Bütün bunların yanında bir başka üzüntü kaynağım 2007 sonrasında yaşananların gösterdiği gibi Türk subayının ve bir kurum olarak TSK’nın enformasyon savaşının doğasını kavramamış olmasından kaynaklanmaktadır. Oysa enformasyon savaşı, bir tek tankını kaybetmeyen, bir uçağı düşmeyen, bir gemisi batmayan SSCB’yi parçalamıştır. Bugün de uluslararası bir konsept çerçevesinde geliştirilen bir enformasyon savaşı Türk Ordusu’na karşı en etkili şekilde uygulanmaktadır. TSK ne yazık ki, kendisine karşı uygulanan enformasyon savaşına karşı kendisini etkili bir şekilde korumak için gerekli karşı konsepti geliştirmekten çok uzaktır. Aksine artık gazete sayfalarından da izlenebileceği gibi her geçen gün biraz daha büyük istifalara, iç çatışma ve gerilime sürüklenmektedir.
Türkiye’nin içinde bulunduğu bölgede 1992’den buyana büyük jeopolitik değişiklikler devam etmektedir ve önümüzdeki 20 yılda bu jeopolitik değişiklikler daha da kapsamlı bir boyut kazanarak devam edebilir. Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Yemen, Libya ve ne yazık ki Türkiye parçalanma potansiyeli taşıyan ülkelerdir. Türk Milleti’nin güçlü, dinamik, öz güveni yüksek bir TSK’ya her zamandan daha fazla ihtiyacı olduğu bir tarihsel kavşağa doğru milletimiz hızla ilerlerken görevdeki veya emekli generallerin, amirallerin, subayların, astsubayların kavga etme, tartışma, birbirini suçlama ve istifa etme lüksü yoktur.
Bu tavır haksızlıkları, Türk Ordusuna sızmış ajanları, hainleri, karakteri zayıfları, kurulan komploları bilmemek, görmemezlikten gelmek anlamına gelmez. Kaydedilir. İtirazlar, karşı çıkışlar, hak aramalar tarihe ve Türk Milletine yapılmalıdır. Türk Milletinden başka hiçbir kurumun, kişinin, yerin ihanete uğrayanlara sahip çıkması gerekmez. Türk Milleti ve Türk Tarihi zamanı geldiğinde herkesi hak ettiği yere koyacaktır. Ve Türk Milleti Türk Ordusuna kurulan komployu anlamaya başlamıştır.
Türk Milleti böyle ağır bir jeopolitik karmaşanın içine sürüklenirken, tepki göstermek adına istifa etmek, savaş sırasında görev yerini terk etmek anlamına gelir. TSK’dan her istifa, düşman karargahlarında ve istihbarat merkezlerinde sevinç yaratmaktadır. Oysa yapılması gereken son ana kadar görev yerini korumak, demokratik hukuk devleti bilinci içinde ve demokrasinin Türkiye için bir milli güvenlik doktrini olduğunu, ülkemizin “Dördüncü Ordusu” olduğunu görerek, Türk Milletinin varlığı ve birliğine hizmet etmeye devam etmek olmalıdır.
Muzaffer Özdağ’ın bir teğmene 1965’te yazdığı bir mektupta ifade ettiği gibi, Türk subayı, ne şövalyedir ne gladyatör. Türk subayı, Türk milletinin istiklal şuurudur.” Bu şuur ile hareket etmeyenler aziz milletimizin istiklalini, Türkiyemizin birliğini ve bütünlüğünü istemeseler de tehlikeye atacaklardır. Unutmayın komutanınız Gazi Mustafa Kemal Atatürk bir heykel değil, bir ruhtur. Bu ruh Mete ile Çin’e, Atilla ile Avrupa’ya, Fatih ile İstanbul’a giren ruhtur. Subay bu ruhtan büyük veya küçük bir parça alandır. Yarın size bu ruhtan büyük bir parça alan bir komutanınızı anlatacağım.