GERÇEK AYDINLAR ÜÇ HİLÂL’İ TAŞIYAN VE GÖRENLERDİR.
             ÜÇ HİLÂL’İN VAR OLUŞU VE OSMANLI AYDINLARI.
 
 
Siyasi bir partimizin kullandığı amblem olarak da değerlendirebileceğimiz ÜÇ HİLÂL, genellikle bizlere Osmanlı sancağını veya Osmanlı tuğrasını hatırlatır. İyi de neden üç hilâl koyma ihtiyacını duymuşlar ki? Sanırım ilk aklınıza gelen üç kıtaya hâkimiyetinden dolayı bu amblemi kullanmışlar. Haksız da sayılmazsınız. Ama Osmanlının hâkimiyeti beş kıtada idi. Peki neden ayın hilâl şeklini kullandılar? Buna cevap verebileceğinizi sanmıyorum, Neden mi? Anlatayım:
Osmanlıda ilmiye sınıfı (medrese eğitimi almış olanlar) oldukça fazla idi, bunun için dergâhlar, tekkeler ve zaviyeler çoktu. Osmanlı sancağı altında yaşayanlar Âlimler ve Velilerdi(Allah dostları).Her zaman olduğu gibi âlimler ile Veliler arasında bazen tatlı bazen de Velilere zulüm derecesine varan çekişmeler olurdu. Sebebi mi? Hiç bir zaman âlimler Velilerin bildiklerini bilemezlerdi, çünkü veliler geleceğe yönelik cevap verirler, bu da insanların tepkisine yol açardı. Bu gün de “gayb’ı Allâh’tan başka kimse bilemez” demezler mi?
Her nedense II. Murat Han sorar Hacı Bayram Veliye “Kostantinenin fethi bize nasip olacak mı”? Sorusunun cevabı, daha Fatih Sultan Mehmed Han dokuz yaşında iken verilmiştir. İyi de Hacı Bayram Veli nereden bildi kaç seneler önce gerçekleşecek olan olayı? Bunun cevabı sizde var mı? Aydın olarak kimin ismini söylerseniz söyleyin bunun cevabını veremez. Çünkü aydın denilen kişilerin aydınlatacak bir ışıkları yoktur ve ılme’l yakîn seviyesine ulaşmış olabilirler fakat ayne’l yakîn olamazlar. Onun için onlara ışığı olmayan veya nuru olmayan aydın diyebiliriz.
EN'AM – 122:E ve men kâne meyten fe ahyeynâhu ve cealnâ lehu nûren yemşî bihî fîn nâsi ke men meseluhu fîz zulumâti leyse bi hâricin minhâ, kezâlike zuyyine lil kâfirîne mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).
Ölü (Allah'a ulaşmayı dilememiş) iken (ona on iki ihsan vererek) dirilttiğimiz ve İNSANLAR ARASINDA ONUNLA YÜRÜYECEĞİ NUR VERDİĞİMİZ KİMSE, KARANLIKLAR İÇİNDE OLUP, ONDAN ÇIKAMAYACAK KİMSE GİBİ MİDİR? Böylece kâfirlere, yapmış oldukları şeyler süslü gösterildi.
Okumak tabiî ki güzel bir uğraştır. Keşke insanların hepsi okusalar da sosyal yönleri gelişse ve hayata bakış açıları artmış olsa. Maalesef bizim aydınlarımız ilimlerinin kendilerine verdiği kibir ve gururdan dolayı, kendilerine ve çevrelerine zarar verirler. İşte KARANLIKLAR İÇİNDEKİ AYDINLAR. Hâlbuki Allâh’ın veli kulları başkalarının mutluluğu için yaşarlar, kendilerine karanlıktaki aydınların alay etmesinden de rahatsız olmazlar, çünkü onları da severler ve karanlıkta olan her canlı bu Veli kullardan ışık alırlar. Bu sayede Allâh’ta onların nurlarını tamamlar.
TAHRİM – 8:Yâ eyyuhellezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ(nasûhan), asâ rabbukum en yukeffire ankum seyyiâtikum ve yudhilekum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru, yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meah(meahu), nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vagfir lenâ, inneke alâ kulli şey'in kadîr(kadîrun).
Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Allah'a Nasuh Tövbesi ile tövbe edin! Umulur ki Rabbiniz, sizin günahlarınızı örter ve sizi altından nehirler akan cennetlere koyar. O gün Allah, nebîleri ve O'nunla beraber olanları mahzun etmez. ONLARIN NURLARI, ÖNLERİNDE VE SAĞLARINDA KOŞAR. “RABBİMİZ, BİZİM NURUMUZU TAMAMLA VE BİZE MAĞFİRET ET (günahlarımızı sevaba çevir). Muhakkak ki Sen, her şeye kâadirsin.” derler.
