AKP yaklaşık sekiz yıldır işbaşındadır. Bu süre içerisinde anayasa dahil müdahale etmediği, değiştirmediği neredeyse hiçbir yasa kalmamıştır.
Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 102. maddesi 31 Aralık 2010 tarihi itibariyle yürürlüğe girmiştir. Bu yasaya göre devlete karşı işlenen suçlarda azami tutukluluk süresi on yıldır. Bu nedenle on yıl içinde yargı sürecinin tamamlanması gerekiyor. Tutuklu olarak yargılananların on yıl içinde yargılanmaları bitmemişse tahliye edilmeleri yasa gereğidir.

Suç kimde?
Bu bağlamda 188 cinayetten sorumlu tutulan Hizbullah ana davası sanıkları, tecavüzcüler dahil her türlü katliam, işkence ve insanlık suçundan yargılanmakta olanlarve hatta kesinleşmemiş hüküm giyenler tahliye edildi. Adalet Bakanlığı’na göre bu tahliyelerden Yargıtay sorumludur. Zira Adalet Bakanlığı, CMK’nın 102. maddesinin 2005’te çıkartılmasına ve daha o dönem 5 yıl sonra yürürlüğe gireceği belli olmasına rağmen gerekli önlemleri almayan, dosyaları öne çekmeyen Yargıtay, bu günkü tablonun yegâne sorumlusudur.
Halbuki AKP iktidarı, Anayasayı referandum süreci dahil topu topu altı ay içinde değiştirebilmiştir. Böyle bir iktidarın aklına, her nedense en ağır insanlık suçlarını işlemek iddiasıyla tutuklu olarak yargılananların tahliye edilmelerini engelleyecek önlemleri almak gelmemiştir. Adaletin tecellisini sağlamaktan sorumlu olan bakanlık, günah keçisi olarak Yargıtay’ı ilan ederek kendisini sorumluluktan sıyırmaya çalışmaktadır.
Yargıtay da Gerçeker’in ifade ettiği gibi,  “Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 104. maddesi gereği tutukluluk sürelerini inceleyip eğer süreleri dolmuşsa mutlaka tahliye kararı vermek zorunda” diyerek bu skandal ötesi durumu açıklamaya çalışıyor. Ona göre “10 yıllık tutukluluk süresi çok deniliyor. 10 yıllık süre çok deniliyorsa bu yasal düzenlemeyle, iki satırlık bir yasayla düzeltilebilir”. O da sorumlu olarak siyasi iradeyi gösteriyor. Bu Yargıtay ve İktidar arasındaki ilişkilerin vahametini göstermesi bakımından ilginçtir.

Yargı tıkanmıştır!
Herhalde Yargıtay kadar Adalet Bakanlığı da 2010’da bu yasanın yürürlüğe gireceğini biliyordu. Buna karşın bakanlık ve siyasi irade adaletin tecellisi için gerekli olan önlemleri almamıştır. Adalet Bakanlığı, yargının kitleselleşen davaları, biriken devasa dosyaları görüşmesi için gereken imkânları yaratacak önlemlerden hiç söz etmemiştir. Son on yıldır Adalet Bakanlığı adeta yargıyla kavgaya tutuşmuş; iktidarın bu tavrını muhalefet  “yandaş yargı yaratmak” olarak nitelendirmiştir.
Tutuklama bir önlem olmasına karşın tutukluluk, Türkiye’de bir çeşit cezalandırma süreci olarak kullanılıyor. Bu tam anlamıyla “yargısız infaz”dır.
Yaşananları görünce Monteskiyö’nün şu sözlerini hatırlamamak eksiklik olur: O, İngiltere için “Bir insanın başındaki saçların sayısı kadar düşmanı olsa bile haksızlığa uğrama ihtimali yoktur” der. İngiltere’yi İngiltere yapan işte adalete duyulan bu güven duygusudur. Almanlar da “Berlin’de hakimler vardır” der. Sonuç olarak Monteskiyö’nin sözleri Türkiye için şöyle ifade edilebilir: ‘Türkiye’de masum bir insanın başındaki saçlarının sayısı kadar avukatı olsa bile bu durum haksızlığa uğramasını engellemeye yeterli değildir’.