http://www.21yyte.org//’ da yayınlanan fakat daha da geniş çevrelere ulaşmasını istediğim yazılarımı ve Enstitü uzmanlarının yazılarını bu köşeye taşıyorum. Bugün kesip cüzdanınızda taşımanızı önereceğim bir yazıyı köşeme taşıyorum. Enstitü’nün Ekonomik Araştırmalar Merkezitarafından hazırlanan bu yazı önümüzdeki dönemde siyaseti anlamak açısından da çok önemli:“Türkiye’nin önümüzdeki bir sene içindeki dış fonlama ihtiyacı yaklaşık 210 milyar doları buluyor. Bu rakam 2013 için öngörülen milli gelirin yani ülkede bir yılda üretilecek ürün ve servislerin toplamının dörtte birine denk geliyor. Basitçe söylersek önümüzdeki 12 ay, ülkede üretilen her 100 liranın, 25 lirası dış borcu fonlamakta kullanılacak.
Standard Bank gelişen piyasalar ekonomisti Timothy Ash, müşterilerine 15 Ağustos’ta yolladığı araştırma notunda, Türkiye’nin ödemesi gereken kısa vadeli dış borcun 160 milyar dolar olduğunu söylerken, buna 53,6 milyar dolarlık cari açık eklendiğinde, kısa vadede ülkenin 213,6 milyar dolarlık dış kaynak bulmak zorunda olduğunun altını çiziyordu. IMF’nin öngörülerine göre Türkiye’nin milli gelirinin 2013’te 851 milyar dolar olması bekleniyor. Ash’in hesapladığı dış fonlama ihtiyacı, IMF öngörüsünün yüzde 25’i, yani dörtte birine denk geliyor.
Türkiye dönemsel olarak fonlama ve nakit sıkıntısı yaşasa da, ülkenin dış borcu hiçbir dönemde, AK Parti dönemindeki kadar çok artmamıştır. Merkez Bankası (MB) verilerine göre Türkiye’nin kısa vadeli borç stoku 2003’ten bu yana yaklaşık 6,5 katına çıkmış, sayıyla da yaklaşık 100 milyar dolar artmıştır. 2003’ten önceki 10 yılda ise kısa vadeli dış borç sadece 6 milyar dolar artarak 18 milyar dolara yükselmiştir.
İki 10 yıl arasında kısa vadeli borcun artış hızı arasındaki fark, üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur. Kısa vadeli borcun artış hızının bu kadar yüksek olması, sürdürülemeyecek bir durumdur. Bir bireyin ay sonunda ödemesi gereken kredi kartı borcunu kapatmak için, başka bir kredi kartını kullanmasına benzeyen bu döngü, kartların limitleri dolduğunda acı bir sonla bitecektir. Eğer Türkiye de kısa vadeli borcu için kaynak bulamazsa ciddi ekonomik bir krizle karşılaşabilir. Bu krizin yaklaşmakta olduğunun da ilk sinyali doların, psikolojik sınır olan 2 doların üstüne çıkmasıdır.
Kısa vadeli dış borcun nasıl fonlandığı da ülke ekonomisinin istikrarı açısından önemlidir. Türkiye’ye gelen net doğrudan yabancı yatırımlar Temmuz ayında 1,4 milyar olurken son bir yılda 5,5 milyar dolar olmuştur. Eğer bu hızla devam ederse dışarıdan gelen yatırımlar kısa vadeli dış finansman ihtiyacının sadece 50’de 1’ini karşılayabilir.
Borsa’da yaşanan çalkantılar ve MB Para Politikaları ile TL’nin tarihin en değersiz seviyesine inmesi nedeniyle de son bir ayda hisse senedi, tahvil ve repo piyasasından 990 milyon dolarlık çıkış olmuştur. Türkiye’de son 1 yılda para piyasalarına net 17 milyar dolar giriş sağlamıştır. Eğer bu büyüklükteki bir giriş (hem de Türk sermaye piyasaları varlıklarının rekor fiyatlara ulaştığı yılda) kısa vadeli fonlama ihtiyacının ancak ufak bir bölümünü karşılayabilecektir.
Türkiye’nin dış ticaret açığı da yılın ilk 7 ayında 60,4 milyar dolar oldu. Ticaret dengesi de kısa vadeli fonlamaya yardımcı olmaktan çok uzakta, dış fonlama ihtiyacını artıran bir etkendir.
MB’nin 137 milyar dolarlık rezervlerinin çoğu bankaların zorunlu karşılıkları döviz olarak göstermesini sağlayan Rezerv Opsiyon Katsayısı, ROK sisteminden gelmektedir. MB’nin müdahale edebileceği uluslararası rezervlerin 40-50 milyar arası olduğu tahmin edilmektedir. MB rezervleri de dış fonlama ihtiyacını karşılayamayacak seviyededir.
Verilerin gösterdiği üzere kısa vadeli dış borcun, kaliteli bir şekilde fonlanamaması ülke ekonomisini kırılgan kılmaktadır. Türk lirası, dolar karşısında son 5 ayda yüzde 20’nin üzerinde değer kaybederek de facto bir devalüasyon yaşamıştır.
Şimdilik MB’nin kısa vadeli fonlama ihtiyacını çözmekteki stratejisi Türk Lirası’nın daha da değer kaybetmesine izin vererek, ihracatı artırmak, ithalatı kısmaktadır. Ancak bunun yüksek enflasyon yaratacağına kesin gözüyle bakılırken cari açığa ne kadar çare olabileceğini de zaman gösterecektir. Merkez Bankası’nın politikalarında, yaklaşan yerel ve gelecek yılki genel seçimler öncesi büyüme hızının düşmemesini isteyen hükümetin yaptığı baskılar da göz ardı edilemez.
Ancak halkın ekonomi politikaları hakkındaki memnuniyetsizliği giderek artmaktadır. ABD’li araştırma şirketi German Marshall Fonu’nun Türkiye’de yaptığı ankete göre ekonomi politikalarını beğenme oranı son 10 yılın en düşük seviyesi olan yüzde 43’e gerilemiştir.
Yürütülen ekonomi politikaları yanında, Suriye’de yaşanan gelişmeler, FED’in parasal sıkılaştırmaya gitmesiyle Türkiye’nin de içinde olduğu gelişen piyasalardan çıkan sermaye ve yaklaşan seçimler nedeniyle MB’nin kararlarının daha da politikleşmesi, ekonomiyi daha da kırılganlaştırarak durumu çok daha tehlikeli hale getirmektedir.”