yandaşları sadece subaylarımızı perişan etmediler, onların annelerine, babalarına, çocuklarına, eşlerine, yakınlarına ve arkadaşlarına da zulüm yapmışlar, onların üzüntüden, hastalıktan ölümlerine sebep olmuşlardır. Bu kul hakkını kimse taşıyamaz.
Sevgili öğrencilerim, biri çalarak malınıza zarar verir, diğeri dikkatsizliklerle, susarak, görmezlikten gelerek, sahip çıkmayarak, kötü niyetle, çaldırır, yakar, kırar, istifa ettirir, hapse attırır, mahkemeye düşürür, yargılattırır, zarar verir. Her ikisi de size kaybettirir. Birinin yaptığı iş hukuk diliyle hırsızlıktır, diğerinin yaptığı da içinde ne barındırırsa barındırsın, emanete hıyanettir, ahlâksızlıktır, zulümdür. Önemli olan değerleri, emanetleri korumak ve kollamaktır. Vücudumuz da, aklımız da, yaşadığımız ömür de, toplum da, devlet de bize emanettir. Hakikat gözlerimizi kapayarak tespit edilemez. Gözlerimizi açarak, dikkatlerimizi geliştirerek, sorumluluklarımızı hissederek anlaşılır. Vicdansızlıkların açtığı yaralar, özürle, çark etmelerle, pişmanlıklarla giderilemez.
 
Öğrenci Cemil :
Efendim, bizim tarihimizden ve millî kimliğimizden, ekonomik dayanaklarımızdan koparılışımız konularında bizi aydınlatabilir misiniz?
 
Prof. Dr. Vicdan Hanım :
Bu soruya en güzel cevabı  S. Ahmet Arvasî Türk İslâm Ülküsü isimli eserinde veriyor: «... yoğun propagandaların etkisi ile iyice bunalmış veya yıkanmış kafalarla “hazır reçetelere” sarılarak, ülke ekonomisini bir deneme tahtasına çeviren kadrolar, millete sadece zarar verirler.  Kendi tarihî kökünden, ecdat tecrübelerinden, muhteşem kitaplığından kopmuş veya koparılmış “kadrolar” yabancı ülkelerden “kurtarıcı modeller” beklemektedirler. Değişik ülkelere dağılan bu kadrolar, oralarda müşahede ettikleri ekonomik yapıya, işleyişe ve ilişkilere hayran kalıyorlar; her birisi ayrı ayrı büyülenerek birer “vatan kurtarıcısı” edası ile kürsülere fırlıyorlar; kendilerinden geçerek “tek kurtuluş yolu” olarak belledikleri reçeteleri millete ilân ediyorlar. Amerika’dan, İngiltere’den, Almanya’dan gelenler başka, Rusya’dan, Çin’den, Bulgaristan’dan, Yugoslavya’dan gelenler başka, İskandinav ülkelerinden  gelenler ise daha başka “telden çalıyorlar. Kendileri çalıyorlar, yine kendileri oynuyorlar. Büyük Türk Milleti ise mahzun ve mustarip onları seyrediyor. Liberalizm, kapitalizm, (...) faşizm şamatası içinde boğuşan bu insanların, hem kendine, hem tarihine, hem millî ve mukaddes değerlerine ne kadar yabancı olduklarını, dizlerini döverek görüyor ve gittikçe kararmakta olan ufuklara endişe ile bakıyor»
Emperyalistler uzun araştırmalar sonucu tespit ettikleri metotlarla,  geliştirdikleri teknolojilerle kafalara, ülkelere rahatça girebilmekte ve demokrasi getiriyoruz bahaneleriyle katliamlar yaparak ülkeleri kolayca işgal etmektedirler. Millî hassasiyetleri koparılmış, ele geçirilen iletişim araçlarıyla yapılan sinsi propagandalarla millî iradeleri şaşırtılmış milletler kendi millî çıkarlarını koruyamazlar, doğru karar veremezler, iyi seçim yapamazlar, dertten, kederden sıkıntıdan, fakirlikten, katliamlardan, kötü idarecilerin şerlerinden, «vatanseverliği ve her türlü  milliyetçiliği ayaklarının altına aldıklarını söyleyen», taklitçi, israf düşkünü,  emperyalistlere bağımlı siyasetçilerin zulümlerinden de kurtulamazlar.
Millî kimliğimizden bu şekilde koparıldık. «Yaşasın Türkiye» diyemeyen, bunun yerine «yaşasın Amerika» diyen insanlar tarafından yönetildiğimizi de unutmayalım.
 
