Ülkücü hareket, bir siyasi döngüden ziyade Türk milletinin asli değerlerini barındıran, onun hayat felsefesini hücrelerine kadar sindirip yaşayan ve yaşatan bir fikri yapının adı olmuştur. Bu yapı, kendini Allah yoluna adamış ve Allah adına her değere karşılıksız bir sevgi ile bağlanmıştır.
Öyle ki riyakarlığın insanların şahsiyetini gölgeleyip bütün renklerin gri bir tona büründüğü demlerde olsun, kan ve barut kokularının birbirine karışıp “Yok mu Allah için can verecek?” denildiği vakitlerde olsun ya da herkesin küreselleşme fırtınasına teslim olduğu ve bir milletin dili, dini, kültürü yok edilip yerine yeni kitaplarla yeni anlayışların monte edilmeye çalışıldığı çağımızda olsun; ülkücüler hep Hak yolu Hakikat yolu Allah yolunun yolcusu olmayı ilke edinmişlerdir.
Ülkücülerin el verdiği yer de el aldığı makam da bellidir. “Elhamdülillah inanmış samimi bir Müslüman’ım. Ben hiçbir beşeri güç önünde eğilmedim ve eğilmem.” Diyen bir yürektir ülkücülerin el verdiği yer. 63 yaşında iki cihan güneşine hürmetinden yerin altına giren ve Yesevi Ocaklarında, Nizam-ı Alem için İ’lay’i Kelimetullah Ülküsüne Gazi Derviş yetiştiren mekanlarda el aldığı yerdir.
Ülkücü harekete mensubiyet şuuru ile bağlı olanlar, gündelik çekişmelerden ve siyasi ikballerden nemalanmayı, tarihinden getirdiği değerlere saygısızlık ve “Emrolunduğu gibi dosdoğru ol” düsturuna da aykırılık olarak değerlendirir.
Son zamanlarda, ülkücü hareketi başka minvallerde başka anlayışların bestelerine ram edip misyon sapmasına sebebiyet vermek isteyenlerin yönlendirmelerine şahit olmaktayız. Bu bulanık suda balık avlama sevdalıları ülkücüleri yönlendirmek için akıl almaz sızmalarla onu neydüğü belirsiz bir çizginin dahiline çekmek adına olağan üstü bir gayret sarf etmektedirler. Kendilerine her devirde farklı bir ad veren bazı karanlık güçlerin de figüran anlayışlarla -ki kimi zaman ulusalcı kimi zaman cuntacı, kimi zaman falancı filancı olmaktan imtina etmeyenler-  ülkücülerin iman ve ahlak duruşlu şahsiyetli yapısını zedelemek için salvolar gerçekleştirmektedirler.
Şu hiç unutulmamalıdır ki ülkücüler, Türk milletinin harcını oluşturan dini ve milli değerlere ifade edilmez bir aşk ile bağlıdırlar. Bu aşkı geçici istikballere feda etmeyecek kadar da diğergamdırlar. Ayrıca ondaki vefa duygusu bu değerlere hizmet edenlere de kıymet vermeyi bilecek kadar kadirşinastır. Ayrıştırmayan, bölmeyen ilim –iman -ahlak ve memleket adına dağ demeden taş demeden yolları düz edenlere ülkücülerin gayz beslemesi düşünülemez. O, ancak ifade edilen değerlere zarar geleceğini düşünürse feryat eder ve gereken cevabı verir. Hani Mecnun’u kaptığı hastalıklardan kurtarmak için çölden alıp bir hekime getirerek kan almak istemişler de iğne damarına getirilince feryat figan bağırmaya başlamış. Mecnun’un bu halini yadırgayanlar “Sen ki Leyla’nın aşkından çöllere düşmüş ve her türlü ezaya, cefaya dayanmış birisin. Şimdi şu iğnenin acısına mı dayanamıyorsun?” dediklerinde Mecnun cevap vermiş ya:
-Siz bendeki aşkı nereden bileceksiniz? Ben bana acı vereceksiniz diye bağırmıyorum. Benim damarlarımda kan değil Leyla dolaşıyor. Leyla’mı inciteceksiniz diye korkuyorum.
İşte aynen böyle…
Feryadımın sebebi, Ruhi Kılıçkıran’dan Gün Sazak’a bütün ülkücü şehit kardeş ve evlatlarımızın incinmesinden korktuğum ve bu milletin cundullah lakabını almasına vesile olmuş ecdadımızın kemiklerinin sızlatılmasından hatta Rasulullah’ın ruhaniyetinin müteessir olmasından tedirgin olduğum için “ülkücüler, Allah’ın ipine sarılıp kiminle olup kime karşı duracağını doğru tespit etmeli ve ülkücülere el atmaya kalkanlara karşı dikkatli olmalı” diyorum.