Bir televizyon dizisinde iki kadın bir erkeğin karşısına geçmiş, birisi diyor ki ben hamileyim, öteki diyor ki ben de hamileyim… Kadınlardan birisi adamın karısı, diğeri de eski sevgilisi. Üstelik de adam eski sevgilisiyle, nikâhından önceki gece halvet olmuş… Şu işe bakın ki adamın ilk karısından da bir kızı var. Dikkat edilirse, dizilerde genellikle iki kadın var. Biri resmi nikâhlı eş, diğeri sevgili. Hatta bir dizide, evlenmeden önce birlikte olduğu sevgilisinin hamile olduğunu öğrenen erkek, kadını eve getiriyor ve “çocuğuma sahip çıkacağım,” diyor! Yani, dizilerde “modern kumalık” işleniyor… Er kişilerin “hamilelik ve çocuk” konusunda gösterdikleri “saflık” da cabası!

TRT dizilerinde de eşinden boşanan kadınların ne hikmetse (!) hep üç çocuğu var. Anlaşılan o ki “tavsiye” ye uymuşlar.

Bir başka dizide, yıllar, yıllar sonra bir kadın çıkıyor ve zengin bir adama, aslında kazık kadar bir evladının olduğunu söylüyor. Yıllar sonra neden söylüyor; senaryo hep aynı; çünkü kadın ölmek üzere…

Bir yerde çok zengin bir yaşam, diğer yanda çok fakir insanlar. Mankenlere taş çıkartan kadınlar, göz alıcı elbiseler, derin dekolteler, milyarlık takılar; bir anda el değiştiren milyar dolarlık holding hisseleri… Hele bir dizi var ki, inanılmaz! Bir holdingin sahibini, aynı zamanda da yönetim kurulu başkanını en yakın adamı dolandırıyor. Öyle bir dolandırma ki; imzasını filan taklit ederek holdingin içini boşaltmış, adamcağız arabada dürüm satıyor. Hani iş dünyasını bilmesem, yiyeceğim ama olmuyor işte…

Bizim dizilerde kötülerin yaptıkları -âdeta mevcut sistemi yansıtır gibi- yanlarına kâr kalıyor. Kimse ceza almıyor. İki cinayet işleyen kadın sonraki yıllarda yardımsever bir melek olarak karşımıza çıkıyor. Konağı benzinle yakan kadın yakalanmak şöyle dursun, yaktığı konağın sahibinin oğluyla evleniyor yani ödüllendiriliyor! Hani istediği zaman uçan kuşu yakalayan Türk polisini bilmesek… Neyse…

Hastaneler de dizilerden nasibini alıyor. Her dizide mutlaka bir hastane sahnesi oluyor ve şu DNA raporları! Sahteleri o kadar kolay düzenleniyor ki… Tahlil sonuçları, bebeklerin ultrason fotoğrafları, aklınıza ne gelirse hepsinin sahteleri düzenlenebiliyor. Hem hastanelerin hem de doktorların saygınlığı bizim televizyon dizilerinde yerlerde geziyor…

Adam, çok âşık olarak evlendiği karısını genç bir kızla aldatıyor. Genç kız hamile… Adamın karısı ki -çok saygın bir mesleği var- bu olayı öğreniyor. O da gidiyor, ailece görüştükleri yakın arkadaşının kocasıyla birlikte oluyor. Sonra mı? Arkadaşı eşinden boşanıyor ama en yakın arkadaşıyla aldattığı için değil, barda içki servisi yapan bir kadın ile aldattığı için… Eee, daha sonra? İki kadın daha da yakın arkadaş oluyorlar; birbirlerinin zor günlerinde sırt sırta olacak kadar…

Dizilerde öylesine nefret duyguları işleniyor ki! Örneğin birinde, çok zengin bir aileye gelin gitmiş bir kızı, kayınvalide istemiyor ve paralı adamına diyor ki “Al bunu götür, tenha bir yerde kafasına sık!” Ne ilginç, değil mi? Toplumda bir yandan kadın cinayetleri olmasın, kadın ölmesin diye uğraş verilirken, diğer yandan dizilerdeki kadın, başka bir kadın için “Kafasına sık!” emrini veriyor. Sanki markete sipariş veriyor. Ya, can bu can! O kadar kolay mı? Bizim dizilerde kolay… Belki de dizilerde kolay olduğu için hayatın içinde de “kolay” oluyor!