Öğrenci Ayşe :
Koskoca İstanbul ilimizin Kadıköy İntaş Lisesi’nde bir yıldır ısıtma sistemi (sobası, kaloriferi) çalışmıyor. Öğrenciler, öğretmenler soğukta tir tir titriyorlar. Seslerini duyuracak, dertlerini ulaştıracak bir kişi, bir makam bulamıyorlar. Kaymakam Bey ilginç bir tavsiyede bulunuyor onlara : «Sağlam giyinin»
Halkın gerçeklerini görmeyenler, Suriye’de küçük çocukları katleden teröristlere Türkiye’de gösterdikleri ilgiyi neden bizim insanlarımıza göstermiyorlar? Kontrolden çıkmış dışa bağımlı bir siyaset, insanlarımızı dışlayan ve yasaları uygulamayan bir yönetim bizi ya da ülkemizi nereye sürüklüyor?
 
Öğrenci Nuran :
Dış Türkler konusunu da diğer önemli konular gibi adeta unutmuş görünüyoruz. AKP hükümeti sabah akşam açılım denilen yıkım projeleriyle, teröristlerle ilgili haberlerle insanlarımızın beyinlerini yıkıyorlar!
 
Prof. Dr. Vicdan Hanım :
Ord. Prof. Reha Oğuz Türkkan,  05 Ocak 1992 tarihinde Denizli’li vatandaşlarımızdan Veli Kalli’ye  bir kart gönderir. Kartın bir yüzünde, Türk Bayrağı, Türkiye Cumhuriyeti, Başkent Ankara yazısı ve Türkiye manzaraları var. Diğer yüzünde de Azerbaycan Bayrağı, Azerbaycan Cumhuriyeti, Başkent Bakü yazısı ve Azerbaycan manzaraları var. Bu  kart içinde yer alan bir uyarıya dikkatlerinizi çekmek istiyorum (Öğrencilere gösterir, kartta yer alan yazıyı okur)  «Bugün Sovyetler Birliği, dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse bugünden kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya – Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bugün elinde tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir... Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevî köprülerini sağlam tutarak. Dil bir köprüdür... İnanç bir köprüdür... Tarih bir köprüdür...
“...Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimizin içinde bütünleşmeliyiz. Onların  (Dış Türkler’in) bize yaklaşmasını bekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekli...”»
Arkadaşlar bu sözler Atatürk’ün Cumhuriyetimizin 10. yılında yaptığı tarihî konuşmadan alınmıştır. Size bu uyarıyı bir daha okuyacağım (tekrar okur)
 
Öğrenci Hatice  :
İlgililere Atatürk’e olan düşmanlığınızın kaynağında ne var, şehirlerimizi yozlaştırmak kimlerin projesi? Vatana, millete ve dış Türklere neden sahip çıkmıyorsunuz? «İstanbul’a dikilen gökdelenlerin, tarihimizi, camilerimizi, türbelerimizi aşağılamaları karşısında hiç içiniz sızlamadı mı?» diye haykırmak istiyorum. Bu uygulamalar materyalizmin çirkin yüzünün, kapitalizmin iğrenç çehresinin, İslâm karşıtlığının yansımaları değil mi?
Sevgili öğretmenin, AKP hükümeti ülkemizde papazları  Müslüman öğrencilerimize din dersi öğretmeni olarak tayin ettiler. Papaz sevgisi imandandır şeklinde propagandalar yapılıyor. Türk Milleti, beyinlerinin sinsi metotlarla, entrikalarla yıkandığının farkında değil!
Ne zaman uyanacağız? AKP hükümetinin İslam’a aykırı bir parti olduğunu ne zaman farkedeceğiz?
 
Prof. Dr. Vicdan Hanım :
Emperyalistler tarafından  AKP yöneticileri sürekli senaryolarla  dönüştürülen Türkiye mirası üzerine oturtulmuştur. İslâm’la aldatılmaya alıştırılmış ve korkutulmuş bir halk, gerçekleri okuyamayan tepkisiz bir millet oluşturulmuştur. Böylece dışa bağlı AKP yöneticilerini beni döv, bana kötülük yap, beni ez, benim zenginliklerime dokun, milliyetçiliğimizi, vatan sevgimizi ayaklarının altına al, millî bayramlarımı yok et, millet oluşumuzu tartışılır hâle getir, ordumuzu ve yurdumuzu parçala dercesine millet AKP yöneticilerini üç kez iktidara taşıdı.
 