İnsanlar ne zaman Allâh’ın yardımını almadan, karanlıklar içinden çıkamayacağını idrak eder de, gerçek ilmin sahibi olmak isterse o zaman ruhunu Allâh’a ulaştırmayı diler ve Allah da dileyeni diler ve ona ilim verir.
HAC – 54-Ve li ya’lemellezîne ûtul ılme ennehul hakku min rabbike fe yu’minû bihî fe tuhbite lehu kulûbuhum, ve innallâhe le hâdillezîneâmenû ilâ sırâtın mustakîm(mustakîmin).Ve kendilerine ilim verilenlerin, onun (irşad makamının, Velî Resûl'ün, Nebî Resûl'ün) söylediklerinin Rabbinden bir hak olduğunu bilmeleri, O'na îmân etmeleri, onların kalplerinin O'nu (Allah'ı) idrak etmesi (kalplerinden ekinnetin alınıp yerine ihbat sistemi konarak kalplerin mutmain olması) içindir. Muhakkak ki Allah, âmenû olanları (Allah'a ulaşmayı dileyenleri) mutlaka Sıratı Mustakîm'e hidayet edendir.
Kendi başına edindiğiniz ilim ile Allâh’ın verdiği ilim arasında bir fark olacağına itiraz etmezsiniz sanırım.  Allâh da kendisine ilim verdiklerini de hidayet eder, veçhini, nefsini Allâh’a teslim ederek NASUH tövbesini, huzur-u ilâhîde, Allâh vahyini tekrar ederek yapılan bir tövbeyi tekrar eder. Pirnur olunan bu noktaya ulaşarak iradesini de Allâh’a teslim eder. Eder de irşad görevinin de sahibi olur. İşte bu kişi aydındır, çünkü nur saçar etrafındaki her şeye. Gurur ve kibirleri bitmiş, alay edenin alay etmesine aldırmaz.
MAİDE – 54:Yâ eyyuhellezîneâmenû men yertedde minkum an dînihî fe sevfe ye’tîllâhu bi kavmin yuhıbbuhum ve yuhıbbûnehû ezilletin alâl mu’minîne eizzetin alâl kâfirîn(kâfirîne), yucâhidûne fî sebîlillâhi ve lâ yehâfûne levmete lâim(lâimin) zâlike fadlullâhi yu’tîhi men yeşâ(yeşâu) vallâhu vâsiun alîm(alîmun).
Ey âmenû olanlar (Allâh'a ulaşmayi dileyenler) ! Sizden kim dininden dönerse, o zaman Allâh onun yerine (başka) bir kavim getirecektir öyle ki, (Allâh) onları sever ve onlar da O'nu (Allâh'ı) severler. Mü'minlere karşı daha alçak gönüllü, kâfirlere karşı daha izzetlidirler (başları dik, vakarlı, şereflidirler). Allâh'ın yolunda cihad ederler. Hiçbir kınayanın kınamasından korkmazlar. İşte bu, Allâh'ın fazlıdır, onu dilediğine (lütfedip)verir. Allâh Vâsi'dir (fazlı ve lütfu geniştir), Alîm'dir (herşeyi en iyi bilendir).
Bu ışık saçma olayı insanda nerede başlar bilir misiniz? Kişi ruhunu ölmeden Allah’a ulaştırmayı dilerse, Allah da onu hidayete erdirirse. Mutlaka onu hidayet eden bir irşad makamına (nur saçan kişiye) ulaştırır ve hidayeti arzulayan kişi tövbesini alır.
NİSA – 64-Ve mâ erselnâ min resûlin illâ li yutâa bi iznillâh(iznillâhi), ve lev ennehum iz zalemû enfusehum câûke festagferûllâhe vestagfere lehumur resûlu le vecedûllâhe tevvâben rahîmâ(rahîmen). Ve Biz, (hiç) bir resûlü, Allah'ın izniyle kendilerine itaat edilmesinden başka birşey için göndermedik. Ve onlar nefslerine zulmettikleri zaman, eğer sana gelselerdi, böylece Allah'tan mağfiret dileselerdi ve Resûl de onlar için mağfiret dileseydi, mutlaka Allah'ı, (iki tarafın da) tövbelerini (onların tövbesini ve Resûl'ün mağfiret talebini) kabul eden ve rahmet edici olarak bulurlardı.
