“Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.” Diyor ya Fuzuli…

Yıllardır yazıyoruz, anlatıyoruz, dertleşiyoruz, kitaplaştırıyoruz ve artık insanlığın haline baktıkça üzerine kürek kürek toprak atıldığına şahit oluyoruz.

Yine Cemil Meriç’in ifadesi ile “Dert çok, hemdert yok, düşman kavî tali zebun...” denilen hali yaşıyoruz.

Her ne kadar tarih, yazının icadı gibi uyduruk zaman çizelgeleri verse de inanıyoruz Adem’i yaratan Allah, onunla birlikte bilmeyi de öğretmiş ve ilk insanla birlikte bilinenler kaleme alınmıştı.

İnsanlık tarihinde dile getirilen hususlara baktığımızda birileri kan, kin ve zulüm ile birileri de bu zalimliklere karşı mücadele etmeyle uğraşmış. Bunların haricindeki gruplar da ne etliye ne sütlüye karışmış ve daha sonra da kazanın yanında yer almışlardır.

Tıpkı Musa peygamberin Firavun ile mücadelesinde, Yahudilerin “ Sen ve Rabbin gidin savaşın” dedikleri gibi ve ardından “kazanırsan ne ala, senin yanında yer alırız, ancak kaybedersen kusura kalma biz senin yanında yer almayız” anlayışı ile hareket ettikleri gibi…

Yeryüzü artık gözyaşı dökmeyi unutalı asırlar geçti. Yerden kan fışkırıyor. Toprak artık su değil kan içiyor. Ve maalesef akan kanların çoğunluğunu çocukların, yaşlıların, biçarelerin, suçsuzların kanı teşkil ediyor.

Ve Halep ağlıyor.

Ve Ecdat yadigarı topraklar inliyor.

Ve insanlık üç değil üç bin maymunu oynuyor.

Ve artık yüreğimiz kaldırmıyor duyduklarımızı, okuduklarımızı, seyrettiklerimizi.

Bugün yaşananları değerlendirdiğimizde ABD’nin, İngilizler tarafından Ortadoğu olarak tanımlanan toprakları yine İngilizlerin kurgusu ile şekillendirme sürecinin sonucu olduğu açıktır.

Ortadoğu politikasının temelini oluşturan “küçük devletçikler ve mezhep esaslı ayrılıklar” yaklaşımı coğrafyayı kan gölüne çevirmiş ve uzun bir süre daha kaosun devam edeceği bir hüviyete bürünmüştür.

2011 yılında Esed’in devrilip yerine muhalif bir yapının geleceği düşüncesinden hareketle başlayan strateji kutuplaşmaları da beraberinde getirmiştir.

Bir tarafta ABD, Suudi Arabistan ve belli ölçülerde Türkiye yer alırken öte yanda oluşan Çin, Rusya ve İran cephesi küresel ve ulusal çıkarlar düzleminde tutumlar ortaya koymuştur.

Bu süreç büyük katliamlar ve göç dalgalarına sebep olurken şüphesiz ki en büyük zarar Suriye’de yaşayan insanlara olduğu gibi, bölge ile tarihi, dini ve milli bağları olan Türkiye, en çok etkilenen ikinci ülke olmuştur.

Üstelik müttefik görünümlü ABD’nin, Irak ve Suriye’deki PKK uzantısı PYD’yi açıkça desteklemesi ülkemizin sınırlarında IŞİD ve diğer radikal mezhepçi örgütlere ek olarak PYD’nin de karşımıza yeni bir güç unsuru olarak çıkmasına sebep olmuştur.

Bölgedeki selefi gruplar, şii milisler, etnik unsurlar coğrafya ile ve coğrafyanın açacağı diğer kapılarla ilgili hesabı olan başta Rusya, Çin, İran karşıda ABD ve İngiltere açısından kaosun derinleştirilip küresel güçler lehine değerlendirilmesi için kullanılan örgütler pozisyonuna sokulmuştur.

Suriye’de yaşanan zulümlerden ve ABD, Rusya destekli zalimce katliamlardan bir soykırıma tabi tutulan dindaşlarımızın, soydaşlarımızın acısını yüreğinde gerçekten hisseden sadece Türkiye vardır. Bu sebepten de bölgede mücadele edenler ve Suriye’de yaşayanlar en büyük desteği Türkiye’den, Türk milletinden beklemektedir.

Şüphesiz ki Türkiye yaşananlara ilgisiz kalmamakta ve sivil inisiyatif de dahil olmak üzere gerekli girişim sergilenmeye çalışılmaktadır.

Ancak uluslararası siyasi dengeler başta AB, ABD ve Doğu Bloku, Türkiye’nin ve bölgenin hassasiyetlerinden ziyade tarihi “karıştır ve kendi çıkarlarına göre dizayn et” anlayışı ile cepheler, kuvvetler ve sınırlar belirlemektedir.

Böylesine karmaşık yapı içinde çözüm için en etkili merkezler başta Ankara olmak üzere Moskova ve Tahran tarafından Esed’in masaya oturtulması sağlanmalıdır.

Türkiye içte ve dışta yaşanan katliamların, zulümlerin, göçlerin boyutunu uluslararası camiaya duyurmak için daha etkin yaklaşımlar sergilemelidir.

Bu, insani olduğu kadar İslami ve milli bir vazifedir.

Çünkü Halep bizim için İstanbul gibidir. Ecdat yadigarı, kardeş topraklarıdır. Kardeşinin derdi ile dertlenmeyen de bizden değildir.