Biraz önce Ord. Prof. Reha Oğuz Türkkan’ın gurbetçi Veli Kalli’ye gönderdiği bir kartta yer alan Atatürk’ün  sözlerinden bahsetmiştim. Bu sözleri, bugünkü durumumuzu, Recep Tayyip Erdağan’ın Türkiye’yi de içine alan Ortadoğu’yu parçalama projesi BOP’a (Büyük Ortadoğu Projesine) eşbaşkanlık yapmasını birlikte değerlendirdikten sonra  açın Claude Farrére’nin «Türklerin manevi gücü» isimli eserinin 13. sayfasını ve ne diyor okuyun  «Eğer Türkleri seviyorsam,  onların düşmanlarını sevmiyorsam, bunun iki sebebi vardır. Evet , benim duygularımı doğrulayan iki sebep : Biri maddî, diğeri manevî iki sebep. Maddî sebebi 1903’ten 1921’e  kadar çeşitli mecmua ve gazetelerde  yazdığım sayısız makale ve etütlerle defalarca açıkladım. Şimdi bir defa daha  bu konuya dönmekte fayda görüyorum ; zira Doğu meselesini öğrenmeye meraklı olan Fransızlar için bunun birinci derecede  önemi vardır.Fransa’nın, bütün Ortadoğu’daki menfaatleri, Türk menfaatlerine  bağlıdır.  Hayır bağlı olmaktan da ileridir : Onların  menfaatleriyle karışmıştır, iç içe girmiştir , girift olmuştur.Türkiye’nin kaybettiği her karış toprak Fransa’nın kaybettiği toprak demektir. Bulgarlar’ın, Sırplar’ın  yahut Yunanlılar’ın atacağı her adım biz Fransızlar için  gerileme demektir.»
 
Claude Farrére bu eserinin 18. sayfasında da «Ama Türkler gerçekten şuurlu millettir. Doğu Hıristiyanlar’ından, Levanten Ortodokslar’dan çok daha şuurludur, vicdanlıdır.» şeklinde duygularını ifade etmektedir.
Claude Farrére 21. sayfada da  : «Ve eğer Fransız olmasaydım, Yunanistan’a karşı , İngiltere’ye karşı hemen hemen bütün Avrupa’ya karşı Ankara’lı dostum Kemal Paşa’nın (Atatürk’ün) yanında öyle candan yer alırdım ki !..»
 
Claude Farrére ne diyor? ; «Türkler gerçekten şuurlu millettir. Doğu Hristiyanlar’ından, Levanten Ortodokslar’dan çok daha şuurludur, vicdanlıdır.»
Demek ki şuurlu insanlar ona göre de vicdanlıdırlar! Yani vicdan şuurlu insanlarda vardır.
Aziz Türk Milleti vatanı, bayrağı, dini, ülküsü uğruna canını feda etmekten asla çekinmeyecektir. Dün böyle idi, bugün böyle, yarında böyle olacak! Zavallılar, maşalar, yüreksizler, vatan hainleri, vicdansızlar bu millî meziyeti asla anlayamayacaklardır.
 
Değerli öğrencilerim, emperyalistler bizi bu sebeplerle değerlerimizden, geçmişimizden, tarihimizden koparmak istiyorlar. Bunun için,  ilim, şuur, ahlâk ve feraset sahibi olmalıyız. Tarihine, ecdadına,  diline, dinine, kültürüne, değerlerine sahip çıkmayan bir millet geleceğine de, haysiyetine de, namusuna da sahip çıkamaz.
Abbas’ı ve ailesini ziyarete gidelim demiştim. 
Bir hafta sonra da her birinizden «vicdan, siyaset ve insan» konusunda toplumumuzu doğrudan veya dolaylı olarak etkileyen olayları, gelişmeleri, kişilikleri burada birbirinize sorarak  ve cevaplar vererek yansıtmanızı isteyeceğim. Gazetelerle, görüntülerle, resimlerle konuları aksettirebilir, şema ve yardımcı araçlar kullanarak canlandırmalar yapabilirsiniz.
 
(Hepsi birer birer çıkarken mehter marşıyla perde kapanır)
 
(Devam edecek)