Tövbe alan kişinin başının üstüne bir nimet verilir.(Ruh-u sultaniye)
AL-İ İMRAN - 164Le kad mennallâhu alel mu’minîne iz bease fîhim resûlen min enfusihim yetlû aleyhim âyâtihî ve yuzekkîhim ve yuallimuhumul kitâbe vel hikmeh(hikmete), ve in kânû min kablu le fî dalâlin mubîn(mubînin). Andolsun ki Allah, mü'minlerin (başlarının) üzerine (devrin imamının ruhu) bir Nİ'MET olmak üzere (onların aralarında, kendi kavminin içinde) kendilerinden bir resûl beas eder. Onlara O'nun (Allah'ın) âyetlerini tilâvet eder, onları tezkiye eder ve onlara kitap ve hikmeti öğretir. Ondan evvel (Allah'a ulaşmayı dilemeden evvel) onlar gerçekten açık bir dalâlet içinde idiler.
Yani, Allah dilediği kulunun başının üstüne bir ruh verilir. Kendi ruhu da veçhinden ayrılıp Allâh’a doğru Sırât-ı Müstakîm üzere olur. .
MU'MİN – 15-Refîud derecâti zul arş(arşi), yulkır rûha min emrihî alâ men yeşâu min ıbâdihî li yunzire yevmet telâk(telâkı). Dereceleri yükselten ve arşın sahibi olan Allah, kullarından (Kendisine ulaştırmayı) dilediği kişinin (Allah'a ulaşmayı dilediği için Allah'ın da Kendisine ulaştırmayı dilediği kişinin) üzerine (başının üzerine) Allah'a ulaşma gününün geldiğini (o kişinin ruhuna) ihtar etmek için, emrinden (Allah'ın emrini tebliğ edecek) BİR RUH (devrin imamının ruhunu) ulaştırır.
Kalbine iman yazılır ve başlarının üzerine bir ruh verilerek desteklenir. Sizin kalbinize iman yazıldı mı? Bilenlere nasıl oluyor diye bir sorun.
MUCADELE – 22-Lâ tecidu kavmen yû’munûne billâhi vel yevmil âhîri yuvâddûne men hâddallâhe ve resûlehu ve lev kânû âbâehum ve ebnâehum ve ihvânehum ev aşîretehum, ulâike ketebe fî kulûbihimul îmâne ve eyyedehum bi rûhin minh(minhu), ve yudhıluhum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru hâlidîne fîhâ, radıyallâhu anhum ve radû anh(anhu), ulâike hizbullâh(hizbullâhi), e lâ inne hizbullâhi humul muflihûn(muflihûne).
Allah'a ve âhiret gününe (ölmeden önce Allah'a ulaşmaya) îmân eden bir kavmi, Allah'a ve O'nun Resûl'üne karşı gelenlere muhabbet duyar bulamazsın. Ve onların babaları, oğulları, kardeşleri veya kendi aşiretleri olsa bile. İşte onlar ki, (Allah) onların kalplerinin içine îmânı yazdı. Ve onları, Kendinden bir ruh ile destekledi (orada eğitilmiş olan, devrin imamının ruhu onların başlarının üzerine yerleşir). Ve onları, altından nehirler akan cennetlere dahil edecek. Onlar orada ebediyyen kalacak olanlardır. Allah, onlardan razı oldu. Ve onlar da O'ndan (Allah'tan) razı oldular. İşte onlar, Allah'ın taraftarlarıdır. Gerçekten Allah'ın taraftarları, onlar, felâha erenler değil mi?
Kişinin başının üzerinde bir tane nur olmuştur. Kişi Allah aşkı ile şeriat’ı yaşar da veçhini, nefsini daimî zikre ulaşarak teslim ettikten sonra Allah kişiyi Nasuh tövbesine çağırır.
TAHRİM – 8:Yâ eyyuhellezîne âmenû tûbû ilâllâhi tevbeten nasûhâ(nasûhan), asâ rabbukum en yukeffire ankum seyyiâtikum ve yudhilekum cennâtin tecrî min tahtihel enhâru, yevme lâ yuhzîllâhun nebiyye vellezîne âmenû meah(meahu), nûruhum yes'â beyne eydîhim ve bi eymânihim yekûlûne rabbenâ etmim lenâ nûrenâ vagfir lenâ, inneke alâ kulli şey'in kadîr(kadîrun).Ey âmenû olanlar (Allah'a ulaşmayı dileyenler)! Allah'a Nasuh Tövbesi ile tövbe edin! Umulur ki Rabbiniz, sizin günahlarınızı örter ve sizi altından nehirler akan cennetlere koyar. O gün Allah, nebîleri ve O'nunla beraber olanları mahzun etmez. ONLARIN NURLARI,(1) ÖNLERİNDE(2) VE SAĞLARINDA KOŞAR. “RABBİMİZ, BİZİM NURUMUZU TAMAMLA(3) VE BİZE MAĞFİRET ET (günahlarımızı sevaba çevir). Muhakkak ki Sen, her şeye kâadirsin.” derler.