Anaya babaya çemkiren çocuklar, birbirlerine sevgisi ve saygısı kalmamış eşler…

*
Bir ikisi hariç dizilerin hepsinde tema aynı; aldatan ya da aldatılan kadın ve erkekler, saplantılı aşklar, çocuğu olduğunu bilmeyen babalar, bazı durumlarda anneler; babaların haberi olmadan büyütülen çocuklar, başkalarına anne-baba diyen çocuklar; entrikalar, yalanlar, dolanlar; elde-belde silah, cinayet, kan, gözyaşı tekmili birden, bizim televizyon dizilerinde…

Topluma hiçbir olumlu katkısı olmayan diziler; bir Yaprak Dökümü, bir Çalıkuşu değil hiçbiri!

İster istemez eski dizileri hasretle anar olduk. Neydi bu diziler; Bizimkiler, Perihan Abla, Ferhunde Hanımlar, Kuruntu Ailesi, 7 Numara, son yılların 80’ler’i ve şu anda aklıma gelmeyen diğerleri; hepsi de sıcacık, sevgi dolu, insani duygulara, dostluğa, kardeşliğe, komşuluğa, aile bağlarına, vefaya vurgu yapan dizilerdi. Keza yabancı dizilerden, Küçük Ev ve Beyaz Gölge, yaşı yarım asrı geçenlerin çok iyi hatırlayacağı sosyal içerikli dizilerdi. Küçük Ev’in küçük ailesine ve küçük kasabasındaki komşularına olan sevgi dolu bağlılığını hemen her bölümde gözlerimiz yaşararak izler, kendimize ders çıkarırdık. Beyaz Gölge sayesinde Türkiye’de basketbola olan ilgide âdeta patlama yaşanmıştı. Ne yazık ki günümüzde böyle diziler çevrilmiyor; çevrilmediği gibi biri diğerinin taklidi olarak kendine yer bulmaya çalışıyor!

Bir toplumu temelinden yıkan tek eksiklik, ahlak eksikliğidir. Ahlakın buharlaştığı, görünmez olduğu toplumlar çöker…

Allah’ın yapılmasını istemediği her şey “ahlaksızlık kavramı” nın içindedir; hırsızlık, yalan söylemek, dedikodu yapmak, arkadan çekiştirmek, adaletsizlik, kul hakkı yemek, tüm canlıların yaşam haklarına kastetmek, anaya babaya hürmet etmemek, yetimi, yoksulu doyurmamak ve benzeri her şey “ahlaksızlık kavramı” nın içindedir. Hal böyle iken televizyon dizilerinde tüm bu olumsuzlukların sanki hayatın normallerindenmiş gibi işlenmesi bu topluma yapılan en büyük kötülüktür.

“Gerçek şu ki Allah, bir toplumun maruz kaldığı şeyleri, onlar, birey olarak içlerindekini/birey olarak kendilerine ilişkin olanı değiştirmedikçe, değiştirmez. Allah bir topluma bir perişanlık dileyince de artık onu geri çevirecek bir güç yoktur. Ve onlar için Allah’ın berisinden koruyucu bir dost da olamaz.” (Ra’d, 11)

Televizyon dizilerinin bir an evvel denetime alınarak toplum yapısına uygun hale getirilmeleri hem ülkemizin hem de gençlerimizin geleceği açısından hayati bir öneme sahiptir. Aksi takdirde “kaybedenlerden” olacağız.

Tülay Hergünlü

İstanbul, 22 Mart 2021