Bunoktada kişin başının üstüne salâh nuru verilir. Etti ikinci nur. Kişi de ayni anda Allâh’tan nurunun tamamlanmasını ister ve Allah da kişinin kendi ruhunu başının üzerine koyar. Etti üçüncü nur. İlk nur başının sağındadır, ikincisi ortada, üçüncüsü de başının sol tarafında durur. Bu nurlar otuz santim çapında, yakından turuncu uzaktan açık yeşil renktedir ve karşıdan bakınca hilâl şeklinde görülürler. Nimetin tamamlandığı bu noktada, başlarının üzerindeki üç hilâl şeklinde Allâh’ın nurları onların nur üzere yürümelerini sağlar.
EN'AM – 122:E ve men kâne meyten fe ahyeynâhu ve cealnâ lehu nûren yemşî bihî fîn nâsi ke men meseluhu fîz zulumâti leyse bi hâricin minhâ, kezâlike zuyyine lil kâfirîne mâ kânû ya’melûn(ya’melûne).Ölü (Allah'a ulaşmayı dilememiş) iken (ona on iki ihsan vererek) dirilttiğimiz ve İNSANLAR ARASINDA ONUNLA YÜRÜYECEĞİ NUR VERDİĞİMİZ KİMSE, KARANLIKLAR İÇİNDE OLUP, ONDAN ÇIKAMAYACAK KİMSE GİBİ MİDİR? Böylece kâfirlere, yapmış oldukları şeyler süslü gösterildi.
Osmanlıda eğitim, esnaflık, memurluk, askerlik, çiftçilik bu şeriat temeli ile yapılır ve birçok Allâh dostu başlarının üzerinde üç hilâl şeklinde Allâh’ın nurlarını taşırdılardı.
BU NURLARI DA ANCAK KALP GÖZÜ AÇIK OLAN ALLÂH DOSTLARI GÖRÜR. OSMANLIDA SANCAĞINA VE TUĞRASINA ÜÇ HİLÂLİ NİMETLERİ TAMAMLANMIŞ BİR TOPLUMUN İŞARETİ OLARAK KOYMUŞTUR. BİR DE AHİR ZAMANDA MEHDİ RESULÜN DÖNEMİNDE KONACAĞINI SÖYLÜYOR ALLAH.
TEVBE – 32-Yurîdûne en yutfîû nûrallâhi bi efvâhihim ve ye'ballâhu illâ en yutimme nûrehu ve lev kerihel kâfirûn(kâfirûne). (Onlar) ağızları ile Allah'ın nurunu söndürmeyi istiyorlar. Ve Allah, kâfirler kerih görseler bile nurunu tamamlamaktan başka bir şey istemez.
Siz de bu nurları görüyor musunuz? Neden? Yoksa sizin kalp gözünüz yok mu?
SECDE – 9:Summe sevvâhu ve nefeha fîhi min rûhihî ve ceale lekumus sem’a vel ebsâre vel ef’ideh(efidete), kalîlen mâ teşkurûn(teşkurûne).Sonra (Allah), onu dizayn etti ve onun içine (vechin, fizik vücudun içine) ruhundan üfürdü ve SİZLER İÇİN SEM'Î (İŞİTME HASSASI), BASAR (GÖRME HASSASI) VE FUAD (İDRAK ETME HASSASI) KILDI. Ne kadar az şükrediyorsunuz.
Allâh ayetinde herkese verdiğini söylüyor. Bu hassaların insanlara süs olarak verildiğini düşünmüyorsunuzdur inşallah. Siz, evet siz çok bilmişler, insanlardan Allâh’ın gerçeklerini bilerek veya bilmeyerek salkıyanlar. Yarın Allâh’ın huzurunda nasıl bir hesabın içine gireceksiniz hiç düşündünüz mü?
ARTIK KİMİN ÂLİM, KİMİN ZALİM OLDUĞUNU UMARIM ANLAMIŞSINIZDIR.
BU İŞ DİPLOMA İLE OLMUYOR.
MEDRESELER MÜDERRİSİ OKUMADILAR BU DERSİ. GÖNÜLLERE YAZILIR BU KİTABIN SURESİ.
DİPLOMANIZ KALBİNİZDEYSE VARSINLAR BEĞENMESİNLER. SİZİ BİR BEĞENEN VAR O DA HERKESE YETER.